irfanakalp
Site Admin
Kayıt: Jul 28, 2005
|
Tarih: 2008-10-26 13:20:42
Mesaj konusu: Ekonomik Kriz
|
|
|
EKONOMiK KRiZ
ikinci dünya savasindan sonra dünya ekonomisi içinde ingiltere’nin yerini alarak o günden bugüne yerini kimseye kaptirmamis olan, Amerika Birlesik Devletleri’nde baslayan mali kriz, bir canli organizmanin beyninde baslayip giderek diger uzuvlara yayilan bir bulasici hastaliga benzetiliyor. Kriz emperyalist sistemin krizi olup kapitalizmiz geleneksel krizlerinden farkliliklar gösterse de fatura her zaman oldugu gibi yine çalisan kesimlere ödetiliyor. Amerika Birlesik Devletlerinde 2007 yilindan sonra gelisme gösteren mali kriz çevre ülkeleri de içine çekerek genislemesini sürdürüyor.
Finans kapitalizmi ile Emperyalizmin iç içe geçmesi sonucu çevre ülkelere sermaye ihraci yoluyla yatirim yapan global sermaye, ülkemizde yabanci sermaye adiyla anilmaktadir. Bu yabanci sermaye, ya da süper emperyalist öge, az gelismis ülkelere kaynak yatirip gelir transfer etmektedir. Yabanci sermaye bunu iki sekilde yapmaktadir. Birincisi; sabit sermaye yani fabrika kurarak, isçi çalistirarak dogrudan yatirim. ikincisi ise sirket alimi, borsaya giris, faize para yatirma seçeneklerinin biri ya da birkaçi yoluyla olmaktadir. Türkiye ye gelen yabanci sermaye, Fabrika, demiryolu vs gibi sabit sermaye yatirimlari yapmamis bunun yerine daha karli olan portföy yatirimlarina yönelmistir. Bunun en büyük sebebi de sürekli dis açik sorunu olan Türkiye’nin uzun süredir Merkez Bankasi yoluyla dillendirdigi “yüksek faiz, düsük kur” politikasidir. Türkiye gibi ülkeler kronik dis açik sorunlarini, yabanci sermaye girisleri ile gidermeye çalisirlar. TC Merkez Bankasi’nin “yüksek faiz, düsük kur” politikasi, Türkiye ye dis dünyadan asiri sicak para girisine sebep olmustur. TL sürekli deger kazanmistir.
Son yillarda oldukça fazla yabanci sermaye girmesine karsin hala cari açik 50 milyardolar seviyesindedir. Buna karsilik Türkiye’nin büyük sanayi sirketleri de dis bankalardan krediler almislardir.
80’li yillardan baslayarak 90’li yillarda da devam eden bir politika ile Türkiye’de isçi ücretleri düsük tutulmus ve bir yedek isçi ordusu yaratilarak sendikal haklar baski altinda tutulmustur. Türkiye de tipik bir Asyalasma modeli yaratilmistir. Ekonomide ithal ikamesi modelinden ihracat önderliginde büyüme modeline geçilerek,1980 yilinda 4 milyar dolar olan ihracat 2008 yilinda 132 milyar dolar’a ulasmis bu durum mevcut hükümetler tarafindan “Türkiye’nin ihracati artiyor”, “büyüme hizlaniyor” denilerek övünçle lanse edilmistir. Türkiye ihracatinin neredeyse yüzde 60’ini Avrupa ülkelerine yapiyor olmakla birlikte 2006 yili sonu ve 2007 yili basinda Tüsiad, hosnutsuzlugunu, sermaye biriktirememekten yakinarak göstermistir.
Ekonomide ciddi kirilganliklari olan ve en son yasanan 2001 krizinde 20–25 bankanin zararinin dar gelirli emekçi yiginlara ödetildigi Türkiye de zaten tedirgin bir bekleyis sürmekteydi. Kisa süre öncesine kadar “yükselen pazarlar” olarak adlandirilan ülkeler arasinda gösterilen Türkiye krizin tüm dünyaya yayilmasiyla birlikte “riskli ülkeler” arasinda yerini almistir. Ekim ayinda baslayan yabanci sermaye kaçisi Kasim ve Aralik aylarinda da devam edecek gibi gözükmektedir. silep geçmis ancak suda meydana getirdigi dalgalar kiyiya vurmaya devam etmektedir. Reel sektör yavaslama sinyalleri vermeye baslamis bulunmaktadir.
Türkiye,2001 krizinde, dünyada ekonomik kriz olmamasi sayesinde nispeten çabuk toparlanmisti. Oysa simdi bütün dünya ates çemberinin içinde bulunmaktadir. Tüsiad ve ona yakin medya, acil olarak iMF’ye gidilip bir anlasma yapilmasini daha dogrusu borç alinmasini istemektedir. Nitekim 21 Ekim tarihinde stand-by için Ankara’ya gelen iMF heyeti bir ay sürecek olan çalismalarina baslamis bulunmaktadir. AKP hükümeti yerel seçim öncesi “seçim harcamalarima kisinti getirir” endisesiyle su anda iMF’ ye sicak bakmasa da Ukrayna, Macaristan, izlanda gibi ülkelerden önce davranmak geregini de akilda tutmaktadir. Çünkü krize dis açikla yakalanan Türkiye gibi ülkeler, iMF’nin sopasini eninde sonunda yiyecekler ve onunla anlasacaklardir. Yine ayni sekilde cari açiklari yüksek olan çevre ülkelerden yabanci sermaye çikisi-kaçisi hizlanacaktir.
Yeryüzünü ve atmosferi kirleten ABD gibi birkaç zengin ülke nasilki kirletmenin bedelini kendileri ödemeyip faturayi, fakir, az gelismis ve sömürge ülkelere ödetiyorlarsa ayni sekilde süper Emperyalizm kendi krizini kendi ulusunun halki ve çevre ülkeler halklarinin üzerine yikmakta bir sakinca görmeyecektir.
iMF ile anlasma imzalanmasi ve borç alinmasindan sonra tekrar siki bütçe uygulamalarina gidilecek, borç alan ülke vatandaslarindan fedakârliklar beklenilecek, kemerlerin sikilmasi istenecektir. Türkiyede de bütün bunlarin yaninda isçi ücretleri dondurulup zaten sinirli olan sendikal haklar iyice kisitlanarak isçiyi rahat ve masrafsiz bir sekilde isten atabilmenin kosullari yaratilacaktir. Son yillarda adi “kara delik” olarak tescil edilen sosyal güvenlik harcamalarinin daha da kisilmasi için bu kriz bir bahane olacak, ancak simdiye kadar hiç sorgulanmayan savunma ve güvenlik bütçelerine eskiden oldugu gibi dokunulamayacak ve denetlenemeyecektir. Sosyal güvenlik sisteminde yeniden yapilanma ile isgücü piyasalarinda yeniden yapilanma tekrar gündeme gelecektir.
Emperyalist sistemin beyni olan ABD’de ‘savasçi’ söylemli bir baskandan vazgeçilip, barisçil söylemli Obama’ nin seçilmesi ile birlikte ekonomideki büyüme hizinin artacaginin sinyalleri simdiden görülmektedir. Emperyalist kriz sonrasinda sermaye birikimi de yeni bir dönüsüme ugrayacak nano teknoloji ve uzay teknolojisi gibi yeni pazarlar ve yeni sektörler ile beraber yeni hedeflerde saptanacaktir. Amerika Birlesik Devletlerinde Obama’nin baskanlik yarisinda rakibi ile arasindaki mesafeyi krizden bir ay sonra yüzde 12 seviyelerine çikartmis olmasi Obama’nin baskan seçildigi takdirde Irak ve Afganistan gibi ülkelerden orduyu çekip bölgeyi bosaltacaginin sinyallerini vermektedir. Ancak bu durum ABD’nin bu ülkeleri ve bölgeleri denetiminin disinda birakacagi anlamina gelmez. Bu önemli saydigi bölgeleri tipki bir zamanlar Vietnam da yaptigi gibi tetikçi ülkelerin denetimine birakip uzaktan kumanda etmek isteyecektir.
Krizin Türkiye açisindan bir baska olumsuz yansimasi da Avrupa’da ekonomik hayatin durgunluga girmesi(resesyon)nedeniyle Türk ihraç ürünlerine olan talep azalacak ve büyüme yavaslayacak, büyüme oranimiz zayiflayacak buda Türkiye’de durgunluk tehlikesine yol açacaktir. Bunun dogal sonucu da isten çikartmalarin artmasi ve issizlik oraninin daha da yükselmesi olacaktir. Sürekli uyarildiklari halde dövizle borçlanip harcama yapan, döviz pozisyon açigi olan, kriz korkusu yaratarak devletten yardim bekleyen reel sektör temsilcilerinin aymazliklari ve borçlari, halka ödetilmemelidir.
Bütün bu gelismeler karsisinda Türkiyede alinmasi gereken tedbirlerin neler oldugunu öneren ekonomistler arasindan, Mustafa Sönmez su önlemleri önermektedir;
Makro politikalar gelistirilmeli emek örgütleri birlesmelidir. ihmal edilen tarim sektörüne yeniden önem verilmelidir. Savunma bütçelerine ayrilan pay azaltilip sosyal güvenlik, egitim, saglik harcamalari için bir fon kurulmalidir. Türkiye’de yüzde 1 lik bir azinligi olusturan varlikli gruba, ‘Varlik Vergisi’ uygulamasi baslatilmalidir. Yabanci sermaye’nin girisine ve çikisina bir vergi uygulanmalidir. Yeni bir plan ve tesvik ile ihmal edilen sanayi sektörlerine el atilmalidir. Kamu bankalari birlestirilip tek bir devlet bankasi olusturulmalidir. Gümrük birligi ile Türkiye’nin aleyhine isleyen yikici rekabetin önüne geçilmeli ithalatin artisi sonucu yerli üretimin ugradigi zararin önüne geçilmelidir.
iRFAN AKALP
27.10.2008
|
|