Önceki başlık :: Sonraki başlık
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-21 15:32:51
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:efb4e7d238]Daha önce en iyi gol sevinçlerini bir Top 10 yapmistik. Genelde futbolcularin kendi icat ettikleri, tek kisilik ve kisa süren karizmatik gol sevinçleri en iyileridir bana göre. Uzun süren, ekip halinde yapilan ve salgin hastalik gibi oradan oraya çogalan gol sevinçlerinden ise nefret ederim. Genel olarak da öpmeli oksamali olanlardan nefret ederim. Hakan sükür'ü bilirim bu alanda misal, gol sonrasi önüne geleni öperdi Filipescu, Ümit, Arif, Hagi demeden. Hakan sükür'le Greame Le Saux ayni takimda oynasalar The Sun gazetesi "ne zaman evleniyorlar?" diye haber bile çikarirdi. Biz fazla uzatmadan listeye geçelim. Belirteyim daha çok gelenek halinde olanlari listeye aldik. Misal Martin Palermo'nun nasil becerdigini hala anlamadigim ve üzerine stad duvarini yikip ayagini kirdigi sevinci almadim zira onun ki kategori disi.
10-Raul Gonzalez: Arkadas tamam evlendin, tamam karini seviyorsun da bundan bize ne? Bunu gelenek haline de getirmis olabilirsin. Ama ben durumu 2-0'ken 2-1'e getiren bir gol attiginda tribüne dönüp costurucu bir hareket beklerim. Senin yüzügünle dudaklarinin iliskisini görmek istemem. Real efsanesisin, terbiyeli adamsin, iyi de golcüsün ama gol sevincin berbat dost aci söyler.
[img:efb4e7d238]http://2.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SSay40japPI/AAAAAAAAIms/S7gbkvG5_jw/s400/3.jpg[/img:efb4e7d238]
9-Anonim-Kenara kosma: Yillardir dünya futbolunu takip ederim. Bir kez bile Giggs'in gol attiktan sonra gidip yedek oturan Rooney'in kelini öptügünü, Henry'nin gol attiktan sonra gidip Wenger'i sirtina aldigini, Messi'nin golden sonra yedek kulübesine kosup yedekler, tercüman, hoca sarmas dolas oldugunu görmedim. Bizdeki bu modayi çözemiyorum yillardir. Neden hocaya gidilir neden teknik direktöre saldirilir, neden yedek kulübesinde 30 haftadir oynamayan bir adama sarilinir, neden tribünde kimsenin görmedigi birilerine parmakla bir isaretler yapilir anlamam. Hayir baglilik desen degil, Anadolu kulübü ise eger, hoca 2 hafta önce göreve gelmistir zaten 4 hafta sonra gidecektir. Ha yapan vardir Avrupa'da da ama tek tük. Gattuso gidip arada Ancelotti'ye sarilir, kaninda zaten vardir adamin...Ben gol atinca seyirciyle paylasmaliyim sevinci o adam orada 90 dakika var sadece. Hocayla yedekleri haftanin 7 günü görüyorum zaten, paylasiriz o arada.
8-Roberto Carlos: Geçen sene Zico bu sene Aragones'in yerinde olsam bu "yengeç dansi" denen sevincin yapilmasini yasaklardim.3 tane yetiskin adam yanyana geçiyor, derbi maçinda ya da baska önemli maçta çok güzel hazirlanmis bir golden sonra parmak uçlarini açip kapatarak yan yan yürüyorlar. Suratlarinda da sebekçe bir gülümseme. Roberto'nun çiragi da Deivid. Dikkat ederseniz ayni tayfadan olan ama biraz daha agirbasli olan Alex bu rezillige pek bulasmiyor istersen 35 metreden degil Yogurtçu Parki'ndan gol at bu yüzden gözüme giremeyeceksin kel Roberto.
[img:efb4e7d238]http://2.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SSay5OQhCDI/AAAAAAAAIm8/lPGZzM7nP2U/s400/5.jpg[/img:efb4e7d238]
7-Tim Cahill: Severim kanguruyu. Blogda daha önce de kendisini inceleyen bir yazi yazdik. Ama bu golden sonra korner bayragina gidip boks yapmasina fena halde takmis durumdayim. Bir kere zavalli korner diregi karsilik veremiyor, hem Cahill'in boyuna göre bile degil. "Boyuna göre birisine bulassana delikanliysan" derler adama. Utanmasa Rocky Balboa gibi antremanlardan sonra daglara tirmanip "corner flaaaag" diye bagiracak "Dragaaaaaa" misali. Bir an önce vazgeçsin. Sikiysa git Van Damme gibi palmiyeye tekme vur.
6-Fabio Grosso: Grosso'nunki gelenek haline gelmis bir sevinç degil. Sadece bir kez yapti bunu ama beni kendisinden nefret ettirmeye yetti. En iyi 10 Sevinç listesinde de üst siralara yerlestirdigimiz Marco Tardelli'nin 1982 Dünya Kupasi finalindeki kendini kaybeden sevincin aynisini 2006 Dünya Kupasi yari finalinde Almanya'ya uzatmalarda gol atinca yapmaya çalisti. Batirdi tabi, soytariya döndü. insanin içinden gelecek bir kere. Bu halle Grosso rezil ötesi "taklit" film serisi Scary Movie'de kesin bir basrol alir bana göre.
5-Antonio Cassano: itiraf edeyim Cassano kesinlikle nefret ettigim oyuncular listesine ilk 5 siradan girer. Futbolculuk yetengi bana göre sinirlidir.Real formasini hiçbir zaman haketmemistir. Son olarak da, aynen üniversitede sinifa gelip bir gün önce barda götürdügü hatunlardan bahseden ezik teenager gibi sevistigi kadinlarin raporunu vermistir. Bize ne yahu senin uçkur raporundan. Bunun bir de gol atinca formayi çikarip, gergedan gibi kosarak korner bayragini tekmelemesi vardir. Cassano....Antonio Cassano...Öküz...Bildigin Öküz....sevenlerine affola...
[img:efb4e7d238]http://4.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SSay4yWYf4I/AAAAAAAAImk/xrwER4xkTWk/s400/2.jpg[/img:efb4e7d238]
4-Tuncay sanli: Tuncay'i futbolcu olarak severim. Kendini savunuyor ben bunu rakip taraftari susturmak için yapmiyorum diyor ama bunu ben bilirim sen bilirsin. Premier Lig taraftarlari bilmez, dünya futbol izleyicisi bilmez. Manchester United'a fark yedigin maçta bir gol atinca o "sus"u yaparsan alay konusu olursun. Ben bu isareti genelde de sevmem. Yeri vardir zamani vardir. Misal, Hagi Leeds deplasmaninda 5. dakikada penaltiyi attigi anda yapsa idi o ana yakisirdi çünkü 2 haftadir tüm ülkenin topyekün kiyamet gibi gördügü maçti. Ama Avusturya'ya hazirlik maçinda gol atmissin, niye neden susuyoruz?
3-Bebeto: Aslinda burada pek Bebeto'nun suçu yok, 1994 Dünya Kupasi'ndaki Hollanda maçinda bebek sallama sevincini yaratan o oldugu için onun adini yazdim. ilk kez yaptigi için sevimli de olmustu, sanirim eslik edenler de Romario ve Zinho'ydu. Ama sonra çocugu olan herkes ve siki durun çocugu olmamis futbolcular bile bunu yapmaya basladi. Misal Trabzonlu bir kivircik Küçük Soner vardi bunu her gol attiginda yapardi "be adam her hafta çocugun mu oluyor kaç karin var senin?" dedirtirdi bana. Bir de bunun Hakan sükür'ün ayagina Emre'yi yatirip sallama seklinde olani var. simdi düsündüm de bu Hakan sükür'ün amma rezil gol sevinçleri varmis yahu. Bir de fotograf çekme vardi aman aman.
[img:efb4e7d238]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SSazcH70TGI/AAAAAAAAInE/49cs5fNLKlg/s400/4.jpg[/img:efb4e7d238]
2-Filippo Inzaghi: sampiyonlar Ligi tarihinde en çok gol atan adam Inzaghi. Peki gol sevincine bak. Sanirsin ki topu oldugu için mahalle maçina alip defansa koymuslar, ileriye gittigi bir anda da gol atmis. Hayatinda ilk kez gol atmis gibi ellerini deli gibi iki yana sallamalar, polisten kaçar gibi bi kosus, bir de kimsenin anlamadigi sekilde bagirmalar, acaip hareketler. Bir agir ol be arkadas senelerdir Milan'da oynuyorsun. Hiç mi Henry veya Cantona'nin gol sevincini izlemedin. Allahin belesçisinden ne beklersin.
1-Robinho-Totti As: iste en sevmedigim gol sevinci. Ben en çok Totti ve Robinho ile hatirliyorum o yüzden o ikisinin adini yazdim ama mutlaka baska uygulayan da vardir. Bununla ilgili blogda daha önce yazdigimi aynen kopyaliyorum.:Sulu, çocukça, futbolcuyu maymuna döndüren gol sevinçlerinin hepsine karsiyim......bir dolu göze hos gelen gol sevinci var. Bülent Uygun'un asker selamini bile bu rezalete tercih ederim. 3 kisiyi çalimla, nefis verkaça gir, uzak köseye topu ustaca birak...eee..sonra tribünün önüne gelip bas parmagini agzina sok. Nerde kaldi senin ustaligin. Susam Sokagi'ndaki palyaçolara döndün.
[img:efb4e7d238]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SSay4jS6QpI/AAAAAAAAImc/gXPYp79V2HQ/s400/1.jpg[/img:efb4e7d238]
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-21 15:35:54
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:20ed562645]Genclerbirligi 0 - 1 Trabzonspor
Friday night started out okay. Just myself, Dan the Man, Guclu and a new man in town, James, at the Chopin but we got the beers in and in what should have been an omen for the evening I got pulled over by the cops at the first of the two police checkpoints and was accused of being "alkollu" for having had three beers.
Immediately understanding the situation I went "dumb" and let Guclu do all the talking. A minute or so later they let me through. At the second police check, the one just inside the stadium, I got through no worries but this time it was James' camera that was the problem... not the camera itself but the battery which the cops thought James was planning at throwing at the linesman (who probably deserved it).
Guclu was on hand to save the day the day once more.
Finally in and we get to watch Genclerbirligi finally play some decent football. We were all over Trabzon. Pretty much completely controlled the midfield and James Troisi was constantly getting past his man (he was subsequently given the highest rating out of the Gencler players by Hurriyet newspaper).
First half over and no goals though. I was feeling pretty up beat, as were most of the gencler supporters.
Second half and a simple breakaway by Trabzon led to old Ankaragucu boy Umit Bulut scoring...
Time for full on attack and Gencler went for it.
Shots were being sent wide though and one from a free kick hit the crossbar. Match over and it was with disappointment that we left the stadium.
The match had started with Gencler fans making the now familiar "management resign" chants. It ended, even though we had lost with calls for the players to take a bow. Heads held high, even if the result was disappointing.
http://www.ankarafootball.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-21 15:22:11
Mesaj konusu: Bloglardan...
|
|
|
Arkadaslar takip ettigimiz güzel futbol bloglari var. Basindan haberler yerine ben buraya eklemeye çalisacagim blog alintilarini.
[quote:d059c2bfa7][img:d059c2bfa7]http://1.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/SSRDI9jfUwI/AAAAAAAAMXs/o1p9GNA2BN0/s400/atalan13.jpg[/img:d059c2bfa7]
Dogdugun, büyüdügün, yasadigin topraklarin takimini tutmak. Dogrusu ve zor olan da bu degil mi zaten? Nereye gitsen, hangi sehrin kahvesinde soluklansan; Fenerli, Cimbomlu, Kartal çikiyor karsina. Fotografta yürüyenler Atalanta taraftari. Yasadiklari Bergamo'ya çok da uzak olmayan Milano'nun iki büyügüne Milan ve Inter'e de sevdalanabilirlerdi. sampiyon olamayacaklarini biliyorlar, 2. ligdeki sampiyonlugu saymazsan kupa görmemisler. Serie A sampiyonluklari yok tarihlerinde. Onlar Atalanta'nin pesinden yürüyorlar...
Küçük-neye göre!- takimlari sevmek büyük yürek istiyor her seferinde...
http://acetobalsamico.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-21 15:53:39
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:fe4c286379]EN iYi 10 GOL SEViNCi
[img:fe4c286379]http://bp0.blogger.com/_o3Pu7je179A/SCl0-Q4cdBI/AAAAAAAAD1Q/gOXfwGGLX60/s400/n560260311_889184_1414.jpg[/img:fe4c286379]
Daha önce bir çok yazida gol sevinçlerine degindik, Totti ve Robinho'nun bas parmaklarini agzina sokmalari, Henrik Larsson'un dilini çikarmasi ve Tevez'in emzigi, Fenerbahçe'nin yengeç dansi hakikaten tam bir rezalet. Futbolcunun karizmasini yerle bir eden sevinçler onlar. Sonra da bir kaç tane güzel gol sevincinden bahsettik. Dün de Gascoigne'in ingiliz basinina göndermesinden sonra bu isin de bir Top 10'unu derleyelim dedik. Asagida oradan buradan derledigimiz ve kendi görüslerimizi de kattigimiz en iyi 10 gol sevinci var. Bir futbolcunun geleneksel olarak yaptiklari da var, bir maçta anlik yaptigi da.
10-Alan Shearer: Shearer'la özdeslesmis bir gol sevinci. Herkes golden sonra elini kaldirabilir. Ama Shearer'in sag elini kaldirarak kosmasi, basit, kendisiyle özdeslesmis ve "Bay Gol"ü artik simgeleyen bir gol sevincidir. Nedense ondan sonra bu hareketi kim yapsa akla Alan Shearer geliyor. Euro 2000 yari finalinde Zidane Portekiz'e altin golü getiren penaltiyi attiktan sonra bu sevinci yaptiginda bile, "Zidane Shearer gibi sevindi" denmistir.
[img:fe4c286379]http://bp2.blogger.com/_o3Pu7je179A/SCl03w4cdAI/AAAAAAAAD1I/qmb54TbKICc/s400/_38306755_sava298.jpg[/img:fe4c286379]
9-Peter Crouch: Robot dansini anlatip bir anekdot belirttik daha önce. Crouch bu hareketi bir daha ancak büyük bir finalde gol atarsa yapacagini açikladi. Sevincin bu kadar güzel olmasinin sebebi 2 metrelik bir adama daha da yakismasi. Pinokyo dansediyor gibi görünüyor sevinç.
8-Robbie Fowler: Tamam artik televizyon ekraninda sigara içilmesinin bile hos karsilanmadigi bir dönemde Fowler resmen uyusturucu çekti kale çizgisinin üzerinden. Ama kabul edelim, "zafer sarhosu" denilen bir laf var ya, Fowler onu bir adim daha ileri götürüp "zafer uçmuslugu"na terfi ettirdi. Yaraticiligina kimse bir sey diyemez. Tabi bu onu 1999 yilinda Everton maçinda yaptigi bu hareketten ötürü 60.000 pound ve 4 maç cezadan kurtaramadi.
7-Tomas Brolin: Bu da tipiklesmis bir gol sevinci. 1994 deyince aklima ilk gelen görüntülerden birisi bugünlerin elektrik süpürgesi saticisi isveçli'nin kendi etrafinda, havada (neredeyse), sag elini havaya kaldirarak ve 360 derece dönerek klasiklestirdigi gol sevinci. Tüm dünya kupalari tarihinin en güzel gollerinden biri olan isveç'in 1994'te Romanya maçindaki free-kick organizasyonu bu sevinçle birlesince daha unutulmaz oluyor.
6-Craig Bellamy: 2007 sampiyonlar Ligi 2.turunda* Liverpool Nou Camp'te Barcelona karsisina çikar. Maçtan önce Galli hasari çocuk Bellamy'nin Liverpool'in Norveçlisi John Arne Riise'yi golf sopasi ile bir barda dövdügü söylenir. Maç günü eger Bellamy'nin gol atmasi halinde bunu hayali bir golf vurusu ile kutlayacagi üzerine 1'e 100 bahis oynanir. Bellamy kim oynadiysa o sahisi zengin yapar.
5-Hugo Sanchez: Çok takla atan var ama hiç biri Hugo Sanchez gibi olamaz. Meksika'nin Santiago Barnebau büyükelçisi futbol kariyerinden önce aldigi jimnastik egitimini tarihin en tipik gol sevinçlerinden birisi haline getirdi.
[img:fe4c286379]http://bp0.blogger.com/_o3Pu7je179A/SCl0fQ4cc-I/AAAAAAAAD04/2TsCYPAU8sc/s400/Klinsmann_280x390_376663a.jpg[/img:fe4c286379]
4-Jurgen Klinsmann: Bu gol sevincinin bende önemli bir yeri var. Jurgen Klinsmann Tottenham Hotspur'a geldiginde onun futbol sahalarinda kendini yere atmasiyla ünlü olmasi konusunda bir sürü haber yapilmisti. Alman oyuncu çiktigi ilk maçta Sheffield Wednesday'e harika bir gol atinca, gol sevincini kendini çimlere atarak kutladi ve medyaya büyük bir tokat patlatmis oldu.
3-Martin Palermo: Listenin domates güzeli bu aslinda. Bir oyuncu eger gol sevinci yasarken saha kenarindaki duvari devirip ayagini kiriyorsa, ben onu listeye alirim arkadas. Bir maçta 3 penalti kaçirdigi günden beri (o Kolombiya maçini canli izlemis birisi olarak konusursam son ikisini atmak için kendini parçalayan ve ikisini üstten disari atan) Martin Palermo'yu ekmek almaya bakkala bile göndermem. Zaten sevinci de yüzüne gözüne bulastirmis. Hakediyor yerini. Gerçi o maç penaltilara gitmis ve Villarreal Levante'yi eleyerek tur atlamisti. Penaltilarda hastanede olmasi Villarreal adina sans olmus.
[img:fe4c286379]http://bp3.blogger.com/_o3Pu7je179A/SCl1HA4cdCI/AAAAAAAAD1Y/1wsYBzpe4Vs/s400/tardelli_2.jpg[/img:fe4c286379]
2-Marco Tardelli: ilk iki sirada birisi kendini kaybeden, digeri de tam aksine istifini hiç bozmayan iki harika gol sevinci var. Marco Tardelli'nin 1982 Dünya Kupasi'nda Almanya'ya attigi golden sonra mahalle maçinda hayatinin ilk golünü atan çocuk gibi sevinmesini kim unutabilir. Bugün artik böyle gol sevinçleri pek göremiyoruz.
1-Eric Cantona: Daha önce de söylemistim Talisman'in 1996'da Sunderland maçindaki bu gol sevincinin üzerine bir sevinç gelmedi, tahminim gelmeyecek de. O yakanin kalkikligi, 2 kisiyi geçip verkaça girip enfes bir asirtmayla golü atan adam hiç o degilmis gibi sallamamasi, yüz ifadesi. Benzeri yok kim ne derse desin, 100 defa izlesem bikmam.
http://vliegendenederlander.blogspot.com/2008/05/en-iyi-10-gol-sevinci.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
anil_akalp
Site Admin
Kayıt: Aug 07, 2006
|
Tarih: 2008-11-21 15:58:27
Mesaj konusu:
|
|
|
http://amatorfutbol.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-27 10:38:41
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:5cbd9e4fcb]Sene basinda "maç ugurlari" ile ilgili bir yazi yazmistik. Hani meshur her taraftarin bazi hareketlerin maça gitmeden önce düzenli olarak yapilmasi, bir önceki maç kazanilmissa, gelecek maçta ayni davranislarin tekrarlanmasi (kapinin sol elle kapatilmasi, ayni otobüse binilmesi,ayni montun giyilmesi, stada ayni kapidan girilmesi, ayni büfeden yemek yenmesi gibi) veya maç içinde takim gol attigindaki halin maç sonuna kadar muhafaza edilmesi (bacak bacak üstüne atilmissa maç boyu öyle durulmasi, bira içiliyorsa maç boyunca içilmesi gibi) seklinde karsimiza çikan tavirlari.
Görünen o ki, bu iste tek master yapmis olanlar bizler degiliz. ingiltere'de finans kurumu MBNA (Maryland National Bank) tarafindan yapilan bir arastirmaya göre ülkedeki en az 2 milyon yetiskin futbol taraftarinin maç öncesi ugurlarina ve batil inançlarina sahip oldugunu ortaya çikardi. Örnegin taraftarlarin çogunun maç öncesi içtikleri bir sansli içkileri var. Üstelik bunu sol elle içerek ugur yapanlarin sayisi da bir hayli fazla. Arastirmaya göre takim içilen içkiye ragmen kaybetse dahi bu aliskanliktan vazgeçilmiyor ve ayni içkide israr ediliyor. Taraftarlarin çogunun bir sansli aksesuari var. Örnegin % 21 oraninda bir grup her maç ayni atkiyi takiyor. Her 10 kisiden 1 tanesi ayni hot dog arabasindan hot dog veya hamburger aliyor ve her 11 kisiden 1 tanesi ayni rotayla stada gidiyor.
Tabi uç noktalara giden de varç 2.000 kisi göz önüne alinarak yapilan bir ankette % 3 oranindaki taraftarlarin maç öncesi seks yapmanin uguruna inandiklari ortaya çikmis. Anketi 2.000.000 kisiye genislettiginizde 60.000 civarinda bir taraftarin maç öncesi seks yaptigini ortaya çikariyor bu. Tabi sadece taraftarlarin ugurlari yok. Futbolcularin da bu türde ilginç aliskanliklari var. John Terry her maça çikmadan ayni cd'yi dinliyor ve arabasini ayni yere parkediyor örnegin. sampiyonlar Ligi finalinde kaçirdigi penaltinin sebebi belki de Luzhniki Stadyumu'nda araba parkinin ugurunu kullanamamasidir. Asagida taraftarlarin yüzdelerine göre maç öncesi denedikleri ugurlardan olusan bir Top 10 var. Sizinkileri de alalim yorumlara
1. Maç öncesi ayni sansli içkiyi içmek (% 35)
2. sans getiren aksesuarlar, atki, çorap, sapka vb. (%21)
3. Ayni yemegi yeme ve ayni hot dog seyyar saticisina gitme (% 10)
4. Ayni rota ile stada gitmek (% 9)
5. Maçtan önce mutlaka bahis oynamak (% 4)
6. Maçtan önce seks yapmak (% 3)
7. Ayni park yerine arabayi park etmek (% 3)
8. Maçtan önce ayni tuvalet kabinine girmek (% 3)
9. Dua etmek (% 3)
10. Maç öncesi ayni müzigi dinlemek (% 2)
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-27 15:26:14
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:3eb594a130]Ankara Demirspor'un da mücadele ettigi TFF 3.Lig 4.Grup'ta bu haftasonu Gümüshanespor - Kastamonuspor maçi oynandi. Maça iliskin habere geçmeden önce su "Kastamonuspor"la ilgili daha önce blog'da yazdiklarimizi bir hatirlayalim;
1) Spordan Sorumlu Devlet Bakani Murat Basesgioglu'nun bir Kastamonuspor ilgisi mevcuttur.
2) Spordan Sorumlu Devlet Bakani Murat Basesgioglu'nun oglu Hakan, Kastamonuspor yöneticisidir.
3) Sezon basinda Gençlerbirligi altyapisinin önemli bir bölümü Kastamonuspor'a verilmistir.
4) Ankara'da oynanan Ankara Demirspor - Kastamonuspor maçi, bizzat bakanin katilimi-baskisi-gözetimi-denetimiyle gerçeklesmis, Ankara Demirspor 2 haksiz kirmizi kart ve yanli hakem kararlariyla resmen katledilmistir.
(Daha fazla detaya suradan ulasilabilir : http://demirgibiyiz.blogspot.com/2008/10/ankara-demirspor1-baesgiolu2.html)
Hah, iste bu Kastamonuspor'un, Gümüshane ile oynadigi maçta, Bakanimizin oglu Hakan, sahayi basiyor bu haftasonu! Radikal Gazetesi hakem raporundan alintilamis, aynen aktariyorum:
“57. dakikada 9 numarali futbolcuyu ihraç kararimdan sonra sahaya giren Hakan Basesgioglu, üzerime yürüyerek ’Bunun hesabini soracagim. Seni takip ettirecegim. Her adimina baktiracagim’ seklinde konusarak hakaret ve tehditlerde bulundu. Bunun üzerine polis ve güvenlik kuvvetleri marifetiyle sahanin disina çikartildi.”
Basesgioglugiller, mide bulandirmaya devam ediyor!
(Radikal'in haberi :http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetay&ArticleID=909996&Date=25.11.2008&CategoryID=77)
(Haberi bana yollayan Akhisarspor'un sembol ismi Sari'ya tesekkürler...)
http://demirgibiyiz.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-27 16:09:05
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:5361f7e1c9]
[img:5361f7e1c9]http://4.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SS2LXwEFCUI/AAAAAAAAERQ/m7aYAgu8nPE/s400/santos.jpg[/img:5361f7e1c9]
Takim sevgisinin bedeli nedir?
Bizler sevdalandigimiz renkler ugruna‚ her kosulda takimimizin yaninda olmaya çalisan taraftarlariz.
Her seyin‚ askin‚ sevdanin bile endüstrilestigi‚ paraya tahvil edildigi bu dünyadan‚ futbol camiasi da payini aliyor.
sifreli kanallara üye olan‚ yüksek fiyatli bilet politikalarina itiraz etmeyen‚ futbol takimini hafta sonu eglencesi olarak kabul eden bir "seyirci" profili‚
karsiliksiz‚ çikarsiz sevgiyi tribünlerde yasatmaya çalisan taraftarlarin yerine konulmaya çalisiyor.
Bugün endüstriyellesen futbol sektörünün hedef tahtasinda taraftar vardir.
Basta endüstriyel Bati ülkeleri olmak üzere her yerde taraftarlar‚ suçlu‚ çapulcu‚ düzen bozucu olarak yansitilmaya çalisiliyor.
Daha geçen hafta‚ sevdasinin pesinden maça giderken pompali tüfekle öldürülen Karsiyaka taraftari Özgür arkadasimizin ardindan atilan "taraftar terörü" yalanina cenazede bir araya gelen her renkten taraftar omuz omuza yanit verdi.
Dünyanin her yerinde endüstriyel futbolun bu pervasiz saldirisina direnen taraftarlar var.
Bunlardan biri de Marsilya taraftari‚ Ultras sözcülerinden arkadasimiz Santos Mirasierra.
Santos‚ ispanyada oynanan Atletico Madrid-Marsilya maçindan sonra tutuklandi ve su an 8 yil hapis istemiyle yargilaniyor.
Bütün kamera görüntüleri tam aksini gösterirken‚ Santos bir ispanyol polisini yaralamakla suçlaniyor.
Dünyanin tüm tribünlerinde yanki bulan Santosa özgürlük çagrisini biz de buradan bir kez daha haykiriyoruz.
Adi Santos olsun‚ Özgür olsun ne olursa olsun‚ biz taraftarlar‚ potansiyel suçlu‚ çapulcu muamelesi görmek istemiyoruz.
Bizim tek suçumuz sevdalandigimiz renklere çikarsiz‚ paha biçilmeyen sevdamiz.
Santosa özgürlük
Libert pour Santos
Libertad para Santos
Freedom for Santos
Vamos Bien
sükrü Saraçoglu Stadi'nda oynanan Fenerbahçe - Porto maçi öncesi toplanan bir grup taraftar mesale yaktiklari gerekçesiyle gözaltina alindi. Ellerinde mesaleler ve "Liberte Pour Santos" yazili pankartla sükrü Saraçoglu Stadi'nin girisine gelen grup, burada slogan atarak basin açiklamasi yapti.
ispanya Atletico Madrid - Marsilya maçi sirasinda çikan olaylar nedeniyle, 8 Ekim'de tutuklanan ve 8 yil hapis cezasiyla yargilanan Marsilya tribünlerinin amigosu Santos Mirasierra'ya destek amaciyla toplanan grup, bir basin açiklamasi yapti. Basin açiklamasinin ardindan "Santos'a özgürlük" anlamina gelen "Liberte Pour Santos" tisörtleri giyen gruptan 8 kisi, mesale yaktiklari gerekçesiyle gözaltina alindi. Yasanan gerginlik ardindan toplanan grup olaysiz bir sekilde dagildi.
http://arielortega.blogspot.com/2008/11/santosa-zgrlk.html
[quote:5361f7e1c9]Adi Santos Mirasierra... Santos, Marsilya tribünlerinin amigosu. Ve 8 Ekim'den beri ispanya'da tutuklu. Hem de elde karsi delil bulunmamasina ragmen, yasal olmayan bir sekilde.
Önce olayi anlatalim bilmeyenler için. A.Madrid - Marsilya maçi sirasinda tribünlerde ispanyol polisiyle Fransiz taraftarlar kabga ediyor. Yasanan olaylar sonrasi Ultras Marsilya'nin amigosu Santos tutuklaniyor. Santos'un tutukluluk hali devam ederken, Madrid'de görülecek dava öncesi savcilik 34 yasindaki ispanyol asilli Fransiz'a 8 yil hapis cezasi verilmesini talep ediyor.
Bu haber duyulur duyulmaz, Santos Mirasierra için Marsilya taraftari, futbolcusu ve diger tüm tribünler müthis bir birliktelik gösterdi. Marsilyali futbolcular maç öncesi isinmalarina üzerlerinde "Liberta Pour Santos" yani "Santos'a özgürlük" yazan tisörtlerle çiktilar. Rennes, Nice, Tenerife, Deportivo, Standart Liege, Sevilla tribünleri de Fransizca ve ispanyolca "Santos'a özgürlük" pankartlari asarak desteklerini veriyorlar.
[img:5361f7e1c9]http://4.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SSKl1QdqBVI/AAAAAAAAELo/QMbY0Z6hF5s/s400/n1044989332_30200552_2810.jpg[/img:5361f7e1c9]
En son çikarildigi mahkemeye videolar sunuldu, ispanyol polisin iddia ettigi gibi Santos`un koltuk atmadigi, aksine atilan koltuklarin polise gelmesini önlerken çekilmis olan görüntülerdi bunlar. Ama bir ise yaramadi ne yazik ki. Ayrica kendisine gelen destek mektuplarini engellemek için Santos'un tutuklu bulundugu hapishaneyi degistirdiler bir de.
Bu konu hakkinda bir iddia daha var ayrica. Bu iddiaya göre, Ultras Marseille`in Rayo Vallecano`nun tribün grubu Bukaneros ile kardes grup olmalari için uzun süredir ugras veriyormus Santos, ve bütün bu olan bitenden haberdar olan ispanyol polisi tarafindan ülkeye giris yapmasi dört gözle bekleniyormus. Tribün gruplari üzerinde kontrolü ele geçirmeye çalisan ispanyol polisi (ki bu ilginçtir ki, bize izmir polisini hatirlatiyor) bu Ultras kardesliginden rahatsiz olunca, A.Madrid maçi da firsat dogurmus oldu onlara bi' nevi. Zaten maçta çikan olaylari inceleyince garip bir durum oldugu ortaya çikiyor. Olaylar polisin Marsilya tribünlerine ait pankartlari herhangi bir gerekçe göstermeden toplamasiyla baslamis, dogal olarak karsi koyulmus ve arbedeye dönüsmüs mesele. Polisin bu oyunu tutunca, tribünün önde gelen adamlarindan Santos`un da taninmasi ve yakalanmasi zor olmamis haliyle.
Hadise sadece bunlardan ibaret degil tabii ki. 4 Bukaneros üyesi Santos`u hapishanede ziyarete gidiyorlar, ama ne hikmetse geri çevriliyorlar. Daha sonra o maçta olduklarini ve Santos'un herhangi bir olaya karismadigini, lehte ifade vermek istediklerini belirtiyorlar. Bunun üzerine polisin tehditkar cümlelerini isitiyorlar. Devam ederseniz sizi de içeri atariz mesajini alip, geri dönmek zorunda kaliyorlar.
Ve yine çok ilginçtir ki kendi vatandasina yapilan bu hareketi iplemeyen bir Fransiz hükümeti var. Asagi yukari Avrupa'daki tüm tribünler bu olaya tepki göstermekte. ispanya'daki kuruluslar da harekete geçmis durumda. Ama ne hikmetse Fransiz hükümeti sessiz kaliyor.
Santos'la ilgili bir ayrintidan da bahsetmek gerek. Yani hadisenin bize bakan bir yönü oldugunu göstermek anlaminda. inönü'ye gelen Santos deplasman tribününde Fenerbahçe atkisi açacak derecede siki bir dostumuz da sayilir. Bu sebeple biz de tepkimizi iki kat daha fazla göstermeliyiz
Velhasil kelam daha önce hiçbir tribün olayina karismamis, hatta sabikasi dahi olmayan bir tribün adami, ne acidir ki 8 yil (4+4) hapis cezasiyla karsi karsiya.. Sorulacak soru su; takim sevgisinin bedeli bu mudur?
"Santos'a Özgürlük" pankartlari;
[img:5361f7e1c9]http://4.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SSKlDUFydXI/AAAAAAAAELY/e0XrPApFpgk/s400/n1044989332_30224774_7198.jpg[/img:5361f7e1c9]
[img:5361f7e1c9]http://1.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SSKk5tqezGI/AAAAAAAAELQ/aGZTwSTXJZc/s400/n1044989332_30224776_7639.jpg[/img:5361f7e1c9]
[img:5361f7e1c9]http://4.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SSKkt9KgKUI/AAAAAAAAELI/wKjP6jVgSxM/s400/n1044989332_30213083_1035.jpg[/img:5361f7e1c9]
[img:5361f7e1c9]http://1.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SSKkXYxTN-I/AAAAAAAAEK4/7uv5tzsZP6E/s400/n1044989332_30207896_5701.jpg[/img:5361f7e1c9]
[img:5361f7e1c9]http://3.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SSKkPl68vvI/AAAAAAAAEKw/ioe4aNcfzg0/s400/n1044989332_30205496_9283.jpg[/img:5361f7e1c9]
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-28 10:57:03
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:a32f0934b2][img:a32f0934b2]http://3.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/SS60OotIpvI/AAAAAAAAMgk/23L541OAPvo/s400/4535.jpg[/img:a32f0934b2]
Camp Nou'da Real Madrid'li Figo'ya atilan domuz kafasi
[img:a32f0934b2]http://1.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/SS6z5AB4xdI/AAAAAAAAMgc/rpJJgE3GiWg/s400/3432.jpg[/img:a32f0934b2]
Real Madrid-Bayern Munih maçinda Jean Marie Pfaff'a atilan demir çubuk/1987
[img:a32f0934b2]http://1.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/SS6zmRgz3vI/AAAAAAAAMgU/OfCDK8LVSH8/s400/3234.jpg[/img:a32f0934b2]
sampiyonlar Ligi'nde Milan-Inter. Dida'ya isabet eden mesale
[img:a32f0934b2]http://3.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/SS6zSx5_WBI/AAAAAAAAMgM/SuUh4QZ2_fY/s400/453.jpg[/img:a32f0934b2]
/2005Hamburg-W.Bremen maçinda Baumann'a isabet eden cep telefonu
[img:a32f0934b2]http://1.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/SS6zCXqneCI/AAAAAAAAMgE/OfhT5tKt3qw/s400/766.jpg[/img:a32f0934b2]
Freiburg-Bayern Munih maçinda Oliver Kahn'in kafasina gol topu /2000
http://acetobalsamico.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-11-28 11:04:43
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:97a84442b3]Geçenlerde blogdan "Mesin Yuvarlagin Beyazperde Serüveni"ne dair bir arastirma yapiyorum, diye yazmistim. Bitirebilirsem buraya da tasirim hatta demistim. Gel gelelim bu kadar ugrastirici bir sey olacagini tahmin etmemistim.
Bu alanda yapilmis esasli bir çalisma var aslinda.. "Futbol ve Sinema" kitabinin yazari Tunca Arslan, 150 yerli ve yabanci filmden bahsetmis eserinde. Biz tabii ki, onun gibi uzun uzun anlatmakla ugrasmayacagiz burada, isin içinden çikamayiz zira. Daha ciddi bir arastirmayi okumak isteyenlere elbette ki onun yazdigi kitabi öneriyoruz. Bense daha çok netten arastirdigim, mümkün mertebe aklima gelen filmler üzerine bu yaziyi yazdim. Fazla detaya girmeden, kisa cümlelerle anlattik eserleri. Yoksa dedigim gibi, isin içinden çikmak çok zor olurdu. Blogdaki mail adresinden tarafima ulasip, film önerisinden bulunan herkese tesekkür ediyorum firsattan istifade.. Arada atladigim, sizlerin çok önemsedigi filmler vardir bizim yazmayi unuttugumuz..Onlar için de kusurumuz affola diyorum..
Ayriyeten bu yazinin askerlik sebebiyle ara vermek zorunda oldugum blog yazarligi hayatimin sondan bir önceki yazisi olmasi için herhangi bir düsüncem olmamisti, ama öyle denk geldi..Bu da ilginç oldu benim açimdan..
Elimizden geldikçe, dilimiz döndükçe bahsetmeye çalistik filmlerden iste.. Daha önce Uçan Hollandali da bazi filmlerden bahsetmisti blogunda. O yazidan da feyz aldigimizi belirtelim..
Filmleri herhangi bir kronolojik siralamaya tabii tutmadan, kafamiza estigi sekilde listeledik. Bunu da söylemis olayim.
***
Filmlerden bahsetmeye baslamadan önce, futbol ve sinemaya dair hos lakirdilar eden bazi ünlü isimlere söz vermek lazim.. Noktasina virgülüne dokunmadan tabii..
Ümit Efekan: "Futbol yasamdaki o kadar çok seyle bagdasiyor ki.."
Serdar Akar: "Futbolun arkasinda olan olaylari, siyasi destekleri, çözebilirsiniz ama sahadaki futbolun verdigi seyir zevkini çözemezsiniz".
Memduh Ün: "Sinema mi, futbol mu? Her seye ragmen futbol".
Tunca Arslan: "insanoglunun yeryüzü yolculugundaki tüm güçlü duygulari beyazperdede ya da yesil sahalarda yasanabilir. Büyük acilar, sevinçler, ihanet, korku, kaygi, mutluluk, güven, intikam, öfke, ask pismanlik, yalnizlik... Yasam denen oyunu kavramak için müthis ikili.."
[img:97a84442b3]http://3.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SS7nmWCFOPI/AAAAAAAAESI/V8GCKqdRxfc/s400/Green+street+hooligans.jpg[/img:97a84442b3]
Green Street Hooligans: (Yönetmen: Lexi Alender) ilk filmde biraz iltimas geçtim. itiraf edeyim bunu. En uzun uzun anlattigim film bu olacak sanirim. Bendeki yeri çok ayridir bu filmin.
Futbol filmleri dedik ama bu film daha çok taraftarlik, ve tribüncülük mefhumu üzerine.
Film, bayan bir yönetmen futbolu ve tribünü nasil bu kadar iyi islemis sorusunu sordurtuyor adama önce. Hobbitliginden tanidigimiz Elijah Wood var filmde, ve yine tanidik bir isim olan Claire Forlani.
Elijah Wood bu filmde Amerika'daki okulundan sutlanmis (suçsuz oldugu halde) ve ablasinin yanina, ingiltere'ye gelen oglan kardesi oynamaktadir. Futbol hakkinda bir sey bilmemektedir. Sirf bununla kalsa iyi, bir de futbol kelimesi yerine, her Amerikalinin yaptigi gibi "soccer" lafzini tercih etmektedir ki, bu durum ingiltere'de tanistigi kitlenin hiç hosuna gitmez.
Yumusak basli bir karakter olan elemanimiz kendini bir anda West ham United'in taraftar grubu olan GSE'nin (Green Street Elite) içinde bulur. Taraftar grubuyla maça gitmeye, deplasman yapmaya ve siddete meyletmeye baslar.
Onun bu halleri, insanin içinde biriken ve kisinin otokontrolü sayesinde gizleyebildigi siddet egilimini, ortama göre disa vurabilecegini ve tabir-i caizse holigan olabilecegini gösterir.
Film boyunca güzel marslar dinleyebilir, kullanilan aksani yer yer anlayamadiginiz için kafayi yiyebilirsiniz. West Ham-Millwall rekabetine farkli bir açidan bakmayi becermis olan bu filmi, ne yapip edip izlemelisiniz diyelim.. Ve mümkünse orjinal dilinde izleyin. Dublaj rezaletine katlanmayin..
sunu da söylemekte fayda görüyorum; bu filmin, benim gibi manyak bünyelerde bazen asiri derecede gaza gelme, eller cepte, fermuar çeneye kadar çekili vaziyette dolasma gibi egzantrik tribüncü vaziyetlerine bürünmek gibi yan etkileri var. Söylemedi demeyin sonrandan..
Fever Pitch: (Yönetmen: David Evans) Ünlü yazar Nick Hornby'nin eserinden uyarlanan bir filmdir. Hayatim futbol diyen herkesin izlemesi tavsiye edilir.
El Portero: (Yönetmen: Gonzalo Suarez) Türkçesi kaleci. Carmelo Gomez oynuyor. Vasatin altinda bir filmdir.
Bloomfield: (Yönetmen: Richard Haris) Kariyerinin sonuna gelmis bir futbolcunun hikayesi..
Bend it Like Beckham: (Yönetmen: Gurinder Chadha) Aklimda daha çok Keira Knightley'nin oynadigi film olarak kalacaktir bu film. Hayatimin Çalimi adiyla gösterime girmistir ülkemizde.
My Name is Joe: (Yönetmen: Ken Loach) Bu filmle ilgili en güzel yorumu Uçan Hollandali blogunda yapmisti. Ondan esinlenmis gibi olacagim ama hakkaten de sadece giris sahnesi için bile izlenir bu film diyeyim.
Best: (Yönetmen: Mary McGuckian) Sadece George Best demek yeterlidir herhalde.
Two Half Times In Hell: (Yönetmen: Zoltan Fabri) Pele'nin oynadigi Zafere Kaçis filmi, bu filmin yeniden yapimidir..
[img:97a84442b3]http://1.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SS7xQrJCX2I/AAAAAAAAESY/I0cf6390ie4/s400/FilmTacsizKral.jpg[/img:97a84442b3]
Taçsiz Kral: (Yönetmen:Atif Yilmaz) Unutulmaz futbolcu Metin Oktay'in filmi. Bu filmde Gönül Yazar, Ajda Pekkan gibi ünlü isimlerin yer almasini yönetmene mi, yoksa Metin Oktay efsanesine mi borçluyuz..bilemeyecegim..
Futboliye: (Yönetmen: Osman Seden) Filmi bilmeyen yoktur herhalde. Osman Seden garip bir yönetmendir. Yönettigi her filmde en az birkaç saniye göründügü roller verir kendi kendine. Aklima gelmisken, bunu da söyleyeyim dedim..
There's Only One Jimmy Grimble: (Yönetmen: John Hay) John Hay imzali bir film. Sihirli Kramponlar adiyla ararsaniz, daha kolay bulursunuz.
HillsBorough: (Yönetmen: Charles McDougall)Liverpool-Nottingham Forest F.A. Cup yari final maçinda meydana gelen ve 95 kisinin ezilerek öldügü faciayi ele alan filmdir.
Shaolin Soccer: (Yönetmen: Stephen Chow) Hemen hemen herkese "Tsubasa"yi hatirlatan bu filmi gülmek için izleyebilirsiniz elbette.
[img:97a84442b3]http://2.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SS7zvuoD6FI/AAAAAAAAESg/H71WlB3GlnU/s400/%5B4%5D2562008132056_6672.jpg[/img:97a84442b3]
The Football Factory: (Yönetmen:Nick Love) Yine bir tribün filmi. Meraklisinin kaçirmamasi gerekir. Green Street Hooligans filmiyle kiyaslanir hep..ama bence gerek yoktur. ikisi de çok güzel filmlerdir. Kadiköy'de oynanan bir Galatasaray derbisi için ülkemize gelen, belgesel çeken ve Fenerbahçe tribünün misafir olan Danny Dyer filmin basrollerinden biridir. Bi de Tamer Hassan vakasi vardir tabii bu filmde.
Purely Better: (Yönetmen: Mark Herman) "Bundan iyisi Can Sagligi" adiyla çevrilmis bu film, Alan Shearer için izlense kâfidir ( bu da Uçan Hollandali'dan aparilma bir yorum oldu, ama güzel demis vesselam)
Victory: (Yönetmen: John Huston) Yazinin girizgahinda afisi olan film. Bu film Türkçe'ye neden "Zafere Kaçis" olarak çevrilmis derseniz, o da filmin Birlesik Krallik topraklarinda "Escape To Victory" ismiyle sunulmasindan kaynaklanmakta.. Pele arz-i endam ediyor filmde bildiginiz üzere.. ve tabii ki Slyvester Stallone (italyan Aygiri) ile Michael Caine abimiz de basrollerde..
Mean Machine: (Yönetmen: barry Skolnick) Türkçe'ye "Siradisi Saniklar" tercümesiyle el sallayan bu film neden izlenir? Vinnie Jones vardir.. Bi de Guy Ritchie de yapimci listesinden bize göz kirpmaktadir.
The Match: (Yönetmen: Mick Davis) 1999 yapimi bu film romantik komedi dedigimiz türden. Konusu ise söyle; iki iskoç bar takimi kendi aralarinda bir maç yaparlar..kazanan diger takimin barini alacaktir.
Historias de fútbol: (Yönetmen: Andres Wood) 1997 yapimi olan bu filmin konusu içinde futbol geçen üç ayri hikayeden olusur.
Hotshot: (Yönetmen: Rick King) Konu basit.. Amerikali bir futbolcu Pele gibi olmaya çalismaktadir.
Dar Alanda Kisa Paslasmalar: (Yönetmen Serdar Akar) Filmi anlatmaya gerek var mi? "Hayat futbola fena halde benzer.."
Go Now: (Yönetmen: Michael Winterbottom) Asik oldugu kadinla birlikte yasayan, bir iskoç futbolcu ciddi bir hastaliga yakalanmistir. Bu hastalik onun hem futbolunu hem de ask hayatini etkilkeyecektir.. dann... (hep böyle film tanitim yazilari yazmak istemisimdir..güzel oldu mu?)
Phörpa: (Yönetmen: Khyentse Norbu) 1999 yapimi olan bu film, Tibetli rahipler ve futbol konusunu isliyor.
[img:97a84442b3]http://4.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SS8n3QrhIhI/AAAAAAAAETY/U1FD-iD0BhE/s400/gol+kral%C4%B1.jpg[/img:97a84442b3]
Gol Krali: (Yönetmen: Kartal Tibet) Uçan Hollandali filmin izlenmesi için gerekli olan sebepleri sayarken söyle demisti, "Birincisinde, kornerde defans oyuncusu nasil itinayla ekarte edilir, ikincisinde; üst direge oturularak nasil auta giden top kurtarilir ögrenebilmek için."
Dogru söze ne denir? Kemal Sunal'in takim degistirirken verdigi demeçler unutulmaz..
Ya ya ya sa sa sa: (Yönetmen: Ümit Efekan) ilyas Salman'in nadir sevdigim filmlerindendir.. Bir Kapici çocugunun Fenerbahçe'de futbolculuga kadar yükselen çizgisinin, birden dibe vurusunu çok güzel resmeder..Andadolu'dan istanbul'a büyük ümitlerle gelen, ama bir sey veremeden gerisin geriye dönen her topçu bize bu filmi hatirlatir..
Gmar Gavi'a: (Yönetmen: Eran Riklis) Film, israilli bir askerle tutsak aldigi Lübnanlilar arasinda futbol sayesinde kurulan gönül köprüsünü konu aliyor.
Die Angst Des Tormanns Beim Elfmeter: (Yönetmen: Wim Wenders) Oldukça garip bir filmdir. Bir yerlerden temin edin ve kesinlikle izleyin. Peter Handke'nin eserinden uyarlamadir..
The Fix: (Yönetmen: Paul Greengrass) 60’li yillarin basinda Sheffield Wednesday’li oyuncularin karistigi sike skandalini konu alan bir TV filmidir.
Goal: (Yönetmen: Danny Cannon) Santiago Munez isimli kahramanimizin hikayesini bilmeyen yoktur herhalde.. Zidane, Beckham, Raul gibi isimler var filmde.
Goal II: Living the Dream: (Yönetmen: Jaume Collet-Sera) Santiago Munez'in hikayesini izlemeye devam. Santiago ingiltere'den ispanya'ya gelir bu filmde..
Gregory's Girl: (Yönetmen: Bill Forsyth) Filmin oyuncularindan Dee Hepburn'ün futbol yeteneklerini gelistirmek için Patrick Thistle futbol takimiyla antremanlara çiktigini biliyor muydunuz?
Ha-Shehuna Shelanu: (Yönetmen: Uri Zohar) Zohar'in filminin konusu, ergenlige girmis gençlerin tutucu aileleri, yozlasmis klüp baskanlariyla alakali.. (itiraf ediyorum, bu filmi izlemedim..arkadas tavsiyesiyle yazdim listeye)
The Arsenal Stadium Mystery: (Yönetmen: Thorold Dickinson) 1940 yapimi bu film. izleyeni çikmadi aramizda.. Sadece adini biliyoruz, bir de konusunu.. Truvalilar adinda amatör bir takimin yildiz oyuncusu Arsenal ile evsizlere yardim amaçli yapilan maçta aniden yere yigilip hayatini kaybeder. Cinayeti çözmek için görevlendirilen müfettis Slade önce Arsenal stadinin sirrini ögrenmelidir.
Manchester United Ruined My Life: (Yönetmen: Mark Brozel) Bosu bosuna Imdb'ye bakmayin. Bulamazsiniz orada bu filmi.. ismi bi nevi "gençligimin katilisin" hikayesidir izlenimi uyandirsa da, konusu 1950'lerin Manchester'inda yasayan bir Yahudi çocugun yasadiklarini anlatir.. Bol bol futbol sosu var tabii filmde..
Cup Fever: (Yönetmen: David Bracknell) Futbolun besigi ingiltere olunca, futbol filmlerinin konusu da agirlikli olarak ingiliz futbol oluyor.. Bu çocuk filminde Busby, Best ve Charlton gibi ingiliz futbolunun ünlü simalari var.
Dias de Futbol: (Yönetmen: David Serrano) Hos bir komedidir.. Konusu, eski bir mahkumun rehabilitasyon amaciyla yerel ligde oynayan bir takima katilmasidir.
The Game of Their Lives: (Yönetmen: David Anspaugh) 1950 Dünya Kupasi’nda ingiltere’yi 1-0 yenen ABD ulusal takiminin hikayesini ele aliyor.. Özenmemek mümkün degil bu arada.. Biz gol dahi atamadik ingilizlere..
Hooligans - Kato ta heria ap' ta niata! : (Yönetmen: Kostas Karagiannis) Komsudan bir çalisma.. Konusu, holigan bir genç karistigi bir kavgada belkemigini kirmistir. Olayi arastiran babasi neo-fasist bir grubun futbolu kullanarak ülke yönetimin ele geçirmeye çalistiklarini farkeder.
Fimpen: (Yönetmen: Bo Widerberg) Biraz da Kuzeylilerden bahsetmek lazim. Futbolu çok seven, ve ulusal takima maskot seçilen bir çocugun hikayesi. Filmde gerçek futbolcular var ayrica..
Íslenski draumurinn: (Yönetmen: Robert I. Duoglas) Bu kez bir izlanda filmi..hayatim futbol diyenlerin hikayesi.. Futbol tuttkunu bir isadaminin gerçeklikle baglarini yitirmesi konusu isleniyor..
il Presidente del Borgorosso Football Club: (Yönetmen: Luigi Filippo D'Amico) italyan isi komedi..
Joyeux Noël: (Yönetmen: Christian Carion) Futbolun her kosulda oynanabilecegini gösteren bir Fransiz filmi.. 1914 yilinda Noel zamani yasanan kisa süreli ateskesi konu alan filmde cephede oynanan futbol maçlari var..
O Leao da Estrela: (Yönetmen: Arthur Duarte) 1947 yapimi olan bu filmi izleyemedik ama konusu ilgimizi çekti valla.. Fanatik Sporting Lizbon taraftari olan bir aile kizlarinin dügünü için kuzeye, fanatik Porto taraftari olan damadin ailesini ziyarete giderler. Bize de bir yerlerden bu filmi bulmak ve izlemek düser..
Ask Tutulmasi: (Yönetmen: Murat seker) Fanatik Fenerbahçeli bir yönetmenin yönettigi, ve yine fanatik Fenerbahçeli bir basrol oyuncusunun oynadigi (Tolgahan Sayisman), ve hala sinemalarda gösterilen bir filmdir bu malumunuz.. Fenerbahçeli olmaniza gerek yok.. Güzel bir romantik komedi izlemek isteyenler, ve futbolu hayatinda önemli bir yere koyanlar kesinlikle izlemeli..
"Seni Fenerbahçe gibi sevdim, karsiliksiz ve çikarsiz.."
Offside: (Yönetmen: Jafar Panahi) iran’da kadinlarin Bahreyn ile oynanacak olan Dünya Kupasi eleme maçini izlemek için kanunla girdikleri mücadeleyi konu alan bir komedi filmi..
Régi Idök Focija: (Yönetmen: Pal Sandor) Yine öneri üzerine listeye aldigimiz bir film.. Takimi için her seyini feda etmeye hazir bir taraftarin portresini anlatan bir Macar filmi..
Vratar: (Yönetmen: Semyon Timoschenko) 1936 yapimli bu filmde, Grigori Pluzhnik sokakta meyve satarken arabasindan düsen bir karpuzu yakalar ve bunu gören SSCB ulusal takimi teknik direktörü tarafindan takimin kalesine geçirilir. ilk maçinda bir Bask takimina karsi oynayacaktir. (nedense filmin konusu pek tanidik geldi..)
Das Wunder von Bern: (Yönetmen: Sönke Wortmann) II. Dünya Savasi’dan SSCB sinirlari içinde unutulan bir baba, Almanya ulusal takimi 1954 zaferini yasarken ülkesine geri döner. Kaçirilmamasi gereken, izlenilesi bir film daha.. (tabii benim gibi altyazisiz izlemeyin, ikinci kez izleme derdiyle ugrasmayin)
She's The Man: (Andy Fickman) Türkçe'ye "Seksi Futbolcu" diye çevrilmisti sanirim.. Erkek kiligina giren, ve kendini futbol yetenegiyle erkeklere kanitlama derdine düsen bir kizcagizin hikayesi..
Det Forbudte Landshold: (Yönetmen: Rasmus Dinesen) Biraz da belgesel niteligindeki çalismalardan bahsedelim.. Tibet’in ilk “uluslararasi” müsabakasini (Grönland’a karsi) konu alan politik bir belgesel.
Beyond the Promised Land: (Yönetmen:Bob Potter) Yine bir M.United filmi.. Üçlemenin bir parçasi.. Roy Keane'in sayko halleri için izlenebilir..
Maradona by Kusturica: (Yönetmen: Emir Kusturica) Basarili bir yönetmenden, dünyanin gelmis geçmis en büyük futbolcusuyla ilgili bir belgesel..
Zidane, Un Portrait du 21e Siècle: (Yönetmen: Douglas Gordon ve Philippe Parreno) Dünyanin gelmis geçmis en iyi futbolcularindan olan Zidane'la ilgili bir belgesel filmdir, adindan da anlasilacaga üzere.. Real Madrid ve Villareal takimlari arasinda oynanan maçta tüm kameralar sadece Zidane’i takip eder.. Kaçirilmamasi gereken bir çalisma..
Eski Açik Sari Desene: (Yönetmen: Ömer Ali Kazma) Galatasaray futbol takiminin yer aldigi bir belgesel film..
Asi Ruh Çarsi: (Yönetmen: Ersin Kana) Adindan da anlasilacagi üzere Çarsi grubunu anlatiyor..
The Other Final: (Yönetmen: Johan Kramer) Dünya siralamasinin en alt sirasindaki iki takimi olan Butan ve Montserrat, 2002 Dünya Kupasi finali oynanirken karsilasirlar ve bu da filmin konusu olur..
Real, La Película: (Yönetmen: Borja Manso, Eloy Gonzalez ve Goyo Villasevil) Real Madrid'in 100.yil filmi..
[img:97a84442b3]http://3.bp.blogspot.com/_1U7QTd6LqMI/SS8sGdRwiDI/AAAAAAAAETo/LeQRApk-r6M/s400/takim-boyle-tutulur.jpg[/img:97a84442b3]
Takim Böyle Tutulur: (Yönetmen:Paul Okan ve Andreas Treske) Biraz da tuttugum takimla ilgili çalismalardan bahsedeyim..Fenerbahçe taraftarlarinin tutkusunu anlatmaya çalismis bir filmdir bu.. Kisisel fikrim vasat bir çalisma oldugu yönünde..yine de futbol ve tribün konulu bir çalisma oldugu için emegi geçenlere tesekkür etmek lazim..
Kurulustan Kurtulusa Fenerbahçe: (Yönetmen: Tolga Örnek) Fenerbahçe Spor Kulübü` nün 1907 - 1923 yillari arasindaki tarihini inceleyen ve kulüp sevgisinin vatan sevgisiyle örtüstügü döneme isik tutan bir belgesel filmi.
Bahçedeki Fener: (Yönetmen:Can Dündar) Can Dündar imzali bir çalisma, bir de Fenerbahçe hakkinda.. Daha ne isteyebilirsiniz ki?
Fenerbahçe Bir Tutkunun Tarihi: (Mehmet Çelebi) “Bir Tutkunun Tarihi”, Fenerbahçe Spor Kulübü’nün ilklerini, dönüm noktalarini, zor günlerini, zaferlerini, kisacasi acisiyla, tatlisiyla 100 yillik tarihini anlatmaktadir. Her Fenerbahçelinin arsivinde mutlak bulunmasi gereken bir eser..
Yazinin baslarinda da belirttigim gibi, unuttugum filmler, çalismalar olmustur..Bu bakimdan kusurumuz affola diyorum.. Sürekli ihtiyaç duyulan/duydugumuz "futbolla ilgili filmler" konusuyla ilgili bir rehber olmasini ümit ettigim bir arastirma yazisi oldu.. Birçok kaynaktan faydalandik.. Hem onlara, hem de mail gönderip "su filmden de bahseder misin?" diyen tüm dostlara tesekkür ederim..
http://arielortega.blogspot.com/2008/11/mein-yuvarlakn-beyazperdedeki-tezahr.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
seyhun_akar
Site Admin
Kayıt: Mar 16, 2003
|
Tarih: 2008-11-28 11:40:04
Mesaj konusu:
|
|
|
http://www.redeplase.blogspot.com/
bi canlandiramadik sunu :)
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
onurnazliaka
Site Admin
Kayıt: Non 0, 0000
|
Tarih: 2008-11-29 23:04:38
Mesaj konusu:
|
|
|
Buyrun!Size uzun ve güzel bir yazi...
_________________________________________________________________
[size=18:e702b94983][color=red:e702b94983]Üç Deplasman Macerasi:Blackburn,Lizbon,Parma[/color:e702b94983][/size:e702b94983]
Ankaraliyim. Gençlerbirlikliyim. Hatiri sayilir bir süredir yurtdisinda yasiyorum. Haliyle tribüne devam edemiyorum. Ancak yaz sonlari Ankara’daysam. O da sezon baslarinda birkaç maç… Sizi temin ederim, çok zor zanaat. Ankara’dan ayrildiktan sonra haftasonlari radyodan maç dinlemeye basladim. Böyle bir aliskanligim yoktu oysa. Çocuklugumda kalmis, unutulmus bir is bu radyodan maç dinleme hali. istanbul’da otururduk. Besiktas’da, mahallenin berberinde dinlenirdi maçlar. Gençler olmazdi hiç dükkanda. Sadece yaslilar ve benim gibi çocuklar. Tüm bunlari buraya geldikten sonra hatirladim. Fakat tribüne devam edemememe ragmen, bu sezon taraftarlik hayatimin en mutlu sezonu. (Bundan bir evvelki, 1994-1995 sezonuydu.) Zira bu sezon tam 3 (yaziyla, üç!) yurtdisi deplasmaninda tribündeydim. Bir beraberlik, iki galibiyet! UEFA Kupa Finali’nin oynanacagi 19 Mayis’a dek 3 deplasmana daha gitmeyi umut ediyorum. Ne de olsa final maçi tarafsiz sahada, iki takim için de deplasman sayilmaz. 3 deplasman daha! Neden olmasin? Ersun Yanal söylemisti: UEFA Kupasi’ni almak, Türkiye Birinci Ligi’nde sampiyon olmaktan daha kolay. Hepi topu 7 takimi maglup etmeniz lazim. Fakat simdi yolun tam ortasindayken bundan önceki deplasmanlari yazmali. Evvela, Ankara haricinde ikamet edip taraftar olmak ne demek, bununla baslayayim.
Diasporada Taraftarlik
Hollanda’ya gelip de buranin profesyonel liglerde oynayan bir takimi dahi olmayan Leiden’da sudan çikmis baliga dönünce, evvela güçlü bir radyo almayi düsünmüstüm. (Küçük bir ara notu: Leiden’in profesyonel olmasa da ciddi bir takimi var esasen: ASC, yani Ajax Sportman Combinatie. Leiden’in 1892′de müesses kriket ve futbol kulübü. Renkleri de güzel: Kirmizi-siyah! simdi amatör ligdeler belki, fakat Hollanda’nin asil Ajax’i, Amsterdam Ajax’a isim hakkini veren kulüp, bu kulüp. Nadiren de olsa maçlarini seyrettigim ASC’nin hikayesini baska bir yazida anlatayim.) Sonra farkettim ki TRT internet üzerinden naklen yayin yapiyor. Teknolojinin gözünü seveyim… Haftasonu mesailerim sabitlendi böylece. Bir, bizim maçin oynandigi gün internet baglantisi için ofise gidilecek; iki, pazar aksamlari TRT-Int’te de yayinlanan Spor Stüdyosu vakti geldiginde mutlaka evde olunacak. (Küçük bir ara notu daha: Evvelki pazar aksami [22 subat] televizyonu açip da Spor Stüdyosu’nda yillardan beri görmeye alistigim, her hafta sabirsizlikla bekledigim Levent Özçelik-Zeki Çol-Ömer Üründül üçlüsünü ekranda göremeyince felaket keyfim kaçti. Evvela anlamadim vaziyeti. Neden sonra akil edip TRT haber dairesine dösendim elektirikli mektubumu: Futbol seyircisi sizin nazarinizda pasif alicilardan mi ibarettir? Türkiye’nin en muteber futbol programlarindan birisinin içerigini durduk yere nasil bastan asagi degistirebilirsiniz? Hincal Uluç, ben Parma deplasmandayken, gazetedeki kösesinde, programin Zeki Çol’un Futbol Federasyonu’nu elestiren yazisina kurban gittigine deginmis laf arasinda. Döndükten sonra okuyorum.)
Bunun haricinde, Dijitürk Euro abonesi bir kahvehanemiz var Leiden’da: Osmanli. Fakat müdavimleri, neden bilmem, Köylü diye bahsediyorlar buradan. Çogu Fenerbahçe ya da Trabzonspor taraftari. Bizim maçlari Köylü’de seyrediyorum. ilk baslarda biraz zor oldu gerçi: Tamam Gençlerbirliklisin de, ilk takimin ne? Kardesim, ne demek ilk takimin ne? Gençlerbirlikliyim diyorum ya iste! Ama gönülbagim olan bir ikinci takim daha soruyorsan, söyleyeyim! Göztepe!.. Neyse, alistilar zaman içinde. simdi takip bile ediyorlar. Ben Lizbon deplasmanindan döndükten sonra sordular: Gazetede resmin çikti, gördün mü? Kaçirdigim bir sey olursa, Ankara’daki arkadaslar sagolsunlar, mutlaka Gençlerbirligi Taraftarlar Dernegi’nin resmi web sitesi Alkaralar‘a yansiyor. Okudugum en güzel tarih kitabinin yazari arkadasim Tanil Bora, kulüp dergisi Gençlerbirligi çiktikça birer kopya gönderiyor; ayrica takimla ilgili gelismeleri düzenli olarak yazip bildiriyor. Eh, daha ne olsun?..
Bu fasli bu enfes tarih kitabi nedir, söylemeden geçmeyeyim: Ankara Rüzgâri: Gençlerbirligi Tarihi (Ankara, 2003). Hos üstüne çok yazildi, çizildi; kitabin methini duymayan kalmamistir. En son ben Parma deplasmanindayken Dogan Hizlan yazip methetti. Gene de bu kitabi sadece taraftarlara -bir tek Gençlerbirlikliler’den de bahsetmiyorum ayrica, her renkten tüm taraftarlara- ve futbolseverlere degil, tarihe, tarihyazimina alaka duyan herkese siddetle tavsiye edip gönül borcumu ödeyeyim.
29 subat 2004, Leiden
Pazar. Mutad oldugu üzere TRT Radyo 1 dinliyorum. Üstelik evdeyim! Sabah kalktigimda Danimarkali alt komsumun bugün bana, esasen tüm mahalleye, kablosuz ag baglantisi hizmeti arzettigini farkediyorum. Sinyal gücü iyi ile mükemmel arasinda. Buna itimat ederek ofise gitmiyorum. Disarida hava günesli. Yavastan esen rüzgar, son deplasman dönüsü balkona astigim kirmizi-siyah bayragi hafiften dalgalandiriyor. Çayim ocakta. Velhasil kelam, keyfim yerinde. Naklen yayin az önce basladi. Merkezde, Tansu Polatkan. Takim Konyaspor’la oynuyor. Dakika 31. Daha 4. dakikada bir tane yedik. Olsun, ziyani yok. Birazdan devre arasi olur. Evvela Reksan Reklam sunar -galiba hala çocuklugumda duydugum cingili kullaniyorlar reklamlardan önce-, sonra hafif müzik yayini baslar. ikinci devrede toparlariz. simdi düsünelim. Her sey nasil baslamisti?..
28 Agustos 2003, Ankara
2002-2003 sezonunu (ne yazik ki!) 3. tamamlamisiz. UEFA Kupasi’nda oynacagiz. Daha önce 19 Mayis Stadyumu’nda iki uluslararasi maç seyretmisligim var. 1994-1995 sezonunu 5. bitirdigimiz için o yaz Inter-Toto Kupasi’nda oynuyoruz. 4-0′lik Hapoel ve 3-0′lik La Valetta Floriana maçlarinda “gecekondu” tabir edilen kalearkasindayim. 19 Mayis’i bilenler bilir, tabelanin oldugu degil öteki kalearkasi, Gençlik Parki’ni gören. Ankara’nin o güzel yazinda, Hapoel maçinin piknik havasinda geçtigini hatirliyorum. Ama UEFA baska. 2000-2001′de Kayseri’de kaldirdigimiz Türkiye Kupasi sayesinde ertesi sezon UEFA Kupasi’na bir kez katilmisligimiz var gerçi. Ama ilk turdan çikmayi basaramiyoruz. O yüzden bu sene mühim.
Kuralar çekilecek. Yenisehir’deyiz. Bir televizyon bulmali. Tribüne birlikte devam ettigimiz arkadaslarla beraber Kizilirmak Sokak’la Olgunlar Sokagi’nin kösesindeki Kent Kiraathanesi’ne gidiyoruz. Biz vardigimizda sonuç belli olmus: Torbadan çikan, Blackburn Rovers! Tüh be, diye düsünüyorum. Çika çika ingiliz takimi çikti. Zor olacak. ilk maç 24 Eylül’de, Ankara’da. Ben 15 Eylül’de Hollanda’ya dönüyorum. Bir on gün daha kalsam? Hiç oluru yok. Pekala, ben de Blackburn’deki maça giderim öyleyse. Tabii ya!.. Blackburn’e gitmek, Ankara’ya gitmekten daha kolay. Bu beni biraz teselli ediyor. Hos, firsat çiktiginda kolay zor, çok fazla umurumda degil. 2001 ve 2003′te oynadigimiz Türkiye Kupasi finalleri için Hollanda’da isi gücü birakip Kayseri ve Antalya’ya gitmisim. Ama simdi 24 Eylül’ü bekleyemem. Oluru yok. Blackburn’e gidecegiz artik.
16 Eylül 2003, Leiden
ilk is Alkaralar üzerinden arkadaslara temas etmek. ingiltere’ye maça gidecegiz. Acaba orada taraftarimiz var mi? Ankara’daki ilk maç öncesinde Blackburn Rovers taraftarlariyla temasa geçerek bir taraftarlar arasi dostluk maçi tertip edilmesine önayak olan, bunu basarabilmek için canla basla çalisan Baris Karacasu, asoe takmaadini kullanan üyemizin Londra’da mukim oldugunu bildiriyor. Nazik bir not yazip kendimi tanitiyorum, derdimi anlatiyorum. ikinci isim, Blackburn Rovers Futbol Kulübü Taraftarlar Dernegi’nin sitesine, üye olmak. Benden önce bir sürü taraftarimizin bunu yapmis oldugunu görüyorum. Taraflar arasi dostluk maçinin nasil tertip edilecegine dair bir tartisma baslamis bile. Rovers taraftarlarina da kendimi tanitiyorum. Blackburn’de bulusmak üzere sözlesiyoruz. Telefonlar alinip veriliyor.
18 Eylül 2003
Bir telefon. iyi günler, ben Aksit Özkural. Londra’dan ariyorum. Asoe! 12 yildan beri ingiltere’de yasiyor. Talebe olabilecegini düsünmüstüm. Degil, Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitireli epey olmus. Bankaci. Bu neredeyse yarim saati bulan sayisiz telefon konusmalarimizdan ilki oluyor. Aksit Özkural, Aksit Özkural… isim hiç yabanci degil. Hatirliyamiyorum. Ancak aksam eve dönünce farkedecegim: Aksit agabeyin kitapta yeri var! Hangi kitaptan bahsettigim asikardir herhalde. Elbette Ankara Rüzgâri! Babasi eski kaptanlarimizdan. Kendisi de vaktiyle kulübün basketbol takiminda oynamis.
24 Eylül 2003
ilk Rovers maçini Köylü’de seyrediyorum. Yanimda taraftar destegi olarak benimle ayni üniversitede çalisan kidemli agabeyimiz Mehmet Emin var. Futbolla arasi pek yok gerçi. Gene de heyecanimi ve maçtan sonra sevincimi paylasiyor. Kahveye gitmeden önce Alkaralar‘a bakmisim. Taraftarlar arasi dostluk maçi Ankara’da tam bir olay olmus. Laf aramizda, bizimkilerin galibiyetiyle bitmis. 19 Mayis tribünlerinde, boyunlarinda Gençlerbirligi kaskolu, Rovers taraftarlarini seçiyorum. Devre arasi Ankara’ya telefon: tribünlerin sesi geliyor. Öyle coskulu ki! Maç 3-1 bitiyor. Gece uyuyamiyorum. Sürekli 3. gol geliyor gözümün önüne. Tribünde olamadigim için içim biraz buruk. Ziyani yok, ikinci maçta tribünde olacagim. Ertesi gün ilk isim, kisa bir tebrik mektubu yazip kulübe fakslamak.
26 Eylül 2003, Amsterdam
Önceki Britanya vizem 6 aylik ve süresi dolmus. Yenisini almak lazim. Böyle bir sey talep etmememe ragmen yenisini 2 senelik veriyorlar. Bu bir isaret olabilir mi? Turu geçecegiz ve Britanya’da en az bir takimla daha oynayacagiz? (Hala Celtic bekliyorum.)
4-5 Ekim 2003, Leiden
Cumartesi. Ofisteyim. Adanaspor maçini 6-0 almisiz. Keyfim yerinde. sehre yeni gelen arkadaslardan biri ariyor: Ben sokaga çiktim, birlikte bir sey yapabilir miyiz? içmeye gidiyoruz. Ertesi sabah kalktigimda cüzdanim olmasi gereken yerde degil. Hayatimda ilk defa! Gece yolda düsürmüs olmaliyim. Pekala, canimiz sagolsun. Fakat kimligim, yani oturma iznim cüzdanda! Ki bu da yasal olarak Hollanda sinirlari haricine çikamamam demek. Nasil ya? Ben deplasmana gidecektim! Maça on gün var. Bu sürede oturma iznimi yenilemem mümkün degil. Ne yeni kimligi? Yabancilar polisinden geri dönüs vizesi için randevu dahi alamayabilirim. Pekala, sakin olalim… En kötü ihtimali hesap ediyorum: Hiçbir seyi yetistiremem. Pekala, yetismesin. Ben deplasmana giderim. Pasaportum saglamda. Britanya’ya girerken bir sorun çikmaz. Dönüsü de Hollanda sinir kapisinda düsünürüz. Bu muhasebe beni rahatlatiyor. Karakola gidip cüzdanimin kayboldugunu bildiriyorum. Polis soruyor: Cüzdaninizda neler vardi? Sayiyorum: Gençlerbirligi Spor Kulübü üyelik kartim, kimligim, kredi ve banka kartlarim, kütüphane kartim… Anlamsiz gözlerle bakiyor. Ben bankalara telefon edip kredi kartlarini iptal ettirirken, not aldigi listeyi daktilo ediyor. Karakoldan çikarken elime tutusturduklari rapora bakiyorum. Benim verdigim sirayla yazmamislar.
6-14 Ekim 2003
Düzenli olarak Rovers taraflariyla haberlesiyoruz. Ankara haricinde Londra ve Leiden’dan da iki taraftar gelecegini biliyorlar. Bilet benim için hala bir dert. Elimde tutmadikça içim rahat etmeyecek. Rovers taraftarlarindan Paul, emin ol, dert degil; bir aksilik çikarsa ben kendi biletimi sana verecegim, diye yaziyor. Daha fazla uzatmanin alemi yok. Yola çikmadan taraftarlar arasi maçin rövans saatini ögreniyorum. 14:00. Biraz geç baslarlarsa yetisecegiz.
14 Ekim gecesi, Leiden - 15 Ekim 2003, Londra-Blackburn-Londra
Mazallah uyur kalir, uçaga yetisemem diye yatmiyorum. Belli mi olur? Saat çalmaz; saat çalar, ben duymam… Dünyanin bin bir türlü hali var. En temizi hiç yatmamak. Sabah Aksit agabeyle sözlestigimiz gibi Londra’da, Liverpool Street tren istasyonunda bulusuyoruz. Birbirimizi tanimak hiç güç olmuyor. Kirmizi-siyah donanimimiz kuvvetli.
Yolumuz uzun. Arabayla gidecegiz. ingiltere’nin, Londra’nin bati tarafindan kuzeye dogru çikan ana arterinde 400 kilometre! Londra’dan çikarken Ankara’yla telefonlasiyoruz. Maneviyatimiz artiyor. Biz yillardan beri tanis gibiyiz. Aksit agabey bizim kulübün aile ya da yatili okul hali diyebilecegim havasindan bahsediyor. Biz on kisiyiz, birbirimizi biliriz. Fakat elbette her ikimizin de arzusu taraftar sayimizin artmasi! Manchester ardimizda kalana dek birçok Gençlerbirligi hikayesi dinliyorum. Aksit agabey yolda görmem gereken yerleri isaret etmekten de geri kalmiyor. Birmingham’i geçerken solda Aston Villa’nin mabedini mesela. Cazibeli görünüyor!
Yol arkadasimin benim yasim kadar taraftarlik hayati var. Askeri terminolojiye müracaat edeyim: O yüksek rütbeli, ben yildizini yeni takmis tegmen. söyle bir düsünüyorum: Ankara’ya 1990′da yerlesmisim. Fiili sempatizanligim asagi yukari iki sene devam etmis. Fakat ciddi bir sempatizanliktan bahsediyorum. Kadiköy’de yatili okurken okul formamin yakasinda, inadina -nereden edindiysem-, Altay rozeti tasimak gibi bir sey degil bu. Sempatizanliktan taraftarliga terfi ettigimden (1992-1993 sezonu) bu yana da düzenli tribün mesaim var. Yani Ankara’dayken vardi. Uzun bir süre gecekondu; tek bir kere, zannederim 1995-1996 sezon açilisinda -kulüp tören yapmisti- kapali; 1997-1998′de bir sezonluguna maraton. (Ugurlu gelmedi, o sezon neredeyse küme düsüyorduk. Sürekli dipdeyiz, hep bunu konusuyoruz. Son laf sürekli Murat Gültekingil’den geliyor. Hep ayni: Tamam, seneye maçlarimizi Cebeci Stadi’nda pasa pasa seyrederiz! Basimiz ellerimizin arasinda seyrettigimiz 1-2′lik o Vanspor maçini asla unutamayacagim. Maraton kalabaligi Vanspor’u alkisliyor…) Sonra elbette gene çekirdek taraftar kitlesinin mekani gecekondu… 2002-2003′te resmi olarak hala gecekondudayiz. Kulüp o sezon ilk defa kombine bilet çikardi. iki tane edinip Hollanda’ya gelirken arkadaslara biraktim - bilete süs muamelesini reva görmemelerini söylemeyi de ihmal etmedim elbette. O sezon sonuna dogru Ankara’dan tekrar maratona göçülecegi haberi ulasti. ilkin muhalefet ettim. Fakat hem tribün arkadaslarim gerekçelerinde hakli gibiydi, hem de (kelimenin hakiki anlamiyla) hariçten gazel okumanin alemi yoktu. Bu sefer maratonda kalici gibiyiz.
Yolda dinledigim hikayelerden aklimdan hiç çikmayacak olani, Aksit agabeyin 1979′da henüz flört ettigi kiz arkadasiyla birlikte gittigi Kirikkale maçi. (Bu, dinledigim “gel seni gezmeye götüreyim,” hikayelerinin sonuncusu olmayacak. Hos, bu konuda bizzat kendim de tecrübeliyim!) O gün bir avuç Gençlerbirligi taraftari staddan polis-jandarma koridorunda çikiyor! Aksit agabey, maçtan sonra, yahu, kizi getirmekle hata ettik galiba, diye kendini yiyor. Hikayeyi ertesi sabah kahvaltida bir de Aksit agabeyin esi Sema abladan dinliyorum: Hos adam! Bu taraftarligini da artik oldugu gibi kabul etmek lazim, diye düsündüm, diyor.
Manchester’dan sonra yolda daha dikkatliyiz artik. Taraftarlar arasi maçin yapilacagi Rovers’in idman sahasi Blackburn’un disinda bir köyde. ikimiz de evvelden cografya çalismisiz gerçi. Haritalar-krokiler kucagimda, biraz dikkatli olursak elimizle koymus gibi bulacagiz. Öyle oluyor. Sahaya girdigimizde uzaktan el salliyorlar. Maç kisa bir süre önce baslamis.Televizyon kameralari var. Taraftarlar arasi maç Ankara’da oldugu gibi Blackburn’de de sükse yapmis. Önceden haberlestigimiz Rovers taraftarlariyla tokalasiyoruz: Paul, Steve, John Paul ve babasi ve digerleri… Maçi bu sefer onlar aliyor. Fakat, gene laf aramizda kalsin, ingilizler’in tabiriyle on the aggregate, biz galibiz. Alkaralar.com’daki takma adiyla Kaychii’yle tanisiyoruz. O da bizim gibi deplasmana deplasmandan gelenlerden…
Maçtan sonra arabada koltugumu bir Rovers taraftarina birakiyorum. Stada gidene dek bize rehberlik edecek. Ewood Park’a vardigimizda arabayi birakacak bir yer ariyoruz. John Paul’le birlikte stadin ana kapisindan girdigimizde görevlilerden birinin yakasinda bizim ve Rovers’in amblemlerini tasiyan bir yaka ignesi, bir digerinin boynunda bizim kaskolu görüyorum. Takimlari getirecek otobüslerin girecegi, stadin özel park yerini isaret ediyorlar. Hos bir jest daha. Çikista bir kaskolcuya denk geliyorum. Maç için bir memorabilia yaptirmislar: Bir tarafi Rovers, diger tarafi Gençler, altinda maçin tarihi yaziyor. Kaça, diyorum. 5 pound. Bir tane versene. John Paul temkinli. Nedir, diyorum, pahali mi? Yok, diyor, normal. Bizim kulübün magazasinda da daha ucuza olmaz böyle seyler. Onun takildigi sey baska: Kaskolun Rovers tarafina islenmis Union Jack’i isaret ediyor: Bu ne ya? Biz Britanyali degiliz ki, ingiliziz!
Bu kaskolcuyla maç sonrasi tekrar karsilastigimizda takilacagim: Selam bilader… Ne o, mali bitirememissin? Önce tebrik edecek, sonra soracak: Daha ister misin? Kaça vereceksin? Çifti 6 pound?.. Hayatta olmaz, üçüne 5 pound veririm! Hiç ikiletmiyor. Zaten hali kalmamis, tanesine 1 pound vereyim, hepsini alayim desem, razi gelecek. Kaskollardan ikisini alkaralar.com’u vareden emekçilerden Bülent Atlas’la Ankara’ya gönderiyorum. Biri Tanil’a, digeri Baris’a! Ben Baris’a aldim zaten, diyor. iyi madem, sen bunlari Tanil’a ver, biri zaten onun, digerini o takdir etsin.
Stadin altindaki Rovers taraftarlar kulübü Blues’a gidiyoruz topluca. Oysa belki sehirde biraz dolasiriz diye konusmustuk. Neyse, zaten maçtan baska hiçbir sey düsünemiyorum. Biz Darwen End tribününde olacagiz. Stada girmeden bilet gisesinin önünde okunan beste: Stadlarda rüzgar, aklimda maç var… içeri girdigimizde ilk ve tek hayalkirikligini yasiyorum. Tribünün 3. katindayiz! Bu ne ya? Aklimda o ana dek seyretmis oldugum ingiliz maçlari var. Hani taraftarin kalenin hemen 10 metre arkasinda oldugu maçlar. Güvenlik, diyor Aksit agabey. Henüz bilmiyorum ama Sporting CP maçinda hayal ettigim o zaviyeden maç seyretme muradina erecegim.
Maçtan hemen önce Gençlerbirligi Taraftarlar Dernegi baskanimiz Dogan beyin de aralarinda bulundugu üç taraftarimiz sahada. Bizim tribünden seçilmiyor gerçi. Elektirikli tabeladan seyrediyoruz. Flamalar degisiliyor; Rovers-Gençlerbirligi arasindaki dostluk perçinleniyor. Biz yukarida organize oluyoruz; maç basladigi an bizim tribün inliyor: Burasi Ankara, burdan çikis yok! Telefonlar geliyor. Güzel, sesimizi Ankara’ya duyurmusuz. insanlar bir de Aksit agabeyle benim basimdaki mavi sapkalarin ne oldugunu soruyorlar. Bu da bizden küçük bir jest: Blackburn Rovers sapkasi. Bir ikinci tezahüratimiz vaktiyle Aksit agabeylerin 19 Mayis’ta, maratonun sol göbeginden bagirdiklari: Gençlerbirligi!.. ileriiii! Bunu 19 Mayis’ta tekrar tutturabilir miyiz acaba?
Maç kabus gibi. Nasil anlatayim? sansimiz yaver gitti, desem olur mu? O maçin nasil tek gollü beraberlikle sonuçlandigini hala bilmiyorum.
Gece yarisindan evvel tekrar Londra’ya dogru yola düzülüyoruz. Gelirken 6 saatte aldigimiz yol, bu sefer yaklasik 3 buçuk saat çekiyor. Biraz da mecburiyetten. Aksit agabey sabahin köründe bir is toplantisi için Rotterdam’a uçacak. Eve varinca ben yatiyorum. Amsterdam-Londra arasi havayolunu saymazsak, bir günde 800 kilometreden fazla yol yaptik. Aksit agabey taksiyi çoktan çagirmis, banyoya giriyor.
Ertesi sabah 2 kilo gazete aliyorum. (Eve dönünce tarttim. saka degil, hakikat!) Bir kismini kesip Ankara’ya gönderiyorum.
17 Ekim-26 Kasim 2003, Leiden
Kuralar çekiliyor. Sporting CP. Londra ve Ankara’yla konusuyorum. Lizbon’a gidecegiz. Maçin 27 Kasim günü oynanacagini sonradan farkediyorum. O gün ders anlatmam lazim! Bir ara çözüm icat ediyorum ama gerek kalmiyor. Doktora hocam, ben icat ettigim hal çaresini telaffuz etmeye çalisirken, o gün senin daha mühim bir isin oldugunu zannediyordum, diyor. Halden anliyor, 1967′den bu yana siki Celtic taraftari. Fakat ne de olsa Hollandali, milli takimlardan Ajax Amsterdam’i destekliyor. Ayrica yukarida bahsettigim ASC’nin de koyu bir taraftari. Çocukken kendisi oynamis. simdi de oglu Otto’nun oynadigi 7-9 yas grubunun teknik direktörlügünü yapiyor. Ciddi bir is. Çocuklarin deplasmanli ligi var. Bir maçlarini seyrediyorum. ASC’de bir kivircik var. Oglan bayagi topçu. Maçtan sonra benim hocaya soruyorum: su oglan, kivircik olan hani, digerlerine göre yasça daha mi büyük? Hayir diyor, hafif sinirli, annesi Latin Amerikali. Kanlarinda var! Otto uzun bir süre boynunda Blackburn’den maç çikisi üçünü 5 pounda aldigim su meshur kaskollardan birisiyle dolasiyor. Hocaya Blackburn dönüsü bir kaskol, bir taraftar formasi armagan etmistim. Derdim, adami Gençlerbirligi’ne kazanmak. Zira bizim ligden Besiktas’a sempatisi var. Kaskol kendisine nasip olmamis.
Elimdeki formalardan ikisini ingiltere’de arkadaslarima birakmisim. Maksat, taraftarlarimiz artsin. Sonuncu ekstrayi Meksikali arkadasim Enrique Garcia Garcia’yla takas ediyorum. Bana karsiliginda siyah bir Atlas (bilmeyen vardir belki diye: Atlas, Meksika’nin güzide kulüplerinden biri) tisörtü armagan ediyor. Takasin gerçeklestigi yer Köylü. Birlikte Gençlerbirligi-Besiktas maçini seyretmeye gitmisiz. O gün (9 Kasim, Pazar) Osmanli’da bir ahbabim daha var: Alekos Lamprou. AEK taraftari. O da doktora hocam gibi Besiktas sempatizani. Enrique’nin ailesi ispanyol iç Savasi’nda Cumhuriyetçiler’in safinda savasmis. Maglubiyetin ardindan Meksika’ya göçmek zorunda kalmislar. Komünist dede hala hayatta ve inatçi. ispanya’ya tekrar bir kez olsun gitmemis! Enrique’nin hem kendi ailesinden ötürü, hem esi ispanyol oldugu için bir ispanyol pasaportu alma hakki var. Almiyor. Oysa doktora çalismalari için Almanya’ya yerlesecek. Bir AB pasaportu onu oturma izni için aylarca beklemekten kurtarir. Almiyor. Sebep, ideolojik. Pasaportunda kraliyet armasi tasimaktansa, haymatlos olmayi tercih edermis. Ben Parma deplasmanindayken o ispanya’da, Valencia-Besiktas maçinda, tribündeydi. Enrique’nin tavrini, anti-Madrid olarak izah edeyim. Bu sezonki 1-1′lik Real Madrid-Valencia maçinda da (15 subat) tribündeymis. Hayatimin en büyük maçlarindan biri, diyor. Bunlar 1-0 galipken hakemin 90. dakikada bir penalti icat etmek için satin alinmis oldugunu yazdi bana. Bir de nasil tezahürat ettiklerini: [Real Madrid] iktidarin takimi ve halkin yüzkarasidir! (Bu tezahürat, Real Madrid marsinin egriltilmis hali. Orijinali asagi yukari söyle: [Real Madrid] Savasci ve asil bir insandir!)
Sporting maçi yaklasirken Tanil, Yetkiner Mayda’nin koordinatlarini yaziyor. Bizim kulübün basin danismani. Yazip kendimi tanitiyorum, haberlesiyoruz. Takimin kalacagi oteli ögreniyorum. Bu sefer daha iyi cografya çalismak lazim. Aksit agabey gelemiyor. Lizbon’da tek basimayim. Cografya dersinde, hafizaya naksedilecek kerterizler: sehir merkezi, José de Alvalade Stadyumu, takimin kalacagi otel.
26 Kasim gecesi, Leiden - 27 Kasim 2003, Lizbon
Bir önceki deplasmanda seyahat evveli uykusuzlugun iyi bir sey olmadigini tespit ettigim için bu sefer gece yatiyorum. Hatta uyuyorum bile. 3 saat! Sabah indigimde Lizbon’da hava piril piril. Yaz gibi. Allahim, ben neden Hollanda’da yasiyorum? sehir merkezine gitmek için bindigim otobüste telefon çaliyor: Mekteb-i Mülkiye’den kadim dostum Özgür Ç. Paris’ten ariyor. Aksam Gaziantep-Lens maçina gidiyorum, diyor (demis); basarilar diliyor. (Özgür’ün Antep maçina gittigini aslinda Leiden’a döndükten sonra tekrar aradiginda idrak ettim. Ben otobüsteyken, bir maçtan bahsettigini hatirliyorum gerçi. Fakat o an benim aklimda tek bir maç vardi!)
sehir merkezinde bir otele yerlesip solugu takimin kaldigi otelde aliyorum. Fakat evvela yukari çiktigim metro duragindan stadin göründügünü farkedip bir süre bu manzarayi seyrediyorum. Yanima gerekli maç malzemesini almisim: Forma, kaskol ve Blackburn’de Bülent’ten devraldigim koca bir bayrak. 19 Mayis’in çevresinde yürürken bir süre sonra bu bayraklari görmez olursunuz. Ancak yeni bir malzeme çikmissa farkedilir. Oysa diyar-i küfr’de o bayrak benim için bir nimet! Lobiye girdigimde Yetkiner Mayda ortaliklarda degil. Fakat tanidik yüzler görüyorum. Bir kösede oturan kalabaligin içinde sunlari seçiyorum hemen: ilhan Cavcav, Atilla Aytek ve Cem Onuk. Yaklasip kendimi tanitiyorum. Atilla bey tokalasirken, memnun oldum, ben de Baskan Vekili Atilla Aytek, diyor. ise bak! Ne desem, ben sizi zaten taniyorum, mu? Tanimadiklarimla da tanisiyoruz.
Sonraki bir-iki saati Yetkiner Mayda’yla sohbet halinde geçiriyoruz. Bu sefer taraftar getirilmemis. Sadece kulüpte vazifeli olanlar, yöneticiler ve esleri. Ben bilet almak üzere stada dogru yola çikarken bizim topçular lobide volta atiyorlar.
José de Alvalade’yi görüp hayran kalmamak elde degil! Ewood Park güzeldi belki, fakat orasi bu gördügümle mukayese dahi edilemez. (Küçük bir aranotu: Henüz içine girip maç seyretmis olmasam da Amsterdam’da Ajax’in stadyumu Arena’yi biliyorum. ilk gördügümde ondan da çok etkilenmistim. Fakat Alvalade, muhtesem; Arena, ürkütücü. Gene de, yani Alvalade’nin tüm ihtisamina ragmen, kendi adima bugüne dek gördüklerim içinde en çok sevdigim stadin Alsancak Stadyumu oldugunu teslim etmeliyim. Bir gün kendi kulübümün de Alsancak benzeri bir stada sahip olmasini cani gönülden istiyorum. En çok 10 bin kisilik. Bu uzun süredir Gençlerbirligi’nin gündeminde esasen. Fakat arazi bir sorun. Bu meseleyi Parma’da Sayin Baskan ilhan Cavcav’a ve Mali Asbaskan Hayri Güler’e soracagim.) Bilet giseleri çoktan açilmis. Konuk takima ayrilan yerden bilet istedigimi söylüyorum: Sorsam mi acaba? Benden baska bilet alan var mi? Gülerek, yok, diyorlar.
Gidip stada girecegim kapiyi tespit ediyorum. Sonra otele geri dönüp çantayi aliyorum. Biraz oyalandiktan sonra tekrar yola koyuluyorum. Çantayi ilk planda otelde birakmamin tek bir sebebi var: Vakit geçsin. Gene de stada vardigimda maçin baslamasina 3 buçuk saat var. ilk bir saati stadin altinda geçiriyorum: Muhtelif dükkanlar, her yastan insanin maçtan önce vakit geçirebilecegi bir sürü eglence yeri, lokantalar, büfeler… Köfte-ekmek ve bira alip bir masaya ilisiyorum. Kimse benim farkimda degil. Maça çoluk, çocuk ailecek gelenler aksam yemeklerini yiyorlar. Sadece çekirdek ailelerden de bahsetmiyorum. Hepsi ful aksesuar, dede-nine-baba-anne-çocuklar-ve-torunlardan mütesekkil bir aile yaklasinca, masami onlara devrediyorum. Bir süre, su hayalle oyaliyorum kendimi: Bizim de böyle bir stadimiz olsa -ebat hususuna yukarida temas etmistim, derdim bu degil-, mesela ben de maça annemi alip gelsem… Hayal güzel, fakat beni teselli etmiyor. Kalabalik dayanilir gibi degil. Zira hepsinin Sporting taraftari oldugu, bir süre sonra tribüne dolusacaklari fikri çok korkutucu. Bu hissiyatimi Tanil’la paylasip apar topar kaçiyorum oradan.
Kapida çok beklemem gerekmiyor. içeri girip yerime oturuyorum. (A11, sira 18, koltuk 4. Yani stadin kuzeyi; salon, balkon degil, yani kalenin 10 metre arkasi!) O bölüm tamamen bizim. Ama ben gidip biletin üstünde yazan koltuga oturuyorum. (Tribün tecrübesi olmayan biri degilim. Bunu o bombos stadi gördügümde ne yapacagimi kestiremedigim için yaptim. Herhalde.) Koskoca stadda görevlilerden baska bir Allahin kulu yok. (Sonraki bir buçuk saat boyunca da olmayacak!) Bir onlar, bir ben… Bir gazete çikariyorum ama okuyabilecek gibi degilim. Az sonra kendimi asagidaki görevlilerin gözünden görmeye basliyorum: Deli galiba, diye düsünüyorlar… Ya kimse gelmezse? Ben de böyle düsünüyorum. Neden sonra asagidaki görevliler arasinda bir hareketlenme… içeri üç kisi aliyorlar. Ohh!.. ikisi Lizbon’da mukim, digeri Almanya’dan Portekiz’de çalisan agabeyinin yanina gelmis. (Ödülünü maçtan sonra staddan sirtinda Mustafa Özkan’in formasiyla çikarak alacak! Tribüne Ali Tandogan’in da formasi geldi. Belki baska formalar da… Evet, sanirim El Saka’ninki de. Ben Gençlerbirlikliyim, mütevaziyim! Hepsini tribündekilere biraktim. Fakat simdi düsününce kaptanin o maçta giydigi 14 numaralari formaya sahip olmak isteyebilecegimi farkediyorum.) O arada takim da sahaya çikiyor, isinmak için. Yetkiner Mayda bize dogru tribüne geliyor. Zaten ondan sonra bizim tribün kalabaliklasiyor. Bayram tatilini Portekiz’de geçiren Türkiyeli bir turist kafilesi var. Lizbon’a o sabah gelmisler. Lizbon’da çalisan üç kisi daha geliyor. iki de yüksek lisans ögrencisi. Bir de nazarlik olarak üstümde taraftar formam, boynumda kaskolumla ben! Yetkiner geldiginde ben de iyice asagi inip bayragi sete asiyorum. Set en münasip kelime. zira sahayla aramizdaki mesafe kisa ama arada bir hendek var! (Bu tek bayrak, maçi Ankara’da televizyondan seyreden taraftarlarimiz tarafindan tespit edilmis.)
Sporting’in birbirinden farkli bir sürü taraftar grubu var. Bizim hemen solumuzda Direttivo XXI, biraz daha yukarida, Torcida Verde. (19 Mayis’a göre konusayim: Direttivo tabelali kalearkasinda, Torcida Verde, maratonun bu kalearkasina yakin kisminda oturuyor.) Torcida Verde’nin pankartlari muhtesem. (Yesil taraftar. Fakat taraftar kelimesinde bir nüans var. Torcida, Protekizce degil, Brezilyaca! Üst-orta sinif, sesli tezahüratta pek bulunmayan taraftarlar bunlar. Tüm bunlari ertesi gün tanisacagim Sporting taraftari Francisco Nascimento’dan ögrenecegim.) Karsi taraftaki kalearkasinda Juve Leo, 76. (Genç aslan, 76 tesis tarihi. Francisco bunlardan.) Maç baslamadan önce Direttivo XXI’den bir taraftar gelip kaskolumu istiyor. Maçtan sonra, diyorum. Anlasiyoruz. inanilir gibi degil, ne zaman dönüp arkama baksam onu bizim tribünün bittigi yerde bekler görüyorum. Deli herhalde… Fakat sözüme sadigim. Devre arasinda en az on kisi geliyor kaskol için. Tribünde baska yok ki! Ankara’dan gelenler bizim tam çaprazimizda, balkondalar. Maç artik bitmek üzere, ben kendimden geçmis setin önündeyken, bizim tribünün ikaziyla geri dönüyorum. Aralarina girmis bir Sportingli’yi isaret ediyorlar. Oglan kaskolu istiyor. Veremem ki! Fakat bizim taraftar öyle bastiriyor, oglan öyle israr ediyor ki! Gözlerim benim oglani ariyor, yok. Nasil olur? Bir yandan da artik kaskol falan umurumda degil, maçi almak üzereyiz. Teslim olup takasi kabul ediyorum. Sahaya tekrar döndügüm an, omzuma bir el dokunuyor. Bana söz vermistin. Neredeyse aglayacak. Kesin deli. N’apacagim simdi? Üstümdeki formayi da çikarip ona veriyorum. Böylece bir Sporting kaskolum daha oluyor.
Maç 0-3 bitiyor. (ilk maç Ankara’da 1-1 bitmis. Elbette Köylü’deyim. Alekos da var.) Tur bizim. Bu hakikate ancak ertesi gün öglene dogru nüfuz edebildim. O ana dek net olarak hatirladigim tek sey, Ali Tandogan’in frikik golü. Maç bittigi an bir seyler oluyor. Bunlari hala tam hatirlayamiyorum. Sporting taraftari beyaz mendiller salliyor, bizi alkisliyor. (Francisco söyledi. Fernando Mendes, takimin basina gelmeden önce Benficali oldugunu beyan etmis. O yüzden taraftarlar arasinda hiç sevilmiyor.) Topçular tribüne geliyor. Benim kulüp bayragi haricinde Lizbon’da yasayanlarin getirdigi birkaç küçük Türkiye bayragi var. Bunlar topçulara atiliyor. Alanlardan biri, galiba El Saka. Serkan da orada. iste o an benim bayragi havada uçarken görüyorum. Zaman duruyor… (Yan gözle evvelini de görmüsüm esasen. Düsününce hatirladim. Ersun hoca da tribüne gelmis, benim bayragi istiyor. Taraftarlardan birisi, galiba turist olanlardan, bayragi kaldirip atiyor.) Bu Bülent’ten Blackburn’de devraldigim, Ankara’dan gelen bayrak. Tribündeki tek kulüp bayragi. Ya durun, n’aptiniz? O bayrak haci, daha gezecekti! Yapilacak bir sey yok. Ersun hoca bayragi almis, kosarak kulübeye dogru gidiyor. (Parma’da Ersun Yanal’a bayragin akibetini sormayi unuttum. Bir sonraki deplasmanda kesin soracagim. Bir sonraki deplasman?.. insallah!)
sehir merkezine boynumda Sporting kaskoluyla dönüyorum. Metrodan çikarken kizli erkekli genç bir grup siritarak bana bakiyor. içlerinden biri laf da atiyor. Anlamak güç degil, bu çocuklar Benficali! Müstehzi bir ifadeyle çikartip pasaportumu gösteriyorum. Bana satasanin adi Nunu. siddetli bir kahkaha patlatiyor. Yukarida grup 15 kisiyi buluyor. Benden bir kusak küçükler. Aralarinda tek bir Sportingli var: Claudia Hernandez. Tribünde degilmis. Leiden’a döndükten sonra ona maç fotograflarini gönderecegim. Sabaha dek Baxia denen bölgede sürtüyoruz. 05:00 civarinda beni otele birakiyorlar. (Parma’da Hayri Güler’den ögrendim. Bizimkiler de o gece sabaha dek eglenmisler. Acaba firsatim olsa takimla birlikte olmayi tercih eder miydim?)
Telefonla uyaniyorum. Türkiye’den arkadaslar ariyor. Blackburn’den de John Paul mesaj atmis, tebrik ediyor. Kendime gelip sokaga çiktigimda ilk is Ankara’yi aramak oluyor. ikincisi, gazete almak. Bu sefer taneyle aliyorum, kiloyla degil. O aksam, sadece yukarida bahsettigim ve o günden beri düzenli yazarak Gençlerbirligi galibiyetlerini tebrik eden Francisco’yla tanismiyorum. Jose Nunés ve Ricardo da var (malesef soyismini hatirlamiyorum). Ayni yaslardayiz ve dört farkli takimin taraftariyiz. Jose Portolu, Ricardo Benfica! Oturdugumuz yere tam Francisco bana Benfica’nin Salazar takimi oldugunu anlatirken geliyorlar. Ricardo, hemen müdahil olup mevzuya böyle dar politik/sinifsal ayrimlarla bakilamaz, diyor. Artik biz Salazar’in takimi degiliz, bir. Ayrica biz her zaman sehir yoksullarinin takimiydik, iki. Sporting kendisine baksin. Onlar da karisik. Benim aklimda Ankaragücü-Gençlerbirligi taraftar profilleri dönüyor. Sonra zaten mevzu kayiyor: José de Alvalade’yi begendin mi? Cevap vermeme firsat birakmiyor: Bir numarasi yok! Orasi banyo… (Sporting karsitlari dis yüzeyde kullanilan renkli fayanslar nedeniyle böyle diyorlar. Bence tamamen çekememezlikten!) Lizbon’daki en iyi stad Estadio da Luz’dur. (Isik stadi, yani Benfica’nin sahasi. Malesef gidip görecek vaktim olmadi.) Jose de bos durmuyor. Lizbon takimlarini bos ver. Portekiz’in gururu Porto! Birbirleriyle dalasmaya basliyorlar. Ben önümüzdeki turda Benfica istedigimi söylüyorum. Ricardo, bes çekeriz, diyor. Francisco, Juve Leo’nun bizim yanimizda, tribünde olacagini iddia ediyor. Gecenin galibi, Jose. Bir ara ortaliktan kayboluyor. Döndügünde bana bir armagan getirmis: Bir Porto formasi! (22 numara, Jorge Costa.) Ben simdi nasil mukabele edecegim? Aklima otelde bana armagan edilen Gençlerbirligi rozeti geliyor. Jose’nin yakasina takiyorum. Çok memnun. is yerindeki tüm arkadaslarim Sporting’li. Pazartesi canlarina okuyacagim, diyor. Böylece tamamen sivil kaliyorum. Bayrak, kaskol, forma, rozet… iste tüm alamet-i farikalarimi Lizbon’da birakiyorum.
Lizbon’dan ayrilmadan bir maç daha seyretme sansim oldu. Rakip takimin ismini ögrenemedim, ev sahibi: Futebol Clube de Lisboa. Tesis tarihi 1939. Ligli halisaha maçlari oynuyorlar. Maçi seyreden tek kisi ben degilim.
12 Aralik 2003, Leiden
Kuralar çekildi. Yeni rakibimiz AC Parma. Aksit agabeyle telefon trafigi tekrar basliyor. Bu sefer gelecek. Hatta Sema abla da gelecek. ilk iki deplasmandan sonra maç için bilet bulamazsam benzeri kaygilarim da kalmamis. Rahatim. Uçak biletini Ocak basinda aliyorum. Baskaca yapacak bir sey yok. Bekleyecegiz…
25 subat 2004, Milan-Parma
Sabah inip çok oyalanmadan trenle Parma’ya geçiyorum. Zira önceden cografya çalisacak ya da Lizbon’da oldugu gibi Yetkiner Mayda’yla haberlesecek vaktim yok. Takimin kaldigi oteli ögrenip stadin yerine bakiyorum. Takim Lizbon’da sehir merkezine uzak, stada yakindi. Bu sefer ikisine de uzak. Ben gene sehir merkezine yerlesiyorum.
26 subat 2004, Parma
Ögle vakti. Belediye Stadi Ennio Tardini’nin önündeyim. sehrin göbeginden yürüyerek 15 dakika. Tren istayonundan yarim saat çekiyor. Tam bir mahalle stadi havasinda. Aklimda buna en yakin örnek, Cebeci Stadi. in cin top oynuyor. Saatin 13:00 olmasini bekliyorum. Giseler o vakit açilacak. 15 dakika kala Aksit agabey telefon ediyor. Milan’a inmisler. Özgür, diyor, aman ha, ben senin biletini aldim. Bir an aklim karsiyor, nasil yani? Havalaninda bilet satiliyordu, ben mi atladim? Neyse, telefonun vakti çok isabetli. Neredeyse ayni maça alti biletimiz olacakti. Sizi tren istasyonundan alacagim, diyorum. Onlar gelmeden Yetkiner Mayda’yi ariyorum, aksam stadda görüsmek üzere sözlesiyoruz.
Milan’dan gelen trenden inen çok oluyor. Saat 15:30. Aksit agabeyi son anda yakaliyorum: Büyük taraftar! Sariliyoruz. Sema abla, dün çok geç vakit televizyonda duydum. Bizimkilere idman için halisaha göstermisler, diyor. italyanlarin bu konulardaki kötü sanini biliyoruz. Ama bu dogru olabilir mi? (Dogruymus. ikinci idman halisahada yapilmis.) Bilet isini ögreniyorum. Aksit agabey Hayri Güler’le görüsmüs, üç bilet istemis. Aksit agabeyle Hayri Güler’in birlikte çok eziyet çekmislikleri var. Blackburn’de görüsüceklerdi, olmadi. Nasip Parma’ymis. Otelde bulusacagiz, stada birlikte gidilecek. Daha taraftarlarla takimin ayri otellerde kaldigini bilmiyoruz. Otele vardigimizda Lizbon’daki otele girdigimde birlikte oturduklarini gördügüm ekip gene lobide. Bir ara Ersun hoca karsimda oturuyor. Kimsenin maçla ilgili konustugu yok. su bayragi nasil sormam?! Aklima dahi gelmedi. Sonraki deplasmana! ikinci otelden haberdar olunca, sayin Baskan bizimle gelirsiniz, biz sizi birakiriz, diyor. Otelin önünde takim stada ugurlanirken, Baskanin evvela kaptan Ümit’i, sonra Skoko’yu öpüp onlara bir seyler söyledigini görüyorum. Bir isaret mi? (Maçin 59. dakikasinda bunun bir isaret oldugundan hiçbir süphem kalmayacak.) Biz arabaya bindigimizde kar baslayali tam iki saat olmus, lapa lapa yagmaya devam ediyor. Ersun hocaya basarilar dileyip arabaya dogru segirtiyorum.
Diger otele vardigimizda lobi panayir yerine dönmüs. Hayri Güler haricinde simdi Kulüp Müdürümüz olan eski futbolculardan Oktay Arica’yla da tanisiyorum. Onlarin da kitapta yeri var. Otobüslere dolusup Gençlerbirligi marslari dinleyerek stadin yolunu tutuyoruz. Genel Kaptan, Transfer Komitesi’nden Zeki Ünaldi da bizim otobüste. Marslarla ilgili bir seyler söylüyor. Herkesin nesesi yerinde. Stada varan yolu tezahüratlar esliginde geçiyoruz. “Deplasman” takiminin taraftarlari daha ortalarda görünmüyor. (Maç boyunca da sesleri ya hiç çikmadi, ya da çok ciliz kaldi.) Tribün grubumuz söyle: Oktay Arica’nin esi, Janset Güler (esleri bizim hemen arkamizda, seref tribünündeler), Sema abla, Aksit agabey ve ben. Toplamda 250 kisinin üstündeyiz. Yavuz Donat aramizdaki birçok gazeteciden biri. Ona göre sayi, 268! Buna topçular ve teknik heyet de dahil. Baskandan uçakla Ankara’dan gelenlerin sayisini almis olmali. Fakat eksigi var. Kaç kisiler, bilmiyorum fakat aramizda italya’dan gelenler var. Ayrica karsi tribünde de “Forza Türkiye!” pankarti açmis 15-20 kisilik bir grup daha. Pankartin üstünde yazan tam olarak söyle: Bogaziçi Spor Klubü Anadolu’nun gururu Gençlerbirligi’ne basarilar diler! Ayrica Londra’dan gelen Özkurallar ve Leiden’dan gelen ben bu sayiya eklenmeliyim. Maç baslayinca, burasi Ankara, burdan çikis yok tezahürati kaçinilmaz. Fakat maç baslamiyor. Ben daha farkinda degilim. Her yer bembeyaz. Öten telefona bakiyorum: izmir’den, kardesim Isik. Az önce seni tribünde gördüm. Bence sizin maç baslamayacak! Tam o an Aksit agabey, maç ertelenebilir, diyor. Hakikaten! Ne olacak? Bu, eve dönüp hava düzeldiginde 19 Mayis’a tekrar gelmek gibi degil ki! Bizim kulübede bir hareketlenme var. Yüzler gülüyor. Maç baslayacak.
ilk devre çok saglam oynuyoruz. Orta sahaya hakimsen, maçi alirsin. (Bunu sadece genel kural olarak söylüyorum. Yoksa orta sahaya hakimken maglup oldugumuz birçok maçi içim yanarak seyretmisligim var. Bugün böyle olmayacak!) Benim için rahat. ikinci devrenin baslamasina 1 (yaziyla, bir!) dakika kala bizim müdafaa edecegimiz kalenin ceza sahasinda bir hareketlenme var. Ben vaktin farkinda degilim. Aaa, italyanlar bizim ceza sahasindaki kari kürüyorlar. Vaziyeti isaret eden Aksit agabey. Sema abla, ne kadar art niyetlisin Aksit, diyor. Ben de ayni tepkiyi gösteriyorum. simdi karsi tarafi da temizlerler. O arada kalearkasindaki Parma taraftarlari kalecimiz Damir Botonjic’e kartopu atiyorlar. Bir Parmali topçu tribünlere kosup taraftarlari yatistiriyor. Düdük çaldi, ikinci devre basliyor. Bizim ceza sahasi piril piril. Aksit agabeye, kusura bakmamasini söylüyorum. Fakat halihazirda yazdim zaten: O taraftar olarak benden çok daha kidemli! Golden sonra asagidan yukari dogru organize oluyoruz. Beste: Pinarbasi! 19 Mayis’ta keyfimiz yerindeyse, bilhassa attigimiz gollerden sonra, en çok söyledigimiz beste.
Her maçtan insanin aklinda silinmeyen görüntüler kalir. Bu maçtan bana yadigar kalan, baslama vurusundan hemen evvel bizimkilerin karlarla kapli sahada birbirlerine sarilarak olusturduklari çember.
Maçtan sonra önce otele, sonra tribün grubumuzla yemege gidiyoruz. Otelde Valencia-Besiktas maçinin skoruna bakiyoruz. ilk yari bitmis, 2-2. Tribündeki Enrique’yi düsünüyorum. Biz yemekteyken Rovers taraftarlari namina John Paul’den gene tebrik mesaji geliyor. Leiden’a dönünce, Francisco ve Enrique’den de tebrik notlari geldigini görecegim. Oktay Arica’nin esinden “birlikte gezmeye gitmeleri” nasil baslamis, o hikayeyi dinliyorum. Sene 1961. Gençlerbirligi-Besiktas maçi. Bunu Oktay agabey söyle anlatti: Efendim, ben sahada biraz sinirli bilinirdim. Daha maç baslamadan hakem bizzat gelip beni ikaz etti. Ben de dedim ki, hocam sen beni atmayi zaten aklina koymussun! Maçin hemen basinda kendisine kasti bir faul yapiliyor. Ama ayagim çok agridi, diyor. ilk firsatta faulu yapan Besiktasli’ya çift daliyor. Düdük çaliyor. Kirmizi kart, ikisi de disarida! Saniye 90! Oktay agabey bunu tribündeki esinden biliyor ve bu son oluyor. Bir daha Oktay agabeyin kendi maçlarina gezmeye gitmiyorlar.
Ertesi gün sadece iki gazete aldim: Gazzetta di Parma ve La Gazzetta dello Sport! Basariya mi alistim, nedir? ikincisinin bizim maç haberine su basligi attigini görüyorum: Parma’da Sibirya sogugu ve Türk hamami!
29 subat 2004 gece, Leiden
Konyaspor maçi biteli saatler oldu. ikinci devre toparlayamadik. Skor 4-1. Yarin tüm gazeteler, Gençlerbirligi UEFA yorgunu, yazacak. ikinci Parma maçini beklemeye basliyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
http://estaputavidaloca.net/epvl/uc-deplasman-macerasi-blackburn-lizbon-parma/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
erdem_ceydilek
Site Admin
Kayıt: Oct 03, 2003
|
Tarih: 2008-11-30 00:12:47
Mesaj konusu:
|
|
|
ah ulan ah ne hayallerim avrdi geçen sene kupayi alsaydik, gidecektim ben de deplasmanlara :(
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-01 12:40:41
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:94bd0386b1]Aziz Yildirim kendi döneminde sik teknik direktör degistirmesi ile ünlü bir teknik adam. Kulübün su ana kadarki yönetiminde de teknik direktörün tüm kariyerindeki ve o an o kulüpteki geçmisinden çok bugünü konusuldu hep. Mustafa Denizli kulübü sampiyonlar Ligi'ne soktuktan ve son sampiyonlugu yasadiktan sonra görevden alindi, Daum 2 sampiyonlugun ardindan üçüncüsünü yasayamadigi için gitti, Zico da 1 sampiyonluk ve Avrupa Kupalarindaki en iyi performans apoleti ile takimdan ayrildi. Aragones 10. senesini yasadigimiz Yildirim döneminin 12. teknik direktörü. Ama bu sadece ona mahsus bir durum degil. Fenerbahçe 101 yillik tarihinde 66 teknik adamla çalisti. Bu 1.68 senede bir teknik direktör degisimi demek ki gerçekten oldukça düsük bir rakam. Fenerbahçe'in bir rekoru daha var. Dünya tarihi boyunca en fazla milli takim teknik direktörü ile çalisan takim Fenerbahçe. Tam 24 milli takim teknik direktörü ile çalismislar. Listeyi veriyorum. Luis Aragones (ispanya), Zico (Japonya), Mustafa Denizli (Türkiye), Joachim Low (Almanya), Otto Baric (Avusturya, Hirvatistan, Arnavutluk), Sebastião Lazaroni (Brezilya), Carlos Alberto Parreira (Brezilya, BAE, Suudi Arabistan Güney Afrika), Tomislav Ivic (Hirvatistan, BAE, iran), Jozef Venglos (Avustralya, Çekoslovakya, Malezya, Slovakya, Umman), Guus Hiddink (Rusya, Hollanda, Güney Kore and Avustralya), Tinaz Tirpan (Türkiye), Pal Csernai (Kuzey Kore), Branko Stankovic (Yugoslavya), Kalman Meszoly (Macaristan), Didi (Peru), Constantin Teaska (Romanya), Laszlo Szekely (Türkiye), Peter Molloy (Türkiye), Cihat Arman (Türkiye), Ignac Molnar (Türkiye), Zarko Mihajlovic (Türkiye), Abdullah Gegic (Türkiye), James McCormick (Türkiye), James Elliot (Türkiye). Hey masallah.
Peki Fenerbahçe listenin birincisi de ikincisi kim? Oturup para maçi yapsak onda bile rekabet olur. Galatasaray 22 sayisiyla listenin ikincisi. 3. sirada 19 rakamiyla tabi ki Jesus Gil'in de etkisiyle Atletico Madrid geliyor. 18 ile Barcelona ve 15 ile Real Madrid de katilinca ilk besi olusturuyorlar. Inter, Steaua Bükres ve Benfica 14'er, Ajax 11, Partizan Belgrad 10 sayisindalar. ilk 10 böylece ortaya çikiyor. Bu 22 sayisinin 4 tanesi Aziz Yildirim döneminde olmus. Aragones'e yol verilirse 5 olacak. Yerine düsünülen en güçlü aday kim? Vanderlei Luxemburgo. 1998-2000 arasi Brezilya'nin basindaydi. Skibbe'nin yerine Rijkaard isimleri geçiyor. Euro 2000 süresinde Hollanda'nin basindaydi. Dünya üzerindeki milli takim hocalarina ve en basta Luxemburgo ile Rijkaard'a sesleniyorum. Aziz baskan ve Duble Adnan geliyor kaçin.
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-02 13:17:57
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:93c1af177a][img:93c1af177a]http://2.bp.blogspot.com/_J1xM0arkJPo/STRiAKk322I/AAAAAAAAMkM/y0nYQgmZ5AQ/s400/6566.jpg[/img:93c1af177a]
Sevgili abim, çalisma arkadasim Mehmet Ali Gökaçti bu kitabini raflarda göremedi. "Bizim için Oyna" büyük emek harcanmis bir arastirmadir. iletisim Yayinlari'ndan çikti. Kisa bir bölüm yayinliyor, selam ediyorum öbür dünyaya...
Bu çalismada, geride biraktigimiz yaklasik yüz yillik süreçte Türkiye’de futbol ile siyasetin iliskilerini ve etkilesimini ortaya koymaya çalistik. Bu iliski, her dönemde iki tarafli çalisan bir mekanizmaya dayaniyor. Siyasetin, futbolu kullanarak kitleleri yönlendirmeye ya da etkilemeye çalismasi gibi tek yönlü bir süreçten söz edilemez. Ayni zamanda futbol dünyasi da ayakta durabilmek için siyasete ihtiyaç duydu. Çünkü futbol dünyasi kendi dinamikleriyle ayakta duracak güce ve özgüvene sahip degildi. Bu yüzden de siyasetin ister dogrudan, isterse dolayli yollardan futbola müdahil olmasi hiçbir zaman için yadirganmadi. Hatta çogunlukla maddi ve manevi getirileri açisindan olumlu ve gerekli sayildi. Siyasetin destegini bir sekilde almaksizin hiçbir zaman ayakta duramamis olan Türk futbol dünyasinin endüstriyel futbolun acimasizca isleyen çarklari karsisinda siginacagi tek yer çogunlukla yine siyaset oluyor. Türk futbolu üç büyük kulübün öncülügünde “kendine özgü” bir sekilde endüstrilesirken, geride kalan büyük çogunluk da mecburen her geçen gün daha fazla siyasal güç odaklarina tabi hale geliyor. Bu gidis Türk futbolunu belki kimilerinin dedigi gibi öldürmeyecektir ama siyasal bagimliliklara mahkûm edecektir. Hem de 100 yil öncesine göre daha siki bir prangayla..
aceto
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-02 13:44:04
Mesaj konusu:
|
|
|
Okuyun derim. Eglenceli :)
[quote:695e9cdefb]Ablam aradi dün sabah.
Hove Albion'un reserve idman sahasina Londra'dan Tottenham koçlari geliyormus," acaba" diyor, bizim yegen gitse miymis. "Abla" diyorum "hepsi para tuzagi, seçmelere belli bir ücretle girilir" diyorum. "Voliyi vurur giderler, olan çocuklarin hayallerine olur" diyorum.
Anlamiyor.
Yok yok bu sefer ki böyle degilmis, enisten ögrenmis diyor. Bizim komsular da çocuklarini yazdirmislar, senin onlarla baglantin vardir, ara ögren diyor. Tamam seni birazdan ararim deyip kapatiyorum telefonu.
Ayiptir söylemesi kolumuz biraz uzun Brighton'da, kulüpten bir arkadasimi arayip soruyorum. Dogru Joe, üç gün burada seçme yapacaklar, ilki bugün saat birde diyor. isin ucunda ali-cengiz oyunu var mi diyorum, yok bedava diyor. Tamam bizim yegeni kaydet o zaman. Ailesiyle gelecek, yapabilirsen kiyagini esirgeme diyorum. Kapatiyorum telefonu. Ablami ariyorum.
"Abla ben yegenin kaydini yaptim, çocugun ayakkabisi, çorabi bilmem neyi yoksa orada bulamazsiniz giderken alin" diyorum. Nasil ? diyor. Nasil, nasil? diyorum. O anda ablamin yine bana haber vermeden kurdugu planlarin içine yavasça diagonal bir sekilde girdigimi fark ettigim anda bürodaki masanin üstündeki insaat maketini alip duvara hizlica vurmaya basliyorum.
"Ee abla tamam ee ben su anda santiyedeyim, aksam ararim ben seni ee tamam mi hadi bye ehehe?!!? seklinde otistik hareketler sergileyip ofistekilerin aha sonunda cozuttu bu tandansli bakislarina maruz kalirken yillarin palavra yutmaz ablasi yemiyor gayet tabii bu numarayi. Birden o aglamakli ses tonunu teatral hava içerisinde ekolayzir yaparken duyuyorum telefonda; Ablacim ben nasil götürürüm kadin basina bu çocugu sehrin öbür tarafina, zaten enisten de ameliyatta. Bilmem n'apsak ki.
"Bilmem n'apsak ki". Yillardir bu lafi ablam karsi tarafa istedigini yaptirmak için kullanir. Bunu yaparken de ilginç bir ses tonu kullanir. Hayir, ablam geçmis tarihte yasasa Kudüs'e gidip koca sehrin kapisini çalip; Vallahi biz ordumuzla burayi fethetmek için uzaktan geldik, yalniz simdi dikkat ettim de sizin ordu da baya kalabalikmis ha, Bilmem n'apsak ki dese Salahaddin Eyyubi; Buyur bacim lafimi olur koy g.tüne Kudüs'ün, hepsi senin olsun der. Yemin billahi, o kadar duygusal anlayacagin.
"Tamam abla, ben simdi santiyeye ugrayacagim, ögleden sonra gelir yegeni alirim" diyorum. Kapatiyorum telefonu.
Yegeni aliyorum evden ögle gibi.
Bizim yegenin babasi ingiliz. O da benim gibi kirma. Ancak çakal hiç Türkçe bilmedigi gibi, bizim kültürden uzak. Egiliyorum öpmeye, ceylan gibi titriyor; Korkma lan dayin yiyecek mi diyorum, hafif tebessüm ediyor, ama gözlerinden belli hafif ürküyor benden.
Nasil korkmasin; onu en son gördügümde bizim takimin geçen seneki Port vale maçina götürdüydüm. Son dakikada golü yiyip bizim play-off hayalleri suya düsünce kederden yegeni unutmusuz, maçtan çikip arkadaslar eee beyler napiyoruz ? sorusuna karsilik valla ben yigeni ablama biraka.. niniskym diyene kadar o stadin girisinde elinde güvenlik görevlisi, çoktan aglamaya baslamisti.
Neyse, yegenle koyuluyoruz yola, sehrin diger yakasina. Bizimkisi hala kin tutuyor olsa gerek, arabada benle pek konusmuyor.
Variyoruz idman sahasina, etraf ana-baba günü. Mecazi degil, hakikaten millet çoluk- çocugunu kapmis gelmis seçmelere. Elalem artik çocuguna baglamis umutlarini. Bizim eski bir tribüncü arkadasi görüyorum. ilk bakisimizda birbirimizi görmezden geliyoruz, hafiften utaniyor eleman benden galiba. Brighton'in seçmeleri varken çocugu Londra takiminin seçmelerine götürdügünü düsünüyor galiba. Bu sefer ben basliyorum utanmaya, çocuk benim bile degil. Olmaz, illa ki gidip konusmam lazim elemanla. Biz eski tribüncüyüz etrafta duyulursa , barlara, cafelere giremeyiz.
Gidiyorum yanina ensesine iki pit pit yapiyorum; ah joe naber, bende komsu çocugunu getirdim Tottenham'in seçmeleri varmis eehehe tadinda konusuyor. Yalanciyi cingen? diyorum. Abi ekmek çarpsin diyor. Birden telaslanip yegene dönüp saçma ingiliz espirisi yapiyor bir de; joe yegenin kayipti bulunmus ehehe diyor. Yermiyim lan ben! çocugunu getirmissin iste, sonra orda burda sabahlara kadar kafa patlatiyoruz abi Brighton'un en önemli sorunu altyapiya önem vermiyoruz, çocuklarin hepsi kuzeye kaçiyor diyoruz, adi köfte seni.
Neyse çocuklar ilk önce form dolduruyor, oynadiklari mevki, yas, kilo vb. çift kale maç için schedule olusturuyorlar. Araya giriyoruz, sorti yapiyoruz, kuyruga kaynak yapiyoruz derken bizim yegeni ilk maça aldiyoruz.
Maç basliyor, bizim yegen cm tabiriyle Hot prospect for the future, ilk kez izliyorum onu, boyu da uzun çakalin. Kafaya tekme sokmalar falan, vay adi! baya hirsli çikti.
Maç esnasinda etraftan fisiltilar duyuyorum, hey su Les Ferdinand degil mi? hey gördün mü su Ferdinand? seklinde. Gözlerime inanamiyorum rahmetli peder beyin tabiri ile bizim Ferdi Tottenham'da koç olmus. Ve su an önümde maçin hakemligini yapiyor. Bugün çocuklugumdan beri Besiktas'i seviyorsam bu adam yüzündendir.
En son Reading'de görmüstüm bizim Ferdi'yi. Türkiyeden döndügünde Newcastle'da çosturmustu, keza Tottenhamda da. Benim için ayri bir adamdir Ferdi, Türkiye'de oynadigi için çocuklugumun idolüydü. Hatta ne yalan söyleyeyim çocukken hayaller kurardim; ilk önce Ferdi gibi Besiktasta oynayip Besiktas'i avrupada sampiyon yapip sonra bizim Brighton'i Premier ligi'ne çikaracaktim. Çocukluk iste.
Bizimkilerin 15'er dakikalik maçi bitiyor. iki saat sonraya kisisel yetenek antremani için randevu veriyorlar. Bizim yegen havalara uçuyor resmen. Gel bakalim koçum dayin bir tane öpsün diyorum, hala tirsiyor benden, yapmacik sariliyor bana.
Ara var gidip yemek yiyelim diyorum, bizimkisi havalara girmis; olmaz dayi diyor, antremanim var, eger birseyler yersem sahada kosamam, hasta olurum diyor. Birden aklima ben Türkiyede iken gazeteden haberini okudugum; antremana gitmeden kahvalti yapip antreman sirasinda bayilan Fenerli Mehmet Yozgatli geliyor aklima. Siritiyorum. N'oldu dayi diyor; yok birsey adi köfte, dayinin karni acikti gidelim bari ben birseyler yiyeyim diyorum.
Oturuyoruz bir yerlere, Ferdinand'i tanidin mi diye soruyorum bizim yegene. Kim? diyor. O o isin gücün Rooney, Ronaldo senin ha! diyorum. Dayicim bu sizin maçta hakemlik yapan adam çok ünlü bir futbolcuydu, hatta bak Besiktasta bile oynadi diyorum. Gözlerini açiyor birden, bana "hadi ya özür dilerim dayi bilmiyordum onun büyük bir futbolcu oldugunu " demesini beklerken "su pooldan sekiz yiyen takim mi?" dayi diyor. Kizgin bir bakis atiyorum. Sor bakalim ona, dayin dogru mu söylüyor, yalan mi söylüyor anlarsin diyorum. Bir yandan da hakli aslinda çocuk, 9 yasinda nerden bilsin bizim Ferdiyi.
Neyse, bizim çocugun sirasi geliyor. Hadi bak koçlarin gözüne gir diye nosumu atip çekiliyorum tellerin arkasina. Yakiyorum sigarami, hafiften heyecan basiyor bünyeyi.
Çocugun eline bir top veriyor Ferdinand'in yanindaki adam. Ferdinand bizimkisi ile konusuyor bir müddet. Derken bizimkisi kafasini kaldirip beni ariyor. Sonra eliyle beni isaret ediyor Ferdi'ye. Ferdi bizim yegenin elini tutup bana dogru yöneliyor.
Nizamiyede nöbet tutarken komutani görüp sigarasini yere atan asker gibi heyecanlaniyorum o an. Ferdi bize yaklastikça yanimdakiler afaliyor tabi, bende.
Ferdi yanima yaklasinca yegene soruyor; bu mu?
Bir an ne yapacagimi sasiriyorum, heyecanlaniyorum. Tenis topunun zor geçecegi tel araligindan elimi onun tarafina sokmaya çalisiyorum Ferdi'nin elini sikmak için. O an down sendromuna yakalanmis gibi davraninca hani biri beyin ölümü gerçeklesti nasilsa diye kafama odunla vursa yeridir; Merhaba diyor bizim Ferdi. Çocuk senin mi diyor. Yok abi yegen ehehe diyorum. Çocuk anlatti Türkmüssünüz galiba diyor. Biraz sebekçe mahaba, solomon saba, kabab, bejiktas ehehe diyor. Geçen sene geldim Türkiyeye ödül vermek için diyor. Ne ödülü abi diye soruyorum. söyle bir iki saniye düsündükten sonra "umm just forget name ehehe" diyor. Tam ben abi bir imzani alayim, mahalledeki çocuklara fors atayim, 6 yasindan beri hayraninim allahsiz herif muhabbetine girecekken arkadan iri kiyim bir koç çagiriyor bizim Ferdi'yi. Memnun oldum, tüm türkiyeye selam hadi diyor. uzaklasiyor.
O an dünyalar benim. Yanimdakilere Les zaten benim kanka, antremandan sonra baliga gidecegiz. Bak cep numarasi var bende, inanmiyorsan arayayim dinleteyim sana sesini ruhuna bürünüyorum. Derken bizim yegen çikip geliyor. Aksama cuma gününkü seçmeler için arayip, oldu-olmadi diyeceklermis.
Yalniz, bizim yegen trip atiyor yolda bana. Hayirdir dayi noldu diye soruyorum. Dayi eger seninle konusmasalardi benle daha çok ilgileneceklerdi, benden sonraki çocukla bes dakikadan fazla ilgilendiler diyor. Oglum heheyt senin dayinin torpili var olum bundan sonra diyorum, Ferdinand artik bizi taniyor, cuma gününe kizlara randevu verme ehehe diyorum, dalga geçiyorum bizim yegenle. Kiskandin mi lan yoksa Ferdinand benimle ilgilendi diye nanik atiyorum yanagina.
Aksam oluyor ablam ariyor. Joe sen ne yaptin? diyor. Bizim çocugu almamislar, simdi aradilar diyor. Telefonda arkadan gelen bizim yegenin tüm cihani inleten aglama sesinden olayi ilk basta anliyorum aslinda. Nasil? diyorum. Bu sefer o bana Nasil nasil? diyor. Çocuk koçlarin onla ilgilenmedigini benim sayemde seçmelere gidemegini anlatmis. Eniste bey arkadan bagiriyor; Olum sen mi gittin seçmeler bizim çocuk mu, biraksaydin ya çocuk iki top yapsaydi diyor.
Yahu abla ver su yegeni konusayim, size neler anlatmis afacana bak yaa! diyorum. Gelmez telefona diyor, ablamda kizmis bana belli ki. Dünyanin sonu mu? bende bizim yegeni bizim takimin paf takimina yazdiricam yarin söz diyorum. Ablam yegene dediklerimi söylüyor. Uncle's team is sucks diye bögürüyor bizimkisi telefonun öbür ucundan. Oha nerden ögrendi abla öyle konusmayi bu çocuk diyorum, Bilmiyorum ablacim, neyse görüsürüz sonra diyor.
Ben de barda tam bu olayi arkadaslara anlatirken; yanimdaki eleman soruyor; hayirdir noldu?
Ya n'olacak iste ehehe bizim yegeni almislar takima, olum boru mu lan Ferdinand'la kanka olmus adamim, zaten o da simdi beni arar aksama paslasalim dediydik, bak sonra satis oldu demeyin ha! ehehe diyorum.
Yaktin olum Ferdi beni. Bizim yegen artik sittin sene yüzüme bakmaz, Allahsiz herif!
Not: Yegenle arayi nasil yaparim, nasil ederim çocuk iliskilerinden anlayan varsa yorumlara bekliyorum. Hayir, varsa özel dayi-yegen iliski güçlendirici krem falan alalim yani.
By Joe Jonese Atesdagli
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-02 13:50:08
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:f7e6cf29d8]
SOL KANATTAN MÜTEMADiYEN AKANLAR
[img:f7e6cf29d8]http://bp2.blogger.com/_o3Pu7je179A/SBHgxbmq3-I/AAAAAAAADa0/6iPqjomu5tA/s400/1.jpg[/img:f7e6cf29d8]
Ryan Giggs, David Ginola ya da Karel Poborsky'i beklemeyin bu yazida. Çünkü bu sol kanat bildiginiz sol kanat degil. Siyasetin sol kanadi. Kariyerleri boyunca sosyalist görüse yakinliklariyla bilinen oyunculari bir araya topladik.
ilk ikisi bu taraflarini itiraf etmis ve hatta Marxist ögretiye olan bagliliklarini da dile getirmis olan futbolcular. irlanda Milli Takimi'nin eski oyunculari Tony Galvin, Chris Houghton.Houghton su anda da Newcastle United takiminda Kevin Keegan'in yardimcisi olarak görev yapiyor. Manchester United'da 11 sene futbol oynayan iskoç futbolcu Brian Mc Clair de sol görüslü oyunculardan. McClair bir röportajinda "Sizi en çok korkutan nedir?" sorusuna "Margaret Thatcher hükümeti" diye cevap vermisti. Ayrica adanin 2 büyük hocasi Alex Ferguson ve Bill Shankly'nin de bu görüse yatkin oldugu biliniyor. Bill Shankly'nin "sosyalizm benim inancima göre bütün herkesin ortak iyilik için çalismasidir. Hayati da futbolu da böyle görüyorum" sözü onun ünlü vecizeleri arasinda. Shankly tamam da "endüstriyellesme" deyince akla gelen ilk kulüp Manchester United'in 24 yildir basinda olan bir adamdan süpheliyim. Evet Ferguson iskoçya'daki demir atölyelerinde büyümüstür ve ailesinde de bu özellik vardir ama "Sir" davaya ihanet edeli çok oldu. Eski futbolcu yeni Sunderland baskani irlandali Niall Quinn de Margaret Thatcher hükümetinin reformlarindan nefret eden isimlerden.
Diego Armando Maradona, Jorge Valdano ve Fernando Redondo'nun da sosyalist görüse mensup olduklari biliniyor. Eski Barcelona kaptani Josip Guardiola da Katalanist ve anti-merkezci bir hükümet yanlisi imis. Almanlarin efsane oyuncusu ve 1974 Dünya Kupasi sampiyonu takimin unutulmazlarindan Paul Breitner da listede. Breitner soguk savas Almanyasi'nin sol görüslü hareketlerinden "Rote Armee Fraktion"in (Kizil Ordu Hareketi) bir üyesi idi. sili'li Ivan Zamorano ve eski Norveçli milli futbolcu Egil Olsen de sol görüse sahip oyuncular. *
Türkiye'de sosyalist görüse sahip oyunculara rastlamak çok kolay degil. Akillarda kalan bir tek eski Fenerbahçeli futbolcu Kemalettin sentürk. Bunun disinda bildikleriniz varsa yorum kismina rica edelim.
Bir kaç güne kadar sag görüslü oyuncularla devam edecegiz.
[quote:f7e6cf29d8]SAg KANATTAN MÜTEMADiYEN AKANLAR
[img:f7e6cf29d8]http://4.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SOrkTtTNfFI/AAAAAAAAF8k/D9ToOsCIfvA/s400/di-canio.jpg[/img:f7e6cf29d8]
25 Nisan 2008 günü "Sol Kanattan Mütemadiyen Akanlar" yazisinda sol görüslü oyunculardan bahsettikten sonra "Bir kaç güne kadar sag görüslü oyuncularla devam edecegiz." demisiz. Bir kaç gün geçti iste. Tamam bir kaç günden biraz daha fazla geçmis olabilir. Biz isimize bakalim. Yesil sahalarda politik görüsleri sebebiyle sag kanadin kontenjanina yazilan isimler. Tabi burada genel olarak dünya üzerinde sol cenahta yer alan insanlarin daha bir ön plana çikip göze battigi, sag cenahtakilerden asiriya kaçanlarin ancak üne kavustugu göz önüne alinirsa tüm isimleri buraya tasimamizin imkansiz oldugu görülecektir.
Paulo Di Canio hakkinda çok bahsedecek bir sey olmamali. Lazio formasi ile Roma derbisinde ve Livorno maçinda çektigi Nazi selami hala insanlarin hafizalarindan silinmedi. Maçtan sonra Mussolini'nin torunuve italyan politikasinin sag kanadinin önemli isimlerinden Alessandra Mussolini Paulo Di Canio'ya bir tebrik mesaji göndermistir. Di Canio'nun bu olaylardan ve 1 maç oynamama cezasi almasindan sonra Livorno'lu Cristiano Lucarelli için "o sol yumrugunu havaya kaldirirken ben neden eski Roma'ya ait bir selamla gol sevinci kutlayamiyorum" seklinde bir açiklamasi vardir. Di Canio ayrica Almanca "Fuhrer" anlamina gelen ve hem Adolf Hitler hem de zamaninda "Duce" kelimesi ile Benito Mussolini için kullanilan Latince "DUX" kelimesini kolunda dövme olarak tasimaktadir.
Di Canio'nun kariyerinin sonunda döndügü Lazio'nun eski oyuncusu Sinisa Mihajlovic de asiri sagci damgasi yemis isimlerden. 2000 yilindaki Lazio-Arsenal mücadelesinde Patrick Vieira'ya "black shit" lsözünü sarfettikten sonra aldigi ceza bu özelligini daha çok öne çikardi. Mihajlovic sonradan özür dilese de gelen tepkileri azaltamadi. Kendisinin Slobodan Milosevic'le yakin iliskilerinin oldugu ve Sirbistan'daki soykirim hareketlerini de destekledigi biliniyor. Balkanlardan gelen ve özellikle siyahi irka olan önyargisini gizlemeyen isimlerden birisi de Bulgar yildiz Hristo Stoitchkov'du. Stoitchkov'un "kendimi siyahlardan daha üstün görüyorum" sözü onun da kara deftere yazilmasina sebep oldu. Eski Arsenal ve Leeds oyuncusu son olarak Aston Villa menajerligi yapan David O'Leary de sag görüslü futbolcular arasinda. Özellikle kariyerinin basinda Leeds United formasi giyen Lee Bowyer'in takim arkadasi Jonathan Woodgate ile Hintli bir genci dövmesi olayinda onlara destek çikmasi ve göçmenlere karsi tutundugu tavir kendisi üzerinde de kara bulutlarin dolasmasina yol açmisti. Bir irlandalidan beklenmeyecek bir davranis. Eski Oxford United oyuncusu, Premier Lig'de uzun bir kariyere sahip olan ve su anda da kariyerini bitiren Ron Atkinson da göçmenlere ve siyahi oyunculara karsi olan tutumu ile bilinen bir isim. 2004 Nisaninda ingiliz ITV televizyonunda yorumculuk yaptigi sirada Chelsea kaptani Marcel Desailly içi kullandigi "kahrolasi tembel zenci (nigger)" lafi onu kanalindan istifa ettirdi. Bu yetmezmis gibi ayni yil içinde Çinli kadinlar için "dünyanin en çirkin kadinlari" yorumunda bulundu. O tarihten beri de "irkçi Ron" damgasini yemis durumda.
[img:f7e6cf29d8]http://2.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SOrkbK9tRuI/AAAAAAAAF8s/is-HRNt2cc0/s400/7.jpg[/img:f7e6cf29d8]
Burada Zvonimir Boban için ayri bir parantez açmak gerekiyor. Boban Yugoslavya'nin parçalanmasi sirasinda 1990 Mayisinda Red Star Belgrad ve Dinamo Zagreb arasinda oynanan maçta Belgrad'li bir polise Zagreb'li taraftarlara siddet kullandigi için saha içinde saldirmis bir isim. Hirvatistan'da mili kahraman ilan edildi bu hreketten sonra. Dolayisiyla milliyetçi bir ideolojiye bas kaldirdigi söylenebilir. Ancak Boban daha sonra (dogal olarak) Hirvatistan'in ultra-milliyetçi sag görüslü partisi HDZ'nin bünyesinde yer almis ve partinin bazi organizasyonlarinda yer almistir. Dolayisiyla baskaldiri ve anarsizm kimi zaman hangi taraftan baktiginiza göre degisik anlamlar kazanabiliyor.
Milan'in Liberyali golcüsü George Weah bu yönde düsünceleri ile degil eylemleri ile de harekete geçenlerden. Weah aslinda tam bir radikal görüs sahibi degildi. Ülkesinin baskanlik seçimlerinde aday oldugu kampanyada, listesini 1980-90 yillari arasinda Liberya'nin darbeci diktatörü olan Samuel Doe yönetiminden bir çok isimle doldurunca bir çok elestiri aldi. Ancak Weah Birlesmis Milletler, dünya barisi ve Afrika halkinin büyük güç odaklari karsisinda korunmasi gerektigi ile ilgil ibirçok girisimde bulunmustur.
Gianluigi Buffon'un hikayesi de ilginç tabi. 2000 yilinda Parma formasi giyerken giymek istedigi forma 88 numarayi tasimak istedi. Bu ayni zamanda Alman alfabesinin sekizinci harfi olan "H" ve HH selindeki "Heil Hitler"e bir göndermeydi ve Neo-Nazi ideolojisinin önemli bir sembolüydü. istegi italya'da yasayan yahudilerden büyük tepki gördü. Buffon siyasi görüsü ile ilgili bazi iddialari yalanladi ancak daha önce üzerine giydigi ve Mussolini yönetiminin önemli sloganlarindan olan "Boia chi molla" (Korkaklara ölüm) ve "Credere, Obbedire, Combattere" (inan, itaat et, dövüs) ifadelerinin yazili oldugu t-shirtler, 2002 dünya kupasina götürdügü bavulundaki tek kitabin Nazi Almanyasini anlatan (3rd Reich) bir kitap olmasi onun üzerindeki söylentileri hiçbir zaman bitirmedi. Buffon son yillarda bu söylentileden uzaklasmis gibi görünüyor. Bu rolü bugünlerde Buffon'dan devralan isim ise bir baska kaleci Christian Abbiati. Abbiati geçtigimiz günlerde "fasizm ve vatanseverlik gibi ögretilere ilgi duyuyorum, dinime bagliyim ve bunu belirtmekten çekinmiyorum, Hitler'in yaptiklarini savunmuyorum ancak ancak insanlara güvenlik getirdigi de kesin" türünde açiklamalar yapti. italya'da bir sonraki duraginin Lazio olacagi yönünde esprili yorumlar yapildi bile.
Tabi daha ilimli olanlar da var. Kevin Keegan gibi. Keegan siki bir Margaret Thatcher hayrani. Demir leydinin icraatlerini her zaman takdir ettigini belirten Keegan asiri olmasa da ortanin saginda yer alan bir isim. Jamaika asilli ingiliz oyuncu John Barnes da uzun süreden beri Muhafazakar Parti ile yakin iliski içerisinde. Onun da ilimli sagcilardan oldugunu rahatlikla söyleyebiliriz. Frank Lampard da ayni sekilde. Muhafazakar Parti'nin su ndaki lideri David Cameron ile yakin iliskileri olan Lampard "oldum olasi kendimi muhafakazar olarak bilirim" seklinde görüs belirtmisti. Lampard'in önümüzdeki ingiliz seçimlerinde Cameron'i destekledigi de biliniyor. Eski iskoç kaleci Andy Goram da Belfast'ta merkezi bulunan Kuzey irlandali milliyetçilerin bir üyesi ve gruplar siki iliskileri mevcut.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-03 11:17:48
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:77f8790266]02 Aralik 2008 Sali
TOP 10 ABSÜRD STADYUM
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6BIipjfI/AAAAAAAAItc/VI_CBkW3o8w/s400/coritiba+1.JPG[/img:77f8790266]
Akçaabatsebatspor'un stadi Türkiye'nin en absürd stadyumlarindan. Denize yakinligi sebebi ile sahadan güçlü bir sutun denize kaçtigi yönünde sehir efsaneleri dolasir. Bunun disinda otoyolun kenarinda bulunan Ali Sami Yen Stadi'nda, misafir ve ev sahibi takimin bayraklarinin çekildigi yeni açik tarafindaki direklere, otoyoldaki trabzanlardan atlamak kaydiyla girildigine kendi gözlerimle sahit olmusumdur. Tabi hayati tehlike atlatilarak. Asagida yine sizden de birçok örnegin gelecegine inandigimiz dünya üzerindeki 10 absürd stadyum var. Buradaki ana kistaslarimiz mimari, stadin lokasyonu ve tribünlerin durumu belirtelim.
[img:77f8790266]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU5ZMCTmJI/AAAAAAAAItM/8SZxDyV-HGA/s400/braga+1.jpg[/img:77f8790266]
10-Estádio Municipal de Braga: 10. sirada bu dalin en çok taninani var. Bu stadi mimarisi, lokasyonu bir yana Euro 2004'te Portekiz hükümetinin en çok parayi harcadigi stad olmasi absürd yapiyor. Tam 83 milyon euro ile turnuvadaki diger 10 stadyumundan daha pahaliya patlamisti insasi. Tabi bu rakamin olusmasinda tribünlerin yapimi degil o kayalarin delinip stadi oturtmanin da payi var. Kentin takimi SC Braga maçlarini bu stadda oynuyor.
[img:77f8790266]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6x9KM51I/AAAAAAAAIuM/vz6VlLkpDd4/s400/gradski+2.jpg[/img:77f8790266]
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6xttXdSI/AAAAAAAAIuE/vcdni26EUMQ/s400/gradski.jpg[/img:77f8790266]
9-Gospin Dolac, Imotski: Yine kayalarin arasinda bir stad. Hirvatistan Ligi 2. lig takimlarindan NK Imotski'nin Stadi. Bu seferki stad degil resmen cografya sinavi. Kayalar, platolar, stadin hemen sagindaki büyük Imotski gölü, arkada surlar. Bu sahada Japon futbolcu oynasa 90 dakika boyunca maçi birakip fotograf çeker. Bu stadin turnikesi nerededir, ayrica o balkon gibi yerden bakanlardan bir ücret alinir mi çözemedim.
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU5Y5WijRI/AAAAAAAAItE/srXhKEUqLYU/s400/aeselund+2.jpg[/img:77f8790266]
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU5YvYnExI/AAAAAAAAIs8/al9EKWFzEfI/s400/aeselund.jpg[/img:77f8790266]
8-Kråmyra Stadium, Ålesund: Norveç Ligi takimlarindan Aalesunds FK'nin 2 sene önce geçtigi Color Line Stadyumu'ndan önce kullandigi çok amaçli stadyum. Ben ömrümde çok belestepe gördüm ama böylesini görmedim. Resmi belestepe. Adam resmen belestepeye pankart açmis, tifo yapmis. Aslinda günümüz endüstriyel futbol düsmanlarinin mekani tam. "Burasi benim yerim" diye kimse kimseyi kaldiramaz koltuk yok, açik arazi. Ancak "su tasin yani benimdi, su dikenin üstü senindi" diye tartisma yapilir o kadar. Atanalirspor felsefesi hala yasiyor anacigim.
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU5ZVmIS9I/AAAAAAAAItU/JeSgu-UHMbM/s400/citta+trogir.jpg[/img:77f8790266]
7-Igralište Batarija, Trogir: Yine Hirvatistan ikinci Ligi yine bir cografya dersi. Bu sefer yersekilleri koy, körfez, bogaz, yarimada, ada seklinde. HNK Trogir takiminin stadi 1.000 kisilik ama kale surlariyla beraber rahat bir 5.000'i bulur. Tam Türk basinina göre bir stad. Her maç sonrasi baslik hazir zaten. "HNK Trogir denize döktü", olmadi "HNK Trogir pupa yelken", olmadi "HNK Trogir kaleyi fethetti". Ama itiraf edeyim o küçük adacikta stadin arkasinda kalan yerlesim yerine de hayran kaldim. Absürd oldugu kadar da görünüs açisindan harika bir stadyum.
[img:77f8790266]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6CEk7d9I/AAAAAAAAIt8/CiYxYuNnpMQ/s400/katar.jpg[/img:77f8790266]
6-The Wall, Doha: Listenin henüz yapilmamis tek stadyumu. Katar'daki nam-i diger "Laptop Stadyumu", "The Wall". Katar'in baskenti Doha'da insasi devam eden stad dünya tarihinde 2 ilke ev sahipligi yapacak. Dünyanin ilk yeralti stadyumu ve dünyanin açik havada olup air conditiona sahip olan ilk stadyumu. En erken 2010 yilinda bitmesi planlaniyor. Isiklandirma direkler ve ampüller yerine tamamen surround sistemi ile yapinin içinden saglanacak. Laptop kelimesine birebir uyan bir stadyum, yani kapali halden açik hale gelirken zemin asagiya iniyor ve tribünler diklesiyor. Bu mekanizma istege göre ayarlanabiliyor. 2018 Dünya Kupasi'na aday olmayi düsünen Katar'in sahsi sov stadlarinan birisi. Zira kapasite sadece 11.000, yapim sebebi bu stada Dünya Kupasi'ni getirtmek degil, "bakin biz neler yapabiliyoruz" demek.
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6yKTljII/AAAAAAAAIuU/fhD8afv3pmI/s400/luton-town-kenilowrth-road-1.jpg[/img:77f8790266]
5-Kenilworth Road, Luton: Luton Town'in Stadyumu. Joe'nun birkaç hafta önce bir yazisi vardi Wolves hakkinda, stadyuma etraftaki bardan kaçak giris var diye. iste onun legal hali. Luton deplasmanina gelen taraftarlar ellerine cadde, sokak, ev numarasini aliyorlar, arayip asagidaki kapidan geçiyorlar, sonra oturma odasi, bahçe, merdiven derken deplasman tribününe giriyorlar. Stadyum insanin evi gibi olacak demisler ya iste o hesap. Üst kattaki perdeli pencereleri çözemedim, orasi da business class sanirim. Bir gün Joe bizi adada misafir ederse ilk gidecegim stadlardan olacaktir and içtim.
[img:77f8790266]http://2.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6yjyIvvI/AAAAAAAAIuk/y5ARTr5hPig/s400/molde2.jpg[/img:77f8790266]
[img:77f8790266]http://4.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6ySr_LgI/AAAAAAAAIuc/LY2ugGFi2Gs/s400/molde1.jpg[/img:77f8790266]
4-Aker Stadion: Bu stadi da absürdden çok dogal güzelligi için listeye almak lazim aslinda. Norveç 1.Ligi takimlarindan FK Molde'nin evi Aker Stadion 11.000 kisilik kapasitesine ragmen düzenli mimarisi ve enfes lokasyonu ile gördügüm en güzel yapilardan birisi dünya futbolunda. Zaten mimari Kjell Kosberg'e de 1999 yilinda Norveç'te yilin mimari ödülünü kazandiran ve dünyanin en prestijli mimari ödüllerinden olan FIABCI'ye adaylik getiren bir stad.
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6BnUztBI/AAAAAAAAIts/wAwFW0eWCGU/s400/coritiba+3.JPG[/img:77f8790266]
[img:77f8790266]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6BdB6vqI/AAAAAAAAItk/23zInkyFoYM/s400/coritiba+2.JPG[/img:77f8790266]
3-Eco-Estádio Janguito Malucelli, Parana: Brezilya 3. Ligi olan Campeonato C'de mücadele eden J. Malucelli Futebol Sociedade Anônima takiminin stadi (ayni zamanda yazi basliginin altindaki resim). Stadin adindan da anlasilacagi gibi ekolojik dengeyi bozmama adina dogayi fazla tahrip etmeden onunla bütünleserek yapilmis bir stad. Zaten spiker kulübesi ile bu alanda açtigi çigiri tezahür etmek mümkün degil. Yedek kulübeleri bambaska. Bu stadi güveler nasil yiyip bitirmiyor bilmiyorum. Tribün koltuklarini sökmek için öyle tornavido operasyonu veya kaba kuvvet yetmez, çapa, tirmikla giriseceksin. Stadin kendi absürdlügü bir yana, tribünü ortadan ayiran merdivenler apayri bir hadise. Çayir çimene 3-4 tane plastiki çakip tribün yapmissin bir de ne merdivenle ugrasiyorsun. FIFA kuralarina mi uyacaksin? Ayrani yok içmeye, merdiven yapar tarlaya.
[img:77f8790266]http://2.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU7IpjA7jI/AAAAAAAAIu0/LnftAJEAViw/s400/mumbai2.jpg[/img:77f8790266]
[img:77f8790266]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU7IQNMo6I/AAAAAAAAIus/t48zdnJeWSM/s400/mumbai.jpg[/img:77f8790266]
2-Mmabatho Stadium, Mafikeng: 2010 Dünya Kupasi için bütün stadlari elden geçiren ve yeni stadlar insa eden Güney Afrikalilar karambolde su stada da el atsalar hiç fena olmaz. Üstelik bu stadda Johennaesburg derbileri oynaniyor bazen. Cape Town-Kaiser Chiefs, Orlando Pirates-Cape town gibi. Neresinden baslasam bilmiyorum. Büyük bir ihtimalle maraton tribünleri önce yapildi. Daha sonra da yahu bu stada bir restorasyon yapalim diye yola çikildi, ancak ödenek azligindan iskambil kagidindan kale yapar gibi tribünlerin iki tarafina terastan bozma su kare platformlar yerlestirildi. Üstelik stad 59.000 kisi aliyor. O kadar adama yazik. Dünyanin efektiflik/kapasite açisindan en kötü stadyumudur sanirim. Mimari Metin sentürk.
[img:77f8790266]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/STU6B314hKI/AAAAAAAAIt0/mHe3n4VzrI8/s400/faroe.jpg[/img:77f8790266]
1-Við Margáir: iste dünya üzerinde Orhan Ayhan'in maç anlatamayacagi tek stad. "Bilenler için söylüyorum deniz tarafindaki kaleyi ev sahibi EB/Steymur koruyacak" diyemez çünkü. Ulan her yer deniz tarafi. Kelimeler kifayetsiz kaliyor bu stad için. Faroe Adalari 1. Ligi "Formuladeildin" (isim apayri bir tez konusu zaten) takimi EB/Steymur'un mabedi, ufak bir dalgada ne oluyor bilmiyorum. Hani Manchester City ile eslesince maçi Torshavn'in Gundadalur Stadi'na alinan takim. isabet olmus. Bu stada gel-git olur, bu stada kaya düser, bu stada Jaws çikar, bu stada ne olmaz ki? Bu stadla adamlar bu sene ligde sampiyon oldu iste. Ayrica buraya deplasman takimi nasil geliyor, eve nasil dönüyor? Reina'ya yatla yanasir gibi gemiyle geliyorlardir büyük ihtimal. Bundan daha zorlu deplasman var diyecek olan varsa beri gelsin. Zaten kulüp de futbolculardan çok futbol topuna para harciyordur. Tam Sabri'nin adrese teslim frikiklerinin stadi.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
onurnazliaka
Site Admin
Kayıt: Non 0, 0000
|
Tarih: 2008-12-07 18:04:39
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:fd3dd00f59]Gökhan Tokgöz
Forma numaralarinin ülkemizde serbest birakildigi 2000-01 sezonuydu sanirim.Bir Besiktas-Y.Yozgat maçinda "Kim lan bu 99 numara? Yozgat Vitor Baia'yi mi transfer etti .mina kiii?" diye arkadaslara sordugumu hatirliyorum.Gökhan Tokgöz ismini ilk kez o maçta duymustum.
Futbolcu bir babanin oglu olarak 13 yasinda Merzifon'da futbola baslamis.17 yasinda Boluspor'a geçmis.2.Ligde Boluspor ile ayni grupta bulunan Y.Yozgat'in dikkatini çekmis ve transfer edilmis.
Yozgat'in Süper Lig'e yükselmesi ile Gökhan'da kademe atlayip ve henüz 20 yasinda iken ilk kez Süper Lig'e yükselen bir takimin 1.kalecisi olmustu. Yozgat'ta ilk senesinde çok basariliydi.Bu basarisi ile Ümit Milli takimin kalesi ona emanet edilmisti.2 Sezon boyunca Ümit Milli takima sürekli çagirilan Gökhan artik yavas yavas A Milli takima da çagiriliyordu.Fakat Rüstü'nün o dönemdeki üstün formu,Ömer Çatkiç'in da vazgeçilmeyen 2.kaleci durumunda bulunmasi Gökhan'i geri itti.Nitekim 19 kez U21 milli olduktan sonra bir kez dahi A milli olamadi.
Derken Yimpas Yozgatspor küme düstü ve Gökhan klüp degistirmek zorunda kaldi.Gençlerbirligi onu kadrosuna dahil etti ve klüp kariyerinde en büyük basarilari Ersun Yanal yönetimindeki Gençlerbirligi'nde elde etti.
Denizlispor'da basarili olan Ersun Yanal,kadrosunun neredeyse tamamini Gençlerbirligi'ne tasimisti o sezon.Deniz Baris,Mbayo,El Saka,Youla,Ali Tandogan,Mustafa Özkan,Veysel Cihan gibi futbolcularla ayni kadroda bulunan Gökhan,takiminin lig 3.sü olarak UEFA kupasina gitmesine büyük katkida bulundu.Fakat sezon basi geçirdigi sakatlik belki de kariyerinde dönüm noktasi oldu.Yaklasik 4 ay futbol oynayamayan Gökhan kaleyi Damir Botonjic'e kaptirdi.Onun yoklugunda takimi UEFA Kupasinda Blackburn,Parma ve Sporting Lisbon gibi ekipleri elerken Gökhan maçlari evinden seyretmek zorunda kalmisti.Botonjic'in o sezon ki basarisi ile Gökhan bir anda 2.kaleci durumuna düstü.1 sezonu bos geçiren Gökhan 3 kez seçildigi A2 Milli takima da veda etmisti.
4 sezon Gençlerbirligi'nde zaman zaman ilk 11'de oynadi zaman zaman yedek kaldi.Bu süre zarfinda "genç ve yetenekli kaleci" kimligini kaybetti.Sakatliklarin ve süreksizligin bunda etkisi büyük oldu bence.2 iyi geçen maçin üstüne 3.maçta hatali yenen goller,gereksiz kartlar ve sakatliklar Gökhan'i etkiledi.2006 Nisan ayinda Galatasaray ile yapilan maçta penalti atisi kullanacak olan rakip oyuncu Necati'ye eli ile köse gösterip aksi köseye atlamasi ise gözden düsüsünü tamamlayan hareket oldu."Aramizda bi sakaydi o,ben o hareketi Necati'yi sasirtmak için yaptim" dese de futbol camiasindan tepki aldi.
2007-08 sezonunun ortasinda bir diger Ankaraspor'a geçen Gökhan ilk sezonunda az da olsa forma sansi bulsa da sezonun sonlarinda dogru kaleyi Slovak Senecky'e kaptirdi.
2008-09 sezonu Gökhan için çok zor basladi.Kendisi ile ayni jenerasyondan Ramazan Kursunlu ve genç Evren Özyigit'in de takima katilisi ile Gökhan ilk 18'e girmekte dahi zorlanmaya basladi.Nitekim bu sezon sadece 2 maçta ilk 18'e dahil oldu.
Ankaraspor'daki bu konumu ile artik Süper Lig kaleciligine veda edecek gibi duran Gökhan,kuvvetle muhtemel sezon sonunda yahut devre arasinda klübünü degistirecek.Gençliginde dinamik,dengeli,heyecanli görünen Gökhan git gide "senol Karagöl" tarzi bi kalecilige büründü.Aslinda yasi gayet müsait.30 yasinda,baska bir klüpte,sürekli ilk 11'de baslayarak kaleciliginin son dönemlerini güzel geçirebilir.
http://numerosettanta.blogspot.com/2008/11/12-gkhan-tokgz.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-16 12:34:16
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:7d44545c98]TÜRK SEYiRCiSiNi YIKAN MAÇLAR 3/10: 2001-02 GENÇLERBiRLigi-FENERBAHÇE
Fenerbahçeli dostlarla ne zaman üzüldükleri maçlarla ilgili bir konusma açsam bu maçi zikrederler sektirmesiz. Fenerbahçe ligde veya Avrupa'da bu maçtan daha önemli ve daha çok sey kaybettiren maçlar oynamistir aslinda, ama nedense bu soguk ilkbahar aksaminda Ankara 19 Mayis Stadi'nda oynanan maç Fenerbahçe taraftarini son yillarda en fazla derinden yaralayan maçlarin basinda gelir. Bir sene önce Mustafa Denizli yönetiminde sampiyon olan Fenerbahçe izleyen yilda devre arasindaki teknik direktörlük degisimine ragmen yaristan kopmamis ve Mircea Lucescu'nun Galatasaray'i ile mücadeleyi son haftalara kadar sürdürmüstür. 29. hafta gelip çattiginda Galatasaray Diyarbakirspor deplasmanindan 0-0'lik beraberlikle dönünce sari-lacivertli taraftarlarin 1 gün sonraki yolculugu daha büyük bir keyifle baslar. Zira Fenerbahçe kazanirsa bitime 5 hafta kala liderle arasindaki puan farkini 1'e indirecektir. Tam 6 bin Fenerbahçe taraftari 4 bini karayolu 2 bini demiryolu ile olmak üzere baskente hareket eder. TCDD'nin iki gece treni Anadolu ve Fatih ekspresleri belki de en neseli seferini yapar ama o yolculugun sahitlerinin anlattigina göre gidisi ile dönüsü arasinda bu kadar fark olan deplasmana tarih çok az sahit olmustur.
Maç baslar, ilk yari çok çarpici geçmez. ikinci yari 62. dakikada Mustafa Dogan'in kirmizi karti maç sonu olacaklarin bir habercisidir adeta. Fenerbahçe buna ragmen yilmaz 70. dakikada Yusuf, Serhat Akin kaleyi yoklarlar, direklerin izin vermedigi topu Haim Revivo içeri sokar ve Fenerbahçe bitime 20 dakika kala 1-0 öne geçer. Fenerbahçeliler sampiyonluk sarkilari söylemeye baslarlar. Maçin 90. dakikasi gelir Mustafa Çulcu kenara 4 dakikalik bir uzatma isaret eder. Tabela kalkar. Fenerbahçeli taraftarlarin umurunda degildir. 93. dakikada Gençlerbirligi sag kanattan bir serbest vurus kazanir, topun basina Tolga Dogantez gelir, topu ceza sahasina ortalamaz, ortaya atar. 2 saniye sonra 2001-02 Türkiye Birinci Futbol Ligi'nin kaderi degismistir. Zira sahanin en kisa boylu adami 1,66'lik Misirli Ahmed Hassan Fatih Akyel, Ümit Özat, Samuel Johnson, Ogün ve Mert Meriç gibi oyuncularin arasindan kafayi Rüstü'nün aglaina göndermistir. 6 bin sari lacivertli tribünlerde donar kalir. Maç santradan saniyeler sonra biter. Galatasaray aradaki 3 puanlik farki sezon sonuna kadar korur ve sampiyon olur. Ama o sezonun dönüm noktasi Ahmed Hassan'in vurdugu o kafada kalir. Fenerbahçe taraftarlarini tasiyan trenler ve araçlar dönüs yolunda bir ölüm sessizligindedir. Zira maça giris sirasinda da çesitli zorluklar yasayan ve tüm maç boyu diken üstünde oturan taraftarlar uzatmanin son aninda yedigi golle sampiyonlugu Avrupa Kitasina hediye etmislerdir.
Fenerbahçe tarihi yukarida söyledigimiz gibi taraftari yerden yere vuran baska maçlara da eslik etmistir ama o baskent deplasmaninin giden her taraftarda biraktigi buruk tat bambaskadir.
http://vliegendenederlander.blogspot.com
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
seyhun_akar
Site Admin
Kayıt: Mar 16, 2003
|
Tarih: 2008-12-16 16:07:25
Mesaj konusu:
|
|
|
"onurnazliaka"][quote:7acfe6e66d]Gökhan Tokgöz
Forma numaralarinin ülkemizde serbest birakildigi 2000-01 sezonuydu sanirim.Bir Besiktas-Y.Yozgat maçinda "Kim lan bu 99 numara? Yozgat Vitor Baia'yi mi transfer etti .mina kiii?" diye arkadaslara sordugumu hatirliyorum.Gökhan Tokgöz ismini ilk kez o maçta duymustum.
Futbolcu bir babanin oglu olarak 13 yasinda Merzifon'da futbola baslamis.17 yasinda Boluspor'a geçmis.2.Ligde Boluspor ile ayni grupta bulunan Y.Yozgat'in dikkatini çekmis ve transfer edilmis.
Yozgat'in Süper Lig'e yükselmesi ile Gökhan'da kademe atlayip ve henüz 20 yasinda iken ilk kez Süper Lig'e yükselen bir takimin 1.kalecisi olmustu. Yozgat'ta ilk senesinde çok basariliydi.Bu basarisi ile Ümit Milli takimin kalesi ona emanet edilmisti.2 Sezon boyunca Ümit Milli takima sürekli çagirilan Gökhan artik yavas yavas A Milli takima da çagiriliyordu.Fakat Rüstü'nün o dönemdeki üstün formu,Ömer Çatkiç'in da vazgeçilmeyen 2.kaleci durumunda bulunmasi Gökhan'i geri itti.Nitekim 19 kez U21 milli olduktan sonra bir kez dahi A milli olamadi.
Derken Yimpas Yozgatspor küme düstü ve Gökhan klüp degistirmek zorunda kaldi.Gençlerbirligi onu kadrosuna dahil etti ve klüp kariyerinde en büyük basarilari Ersun Yanal yönetimindeki Gençlerbirligi'nde elde etti.
Denizlispor'da basarili olan Ersun Yanal,kadrosunun neredeyse tamamini Gençlerbirligi'ne tasimisti o sezon.Deniz Baris,Mbayo,El Saka,Youla,Ali Tandogan,Mustafa Özkan,Veysel Cihan gibi futbolcularla ayni kadroda bulunan Gökhan,takiminin lig 3.sü olarak UEFA kupasina gitmesine büyük katkida bulundu.Fakat sezon basi geçirdigi sakatlik belki de kariyerinde dönüm noktasi oldu.Yaklasik 4 ay futbol oynayamayan Gökhan kaleyi Damir Botonjic'e kaptirdi.Onun yoklugunda takimi UEFA Kupasinda Blackburn,Parma ve Sporting Lisbon gibi ekipleri elerken Gökhan maçlari evinden seyretmek zorunda kalmisti.Botonjic'in o sezon ki basarisi ile Gökhan bir anda 2.kaleci durumuna düstü.1 sezonu bos geçiren Gökhan 3 kez seçildigi A2 Milli takima da veda etmisti.
4 sezon Gençlerbirligi'nde zaman zaman ilk 11'de oynadi zaman zaman yedek kaldi.Bu süre zarfinda "genç ve yetenekli kaleci" kimligini kaybetti.Sakatliklarin ve süreksizligin bunda etkisi büyük oldu bence.2 iyi geçen maçin üstüne 3.maçta hatali yenen goller,gereksiz kartlar ve sakatliklar Gökhan'i etkiledi.2006 Nisan ayinda Galatasaray ile yapilan maçta penalti atisi kullanacak olan rakip oyuncu Necati'ye eli ile köse gösterip aksi köseye atlamasi ise gözden düsüsünü tamamlayan hareket oldu."Aramizda bi sakaydi o,ben o hareketi Necati'yi sasirtmak için yaptim" dese de futbol camiasindan tepki aldi.
2007-08 sezonunun ortasinda bir diger Ankaraspor'a geçen Gökhan ilk sezonunda az da olsa forma sansi bulsa da sezonun sonlarinda dogru kaleyi Slovak Senecky'e kaptirdi.
2008-09 sezonu Gökhan için çok zor basladi.Kendisi ile ayni jenerasyondan Ramazan Kursunlu ve genç Evren Özyigit'in de takima katilisi ile Gökhan ilk 18'e girmekte dahi zorlanmaya basladi.Nitekim bu sezon sadece 2 maçta ilk 18'e dahil oldu.
Ankaraspor'daki bu konumu ile artik Süper Lig kaleciligine veda edecek gibi duran Gökhan,kuvvetle muhtemel sezon sonunda yahut devre arasinda klübünü degistirecek.Gençliginde dinamik,dengeli,heyecanli görünen Gökhan git gide "senol Karagöl" tarzi bi kalecilige büründü.Aslinda yasi gayet müsait.30 yasinda,baska bir klüpte,sürekli ilk 11'de baslayarak kaleciliginin son dönemlerini güzel geçirebilir.
http://numerosettanta.blogspot.com/2008/11/12-gkhan-tokgz.html
ankareagücü maçiydi biz deplasmandaydik, cavcavin o pis elini kaldirip güçlülere gösterdigi ve bizimd e snairim 2-1 yendigimiz maçti, o zamanlar güçlülerle yogun bir münakasa vardi.. o dönemde tribunden kaptigi koca bayragi sahaya dikmesini unutamam.. hele ki tribunden bayragi cekerken bayragin tellere takilmasi aninda verdigi refleksel tepkiyi.. bir çekiste kapip bayragi köse tarafta da olsa sahaya dikmisti gökhan.. güçlüler o an hasta olmuslardi iyicene..
bluckburn macinda sakatlandi sanirim.. o an için öylesine bi sey sanmistik tribunden ama adamin bitis maçiymis meger o maç.. ondan sonra uçan balina geçti kaleye.. o da iyi bir gençler topcusuydu, ama o kendi ülkesine artilariyla döndü geri..
ulubatli gökhanin güzel macerasi oldu gençlerbirliginde.. yazik etti kendi kendine..
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2008-12-24 21:28:00
Mesaj konusu:
|
|
|
EN KÖTÜ 10 ARMA
Kulüp armalari genelde o kulübün geçmisiyle, temsil ettigi zümreyle, takimin bulundugu sehirle ve dogal olarak renklerle ilgili olabiliyor. Türkiye'de çok fazla simgesel logo kullanilmiyor. Genelde renklerin üzerinden giden basit logolar var. Örnegin Galatasaray'in logosunu çok fazla begendigimi söyleyemem. Basit, göze gos gelen bir logo ama gördügünüz anda size "vay be" dedirten bir logo degil. G ve S harflerinin basit bir kreasyonundan olusuyor. Türk takimlarinin logolari üzerine bir baska yazida konusmak lazim ama Mardinspor'un logosuna dikkat çekip listeye geçelim. Avrupa takimlarinin sembolik logolarini andiran bir logosu var Mardinspor'un. St. Pauli'yle çok benzeyen bir logo anlayis olarak. Ender olarak görülen kulüp logosunda 2 dinin simgelerinin yer aldigi ve tarihi yapilarin kullanildigi logolar. Ama bazen sembol, geçmis, su bu her sey bir yana birakilip yaraticilik açisindan facialar da ortaya çikabiliyor. Asagida bu sekilde derledigimiz bir En Kötü 10 listesi var.
10-Columbus Crew: Son ABD Ligi sampiyonu. Tamam çalisan toplumsunuz, tamam takimin lakabi acaip sekilde "Amerika'nin En Çaliskan Takimi", ama böyle logo olur mu? Gazetelerin insan kaynaklari sayfalarindaki, yeni eleman arayan finans kurumlarinin reklamlari gibi logo. Ayrica her seyi anladim da o kafadaki sapkalar nedir? Ama tabi Chicago Bulls boga, Minnesota Timberwolves kurt, Toronto Raptors da dinozor resmi koyunca ABD takimi oldugundan "madem Crew 2-3 tane adam koyalim al sana Crew" demisler ama yok, maalesef takimin kendisi ile logosu arasinda büyük uçurum var.
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/1529/columbus20crew20logonu8.png[/img:060c0d4f2d]
9-TuS Koblenz: Ben bu logoyu görsem, Tip fakültesi mezunu arkadaslara "yeni Tip Uzmanlik Sinavi açiliyor herhalde" diye haber yollarim. Yukarida bahsettik Galatasaray'in G ve S'si basit olan ama "vay be" dedirten bir logo degil diye. iste "vay be" dedirten logo bu. Bana T,U ve S harflerini kombine et desen herhalde 356.764. tasarimda ancak ulasirdim bu logoya. Takim Alman ikinci Ligi'nde mücadele ediyor ve kadrosunda kisa süre önce Trabzonspor ve Ankaraspor formalari giymis Arnavut futbolcu Dokaj da var. ilaveten takimin renkleri mavi ve siyah. O kirmizi harfler neyin nesidir çözmüs degilim. Ayrica bu logo arastirmasina girince anladim ki 45 derece döndürülmüs kare ya da dörtgenli logolar bir felaket oluyor. ilerleyen numaralarda göreceksiniz.
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/5532/567pxtuskoblenzsvgwp0.png[/img:060c0d4f2d]
8-FC Porto: Bu stil genelde ispanyol ve Portekiz takimlarinda görülüyor. Armanin üstüne kralin tacini yerlestirdiginizde zaten asagi yukari hangi ligin takimi oldugunuzu belli ediyorsunuz. Tamam da bunu Real Madrid, Real Sociedad, Real Betis gibi yapmak var bir de Porto gibi yapmak var. insanin bu kadar gözünü yoran bir arma az gördüm. is taçla bitmiyor. Taçtan asagi süzülen yapraklar ve kale surlari, tacin üstündeki ejderha, dipteki madalya, futbol topunun üstündeki çapraz desenli islemeler, ortadaki kalp...Üstelik logodaki ejderhanin rengi bir çok çizimde degistiriliyor, zira yesil Porto'nun ezeli rakiplerinden Sporting'in rengi. Bu logonun çok begeneni var ama ben son derece karmasik oldugunu düsünüyorum. Salvador Dali tablosu degil ki bu?
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/3276/portoug8.jpg[/img:060c0d4f2d]
7-Red Bull Salzburg: simdi Bayer firmasi Bayer Leverkusen'in logosuna yazildiginda veya forma reklami oldugunda bir sorun yok, ayni sey PSV ve Philipps için de geçerli. Ama bu her takima adini veren sponsordan güzel logo olur anlamina gelmiyor ki. Avrupa futbolunun göbegine NBA Action'dan bozma amblemi koyarsan ben de en kötü logolarda 7 numaraya koyarim. Bu firmanin Amerika'daki takimi da New York Red Bulls biliyorsunuz, ama orasi ABD hadi, Columbus Crew'i görmüs ülke, o yüzden yine Red Bull'a lafimiz yok ama Avrupa futbolunda ayni formül tutmaz. Üstelik mantik da saçma. Topa kafa atan iki kirmizi boga. Aman ne yaratici. Ayrica Salzburg'lu taraftarlarin da isi zor. Takimin adi önce SV Austria Salzburg'du. 1978'de SV Casino Salzburg, 1997'de SV Wüstenrot Salzburg oldu. 2005'ten beri de Red Bull. Her el degistirmede logo da degisti ama emin olun en kötüsü bu.
[img:060c0d4f2d]http://img508.imageshack.us/img508/2971/redbullsalzburgfo2.jpg[/img:060c0d4f2d]
6-Hamburger SV: Bugüne kadar Hamburg'un adini duymasam, bana yukaridaki resmi bir de bildigimiz hamburger resmini koyup hangisi kulübün amblemi deseler samimi söylüyorum hamburger resmini seçerim. Bu logonun Hamburg'la baglantisi nedir, ne alakasi vardir, neyi sembol olarak alir bilemiyorum. Bana bagimsizligini yeni ilan etmis bir Afrika veya Antiller ülkesinin bayragi gibi geliyor. Ayrica 9 numarada söylemistim Almanya'da dörtgen isine girdiginizde felaket çikiyor ortaya. Hayir sasi bak sasir seklinde bir dava var da dikkatli bakinca Hamburg yazisi okunuyorsa söyleyin bilelim. Mutlaka arkasinda bir hikayesi ve seçilis felsefesi vardir ama ne olursa olsun, isterse Manas Destani olsun listeye almadan duramazdim.
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/2626/hamburgersvjm2.gif[/img:060c0d4f2d]
5-Dunfermline Athletic FC : Zirveye yaklastikça is daha feci bir hale geliyor. Ben bu logoya bakinca sunu anliyorum. Dunfermline Athletic takimindaki futbolcular vampirlerden olusuyor. "The House on the Haunted Hill" filminin afisi gibi. iyice anlasilmaz olsun diye takimin adinin da sadece bas harflerini yazmislar. D.A.F.C..Ben bunu Deadly Assassins FC diye de anlayabilirim. isin asli su, 1957'de Dunfermline Lisesi resim hocalarindan Colin Dymock 11. yüzyilda iskoçlarin hükümdari olan Malcolm Canmore'yi simgeleyen ve sehirde bulunan Malcolm Canmore Kulesi'ni simgeleyen bir logo çiziyor, logonun alt tarafindaki yesillik de takimin stadi East End Park'i simgeliyormus, arkadaki mavi-siyah dekor ise Canmore'nin Dunfermline'de bulunan mezarina ev sahipligi yapan parki. Okuyunca kulaga hos geliyor ama görüntüsü..maalesef.
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/7089/dunfermlinebk4.png[/img:060c0d4f2d]
4-Amica Wronki: Topa kaf atan bogadan daha absürd ne olabilir? Evet Amica Wronki'nin top kontrol yetenegi yüksek kuslari. simdi karga diyecegim, sari ya da turuncu ayakli karga hiç görmedim. O kusa siz karar verin artik.Eric Cartman olsa bu logoya ya "lame" ya da "gay" derdi, o derece berbat bir logo. Ama o ilkokul 3. sinif ögrencisi çizmis gibi duran kuslari bir kenara biraksaniz bile arka plan da berbat. Amica yazisinin tasarimi Commodore 64 zamaninin bilgisayar oyunlarinin logolari gibi. Her yönüyle çag disi bir logo. Kulübün ambleminin ilerleyen zamanla niteliginin degismemesi ve saglam kalmasi gerekir. Burada eser yok.
[img:060c0d4f2d]http://img508.imageshack.us/img508/56/amicafy0.gif[/img:060c0d4f2d]
3-Barnsley FC: "Yildiztepe ilkögretim Okulu Geleneksel Müsameresi'ne Hosgeldiniz". Bu logonun üzerine böyle yazasim geldi. sehrin karakterini ambleme yansitirsin anladim ama böyle mi yansitirsin? Barnsley ingiliz ekonomisine kömür ve cam endüstrisiyle katki yapan bir sehir. Gördügünüz gibi kömürcü amca sagda, camci abi solda. Latince ifade ise "Let us be judged by our acts" yani "bizi eylemlerimizle yargilayin" anlamina geliyor. Bu amblemi çizene Zonguldakspor amblemini gidip göstermek lazim. Basit. Bir balyoz, bir çekiç. O da kömür sehri Barnsley de. Ondan da anliyorsun, bundan da, ama nasil anliyorsun. O mitolojik yaratigin isi nedir hiç çözemedim. Kömürcüler, çekiçler, camcilar, siseler, acaip yaratiklar. Basta müsamere demistim, degistiriyorum, fantazi edebiyati gibi. Barnsley Karanligi Ejderhalari.
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/4616/barnsleynl9.jpg[/img:060c0d4f2d]
2- Avenir Beggen: Evet inanilmaz gibi geliyor ama Luksemburg kulübünün logosu bu. Takimin lakabi Küçük Periler ya da Cinler. simdi bula bula bu periyi mi buldunuz diye sorasim geliyor. Biz nice peri gördük, Peter Pan'dan Tinkerbell, Pinokyo'da Mavi Peri...saymakla bitmez, hepsi ahu gibi güzel bayanlardi. Bu ne? Perilerin arasinda en at hirsizi tipliyi bulup ambleme koymuslar. Bir de yetmiyormus gibi futbol topunun üstüne çikarmislar. Saftig zamaninda Galatasaray bu takima sampiyonlar Ligi ön elemesinde toplam 9 gol atmisti. Az atmisiz, logoyu degistirtene kadar atmamiz lazimmis.
[img:060c0d4f2d]http://img184.imageshack.us/img184/7360/avenirbeggengg7.png[/img:060c0d4f2d]
1-FK Gigant Belene: Her listenin Yoda mertebesinde bir birincisi var. Bu listenin birincisi de Bulgaristan'dan çikti. Bulgaristan 3. liginde mücadele ediyor takim. Zaten bu logoyla en fazla o ligde mücadele ederler. Bu kulübün kendi taraftarlarina yaptigini düsman yapmaz. Dogrudan rakip taraftarlar için tezahürat üretilmis. Rakip taraftarlar çikip "ne domuzsunuz siiiiiz!!!" dese zavallilar boyunlarini önlerine egip "dogrudur" diyecekler. Hayir illa domuz koyacaksaniz Bebe filmindeki gibi sevimli beyaz bir tane koyun da yine kötünün iyisi diyelim, 1 numara olmayin. Bu resmen Hannibal filminde Anthony Hopkins'in Gary Oldman'i yem ettigi yaban domuzlarindan birisi. Hem illa bir hayvan koyacaksaniz yunus koyun, kurt koyun, kartal koyun, hiç olmadi timsah koyun raziyiz. Domuz nedir? Açik ara birinci.Otur.
[img:060c0d4f2d]http://img300.imageshack.us/img300/7016/gigantjy2.gif[/img:060c0d4f2d]
http://vliegendenederlander.blogspot.com
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2008-12-29 15:40:33
Mesaj konusu:
|
|
|
BARBADOS GEÇiLMEZ
Çok garip hikaye duydum futbolla ilgili ama böylesine hiç rastlamadim.
Yil 1994. Orta ve Kuzey Amerika takimlarini içeren ve 2 yilda bir düzenlenen CONCACAF Gold Cup'a katilmak için yapilan elemelerde Karayip takimlarinin katildigi Shell Caribbean Cup'ta meydana geliyor olay. ilgili kupada 1. grupta Barbados, Grenada ve Porto Rico karsi karsiya geliyor. Grup birincisinin bir üst tur vizesi aldigi grupta Porto Rico Barbados'u, Grenada da Porto Rico'yu 1-0 maglup ediyor. Son maçta Barbados'un grup birincisi olmasi için Grenada'yi 2 farki maglup etmesi gerekiyor. Maç basliyor. Barbados maçi 2-0 önde götürürken 83. dakikadan sonra olanlar dünya futbol tarihine geçiyor.
Grenada o dakikada 1 gol atip skoru 2-1'e ve maçi o sekilde bitirirse bir üst tur vizesi alacak hale getiriyor. Bunun üzerine Barbados'lu oyuncular kalan sürede rakip kaleye gol atmaya çalismanin zor olacagini anlayip kupanin ilginç eliminasyon sistemini akillarina getiriyor. O da su. Eger bir maç berabere biterse, maç uzatmaya gidiyor ve uzatmada altin gol kurali uygulaniyor. Ancak ilginç olan altin golü atan takim maçi 2 farkli kazanmis sayiliyor. Yani 1 gol, 2 gol sayiliyor. Bunun üzerine Barbados maçi berabere bitirip uzatmaya götürmek ve orada kendilerine bir üst tur için yetecek 2 farki saglayacak altin golü bulmak için kendi kalelerine bir gol atiyorlar. Sirk bununla bitmiyor. Grenadalilar bu sefer maçi uzatmaya götürmemek için kendi kalelerine gol atmaya çalisiyorlar ama karsilarinda Barbados'lu oyunculari buluyorlar. Yani Barbados'lu oyuncular Grenada'li oyuncularin kendi kalelerine gol atmamasi için Grenada kalesini savunuyor (olayi gözünüzün önüne getirmenizi rica ediyorum). Ayni zamanda Grenada'nin Barbados kalesine gol atmalarini önlemek için kendi kalelerini de savunuyorlar. Böylece her iki kaleye de gol atmaya çalisan bir takim ve her iki kaleyi de savunan bir takimdan olusan bir maç ortaya çikiyor. Barbados iki kaleyi de cesurca savunup maçi uzatmaya götürüyor ve uzatmada attigi ve 2 gol anlamina gelen golle istedigi farki yakalayip gruptan çikiyor.
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-29 15:46:58
Mesaj konusu:
|
|
|
Yukaridaki yazi gerçekten çok hos. Eline saglik.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
onurnazliaka
Site Admin
Kayıt: Non 0, 0000
|
Tarih: 2008-12-30 01:48:26
Mesaj konusu:
|
|
|
[size=18:e5e740078d][color=red:e5e740078d]ATATÜRK KOsUSU MU? [/color:e5e740078d][/size:e5e740078d]
Yusuf Yalkin Futbolun kollarina birakmisiz sporumuzu; siktikça sikiyor ötekilerin bogazini…
Yillar önceydi…
Dikmen’in tepesinde, Keklik Pinari mevkiinde starti verilen Büyük Atatürk Kosusu’nu izlemeye çalisiyoruz. Bir tarafta kosuya katilan atletler, öteki tarafta basin mensuplari ve kosuyu izlemeye gelen vatandaslar… Ortalik mahser yeri gibi.
Foto muhabirleri Hasan Özkay ile Rafet Hüner arabanin bagajina oturmus, fotograf çekmeye çalisiyorlar.
O zamanlar kosu medya tarafindan büyük ilgi ile izlenirdi. TRT naklen yayin yapardi.
Günler öncesinden spor teskilatinca hazirliklar yapilir, basin toplantilari düzenlenirdi.
Gazetelerde kosuyla ilgili haberler günler öncesinden verilmeye baslar, kosu sonrasinda da bu alaka sürerdi.
Herkes yogun ilgi gösterir, deger verirdi bu kosuya…
Büyük kurtaricimiz Atatürk’ün Ankara’ya gelisinin yildönümü çerçevesinde geleneksel olarak düzenlenen bu kosu, maalesef her geçen yil önemini yitiriyor.
Geçen gün 73.sü yapildi. Yaris nasil geçti, kimler katildi, yarisi kim kazandi?
Kimsenin dogru dürüst haberi olmadi…
Bu denli degerli bir kosuya, bu ilgisizlik niye?
Buna hakkimiz var mi?
Ciddi biçimde yapmayacaksaniz, kaldirin o zaman Atamizin ismini kosudan…
Sadece bu degil; Cumhurbaskanligi Bisiklet turuna, Uluslar arasi Ankara Tenis turnuvasina, Türkiye Boks sampiyonasina, Anittepe’deki yüzme yarislarina, eskrime, masa tenisine, haltere ve digerlerine müthis bir sirt dönüsümüz söz konusu…
Bir büyük ahtapotun kollarina birakmisiz sporumuzu.
Bu ahtapotun adi; futbol…
Siktikça sikiyor ötekilerin bogazini.
Medya olarak biz de oturup seyrediyoruz bu katliami…
Seyretmekten öte, destekliyoruz da…
Ne kendimizi, ne okurlarimizi kandiralim.
Biz spor falan yazmiyoruz.
Sadece futbolla yatip, futbolla kalkiyoruz.
isin kolayina kaçiyoruz…
Açikçasi, ayip ediyoruz!
Yusuf Yalkin
____________________________________________________________________
[size=18:e5e740078d][color=red:e5e740078d]
ATATÜRK'ÜN ÇOCUKLARI![/color:e5e740078d] [/size:e5e740078d]
Dogan Ersavas Çocuklugumuzdan orta yas dönemimize gelene kadar bize hep "ATATÜRK" diye tanittilar O'nu..
GAZi, MUSTAFA KEMAL, GAZi MUSTAFA KEMAL, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK.. ATATÜRK..
Hepsi ayni insanin isimleri degil mi?.. Çocuklugumuzdan orta yas dönemimize gelene kadar bize hep "ATATÜRK" diye tanittilar O'nu.. Daha sonra birileri çikti ortaya ve kendi felsefeleri dogrultusunda O'nu elestirebilmek amaciyla adi üzerinde oynamalar yapmaya basladi. Kimine göre askeri tarafi, kimine göre siyasal dehasi, kimine göre de devlet adamligi ön plana çikmis gibi gösterilip bu isimlerden birisi ile anilmaya çalisildi.
ingiliz tarihçi O'nun için söyle demisti bir yazisinda:
"Dahiler yeryüzüne 100 yilda bir defa gelir. Ne yazik ki, bu yüzyilin dehasi Türklere geldi..."
"Ne yazik ki" ifadesi bir baska milletin insaninin böylesine bir insana sahip olamamanin en net "kiskançlik ifadesiydi".
Ama, bizler.. Bu kiskançligin övüncünü yasamak yerine harp meydaninda patlayan bombanin onlarca sarapnellerinden birinin O'nun sol gögsünün üzerindeki saati parçalayip bedenine zarar vermemesini, rahmetli Cenk KORAY dostumuzun biçaklanan bacaginin üzerindeki onlarca Tl banknotunun her tarafinin kan olmasina ragmen sadece O'nun resmi üzerine kan izi birakmamasini bile "tesadüfe baglayan" insanlar yetistirdik yillar sonra.
Ülkesi düsmanlarca isgal edilmis, Osmanli'nin enkazi altinda maddi manevi ezilmis, kapütülasyanlara mahkum edilmis, vatan aski ile yanip tutusan genç subaylarimizin kafalarinin kesildigi bir ortamdan ayaga kalkip evindeki çorabini askerine üsümesin diye vermis, kagnilarla cephane tasimis, karnelerle ekmek bulabilmis, dini taassubun doruga çiktigi, arap harflerinin yazisma dilimizde egemen oldugu, fes, kalpak, kara çarsaflarin günlük giysimiz oldugu hayatimiza çagdas bir insan ve çagdas insanlarin yasadigi bir ülke için canini ortaya koyan bir insanin adina bile sahip çikamadik çogu zaman.
Oysa, ülke olarak sikistigimiz, daraldigimiz her anda O'na sigindik biz.Önemli olanin O'nu görmek degil, çizdigi yollar üzerinde yürümek oldugunu söyleyen O, tibbin yetersiz kaldigi hastaliktan ölmemis olsa, bugünleri kestirebilseydi mutlaka "kahir hastaligindan" cennet yolunu tutardi.
Resmi bir yabanci misyonun davet yemeginde misafirin üzerine kahveyi döken görevlinin ezildigi, kahroldugu bir anda misafirine dönerek, "bu millete herseyi ögrettim ama hizmetkarligi ögretemedim" diyen O'na milletine sahip çikamamanin aczini gönderiyoruz simdilerde.
"Belgesel" adi altinda film çekip yeni yetisen kusaklara bir elinde içki kadehi, öteki elinde sigarasi ile O'nu tanitmaya çalisiyoruz simdilerde. Yoktan bir milleti vareden, dünyanin en güçlü ordularina karsi kazma, kürek, yaba ve sopalarla aç karnina dögüserek istiklalini kazandiran mehmetçiklerimizin baskomutaninin yasadigi sikintilari asmanin, vataninin kurtarmanin hazzini yasarken, hepimizin yasantimizda varolan keyif anlarimizda yaptiklarini bir "defo" gibi göstermenin hesapsizligini anlatiyoruz yarinlara.
O'nu anarken, aglamak yerine çizdigi yollardan yürümenin huzuruna yasamak dogrusunda hayata devam etmek varken O'nu "anamamak" gibi yanlislarin dogru oldugunu saniyoruz çogu zaman.
O'nu anlamak ve anlatma çabasi içinde olmak varken niçin bugün sizlere bu sitemleri, özlemleri siraladik?.
Çünkü, dün Ankara'da "BÜYÜK ATATÜRK KOsUSU" vardi. Zamaninda günlerce öncesinde tarihçesi ile baslayan, adeta tefrikaya dönen bu kosunun, favorileri, daha önce kazananlar, kosu güzergahi krokileri gibi ön bilgilerin basinda millete sunulmasinin çok gerilerinde kaldik ta ondan..
Kendilerini "Türkiyenin en büyük gazetesi" diye lanse etmeye çalisan iki kurulustan birinin spor sayfalarinin en sonunda "tek sütun" kosu haberi çikti, sadece 5 santimetre.. Ötekisinde " sonuç bile yoktu". Haberi kullanmayaninin mantigina da bir yerde "eyvallah" dedik. Çünkü... Allah korusun söyle de diyebilirlerdi:
"BÜYÜK ATATÜRK KOsUSU nedeniyle dün Ankara trafigi felç oldu."
Sitmayi gösterip nezleye razi etmek gibi...
Dogan Ersavas
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2008-12-30 14:25:43
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:48c715a4f7]BiR KAHRAMANLIK ÖYKÜSÜ
Acikli, yürek burkan ama ayni zamanda insanin gururunu oksayan bir hikaye. 1941 yilindan. Futbolda kazanma duygusunun insanin kendi hayatini bile gözardi edebilecegi bir gerçek oldugunun hikayesi.
1941 yilinda Alman ordusu Kiev'i isgal ettiginde Dinamo Kiev takiminin oyunculari Kiev Firini'nda çalismaya basliyorlar. Bunun üzerine Almanlar, Sovyet (Ukraynali) oyunculara Zenith Stadi'nda antrenman yapabileceklerini bildiriyor ve Alman ordu takimiyla bir maç yapmalarini öneriyorlar. Kievliler takimlarinin ismini "Start" koyarak 2 Haziran 1942 tarihinde Almanlarin karsisina çikiyorlar. ilk yariyi 2-1 önde kapattiklarinda, bir Alman üst düzey subayi soyunma odasina inerek Ukraynalilara ikinci yari kazanmamalarini emrediyor ve uymamalari halinde kursuna dizilecekleri tehditini savuruyor. Start ikinci yariya çikiyor, tehditlere ve emirlere kulak asmayip 2 gol daha atiyor ve maçi 4-1 kazaniyor. Almanlarin Kiev'den sorumlu subayi Yüzbasi General Eberhardt stadi terkediyor. Almanlar 17 Temmuz'da daha güçlü bir takimla Ukraynalilarin önüne çikiyor. 6-0 maglup oluyorlar. Bunun üzerine daha da çildiran Alman ordusu, Almanya'nin o zamanlar yenilmez ve en güçlü takimi olan Luftwaffe Flakelf'i Kiev'e davet ediyor. Start onlari da 5-1'le dümdüz ediyor. Bunun üzerine Nazi ordusu Kiev'li oyunculara yenilmeleri için son bir sans veriyor. Üç gün sonra 9 Agustos'ta maç bir daha oynaniyor, Ukraynali gurur sahibi oyuncular Almanlari yine dümdüz ediyor. Bunun üzerine Alman gizli polis teskilati "Gestapo" oyuncularin hepsini tutukluyor ve iskenceye tabi tutuyor. Takimin oyuncularindan Mykola Korotkykh iskence sirasinda hayatini kaybediyor. Geri kalanlar onbinlerce yahudinin katledildigi "Babi Yar" esir kampina gönderiliyor. 1943'te kampta çikan isyan olaylarinda Ivan Kuzmenko, Oleksey Klymenko kaleci Mykola Trusevich gibi oyuncular da hayatini kaybediyor. Takimdan sadece Makar Honcharenko, Fedir Tyutchev ve Mikhail Sviridovskiy bu katliamdan kurtuluyor. Kiev'de bugün bu oyuncular için bir anit bulunuyor. Ayrica "Két félidő a pokolban" (Cehennemde iki Devre) ve "Escape To Victory" (Zafere Kaçis) filmlerine de ilham kaynagi oluyor.
Hep duyariz ya bazi futbolcularin agzindan "üzerimizde çok baski vardi, zor maç olacak, biz de en az taraftarlar kadar üzüldük" diye. Yukaridaki hikayeyi okusalar acaba ne hissederler diye düsünmüyor degil insan.
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2008-12-30 16:46:29
Mesaj konusu:
|
|
|
Tanil abi Ankarali Kankalarin blogundan bahsetmis. Yazisini ekledim :)
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-01-09 11:39:00
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:e4c73f59de]iSTANBUL'DAN ATiNA'YA BiR SEVGi HiKAYESi
[img:e4c73f59de]http://bp3.blogger.com/_o3Pu7je179A/Rx3yj5jd_EI/AAAAAAAAAHA/DU6TOP81znM/s400/375px-AEK_logo.svg[/img:e4c73f59de]
AEK üzerine bir yazi yazmam istendiginde sinirli sayidaki satirlara neler sigdirabilecegimi düsündüm uzun uzun. Çünkü AEK, bir insanin yasayabileceginden çok daha fazla sey sigdirmistir 80 yillik ömrüne. Savaslar, göçler, ekonomik sikintilar ve bütün bunlar arasinda kazanilan basarilar ve gittikçe güçlenen bir sevginin hikayesidir bu.
1924. Herseyin basladigi yil. Göçmen rumlar yillar önce arkalarinda biraktiklari tutkularini, futbol anilarini canlandirmak isterler. Geçmiste yasamlarinin en önemli parçasi olan istanbul'a olan sevgilerini futbol yoluyla kusaklara aktarmaktir amaçlari.Birçok kaynaga gore, 1912 istanbul sampiyonu Kadiköy, Pera, Chalki ve Tataula gibi takimlar AEK'in istanbul'daki ilk vücud bulmus halleridir. Kadrolarinda birçok rum sporcunun top kosturdugu bu takimlari tek bir çati altinda toplayip Yunanistan'da da bir sube olusturulur: Athlitiki Enosis Konstantinoupolis (Athletic Union of istanbul)
Sari-siyah bir logonon ortasina oturtulmus çift basli kartal simgeleri olur. Böylece canlandigi topraklarin klasik futbol takimlarindan farkli, kendi felsefesini olusturmus bir takim çikar ortaya. Nefretten uzak, karsi yakanin insanina kardesçe bakan bir "idea". Bu idea'nin kuruculari olarak M. Ionas, K. Dimopoulos, M. Ieremides, T.Tagaris, M.Karotseris, P.Kehagias ve asil kurucu olarak Kostas Spanoudis'in adi geçer tarih kitaplarinda. Sonralari klübün stadinin da insaa edildigi Nea Filedelfia bölgesi klübün dogum yeri olarak tarihe not düsülür.
1929 yilinda AEK stadyumu 79 yil süreyle klübe tahsis edilir ve 3 yil sonra Aris'e karsi alinan 5-3'lük final galibiyeti neticesinde ilk sampiyonluk kupasi müzede yerini alir.Bu dönemde her maçta takimda yerini alan veteran Kostas Negrepontis, AEK'in istanbul'daki ilk izlerini tasiyan Beyogluspor'un 1910-1920 yillari arasindaki oyuncusudur ayni zamanda.Maropoulos, Delavinias, Ribas, Sklavounos, Manetas, Janetis, Magiras, Hatzistavridis ve diger oyuncular uzun sure Yunan futbolunu domine ederler. 1939 yilindaki sampiyonlukla Yunan liglerindeki ilk çifte sampiyonlugu yasarlar. Bu dönemde takimin futbolcusu olan göçmen Kostas Negrepontis, 1940 yilindaki sampiyonlukta artik bir futbolcu degil takimin teknik direktörüdür. Ancak bütün bu basarilar II. Dünya Savasi'nin baslangiciyla ara verir.
II. DÜnya Savasi'nin ardindan AEK Yunanistan'da sampiyonluklarini devam ettirir. Yunanistan sampiyonluklari(11) 1939, 1940, 1963, 1968, 1971, 1978, 1979, 1989, 1992, 1993, 1994 Federasyon Kupasi(13) 1931, 1939, 1949, 1950, 1956, 1964, 1966, 1978, 1983, 1996, 1997, 2000, 2002 Yunanistan Süper kupasi(2) 1989, 1996
AEK tarihi Avrupa liglerinde de unutulmaz anilarla doludur. 1964'te Porto'ya karsi alinan 6-1'lik galibiyet Porto'nun sampiyonlar ligindeki en kötü günlerinden biri olarak geçer tarihte. AEK tarihindeki en önemli biri hiç süphesiz Partizan Belgrade ile Baris için Futbol adi altinda yapilan dostluk karsilasmasidir. Belgrad'daki NATO bombalari altinda yapilan maçta futbolun sesi yükseliyordu o gün: NO TO WAR.Bugün ise, AEK için tarihte ikinci bir dönüm noktasi yasaniyor dersek yanlis olmaz. 1924 yilindaki dogusun ardindan, bugün ekonomik sikintilarin içinde yeni bir dogus yasiyor AEK.
Kendisi de bir AEK taraftari ve futbol takiminda 8 yil boyunca forvet oynamis olan Demis Nikolaidis günümüz futbolunda takim askinin en büyük sembollerinden biri haline geliyor. Atletico Madrid'deki kariyerini yarida birakip kulübüne kötü günlerde destek olmaya çalisan Demis, klübünün hisselerini satin alarak sampiyonluk hedefiyle lige baslamis ve binlerce AEK taraftarini stadyumlara sürüklemistir.
[img:e4c73f59de]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWYhaBqQHFI/AAAAAAAAJQI/y5guz-eTGvg/s400/r21_enter.jpg[/img:e4c73f59de]
Taraftarligin da ötesinde. Original 21
AEK'in taraftar profili, diger takimlara göre farkliliklar gösterir. Yunanistan'in bu en büyük taraftar organizasyonunun baslangici 30 yil öncesine uzanir.1975 yilinin ortalarinda, bir kisim taraftar hem deplasman maçlarinda organize olabilmek hem de maddi açidan güçlenebilmek amaciyla ilk taraftar klübünü kurarlar. Amaç, taraftarlar arasinda dayanismayi arttirmak ve takimi her nerede olursa olsun takip etmektir. isim olarak stadyumlarinin kapisini seçerler: Gate 21.
Bu arkadas ve taraftar grubu, bugün de halen süregelen hayallerimizi de olusturmaya baslar zaman içerisinde.Atina'da Agios Nikoleas'ta biraraya gelen bu grup, tüm dislanmalara ragmen, yavas yavas dünya çapinda güçlü bir organizasyon için ilk adimlari atarlar. Klüp onlar için artik hayatlarinin ortak noktasidir. 1982 yilina gelindiginde taraftarlar, kurulus amaçlarini gözden geçirirler ve aslinda ilk kurulus evresindeki ideallerinden saptiklarini farkederler. Taraftarlar Klübü'nün takimi maçlarda desteklemekten çok kisisel çikarlar için çalistiklarini gördüklerinde süphelerinde hakli olduklarini anlarlar ve yenilenme ihtiyaci hissederler. Onlar için AEK'i desteklememek daha da kötüsü kisisel çikarlara hizmet etmek imkansiz gibidir. Bu amaçla ilk kurulus asamasindaki ideallerini gözden geçirip, "original" fikirlerine dönüs yaparlar ve bugün de bildigimiz Original "Gate 21" ortaya çikar.Original 21 taraftar grubu fikirleriyle bir kez daha canlanir. Bütün dislanmalara ve nefrete ragmen Original 21 ona inananlarin hayat tarzi haline gelir. Artik AEK nerdeyse Original 21 oradadir.
Zanora caddesindeki bürolari onlarin ilk hayallerin gerçeklesmesindeki ilk adimdir. Nea Filadelfia tadyumunun Skepasti tribünün bir kösesinde toplanan hayalperest gençlerin evi olur burasi.Zonara caddesindeki büromuzdan sonra birçok insanin rahatsizligina ragmen varligimizi halen sürdürüyoruz. Birçogu için Panathinakos stadina sadece 200 metre uzakliktaki bu yerde varligimizi sürdürebilmek imkansiz gibiydi. Ancak orada toplandigimiz hergün bizi daha güçlü kiliyor, daha çok biraraya getiriyor.Çok kisa bir sure sonra, baska bir hayalimizi daha gerçeklestirip Leoforos Alexandras bulvarinda yeni bir merkez daha açabildik.
Burasi da Panathinakos stadyumuna oldukça yakin biryerde bulunuyor. Merkez haline getirdigimiz bu yerde ideallerimiz olusuyor, hayallerimiz gerçeklesiyor birer birer.
Tüm bu basarilarimiza, takim sevgisiyle sürüklendigimiz bu ugraslara nefretle bakan, temsil ettigimiz ideallere karsi çalisan herkese tutkununun ve inancin gücünü gösteriyoruz burada ve dünyanin her kösesinde.
AEK felsefesini sonsuza kadar yasatabilmemiz dilegiyle
by mafalda - Makis Solomos
flyingdutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-01-12 11:44:17
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:cb9020de95]12 Eylül sonrasi bir Anadolu kasabasi’nda lise ögrencisi olmak kaderimde vardi ve bunu yasadim. 10 yasindan beri her gün gazete okuma aliskanligi edinmis ben, tasra baskisi nedir ve neden kasabaya geç geliri ögrenmis, okudugun gazeteye göre fislenmeye sahit olmustum.. Sagci misin solcu musun sorusuyla ilk kez karsilasip, tuttugum takimin ismini vererek uzaklasmayi ögrenmistim kendi kendime...
Ne sagciyim ne solcu, futbolcuyum futbolcu hesabi...
Tadi hala damagimda olan o tasra baskisi gazetelerin spor sayfalari, 70 yaslarinda ihtiyar bir Fenerbahçe’li amcanin genzimi yakan anisi beynimde yeniden canlanirken kendimi klavyenin önünde buldum.
Bugün vizyondaki "Vali" filmine ilham veren Recep Yazicioglu’nun sehirde efsaneye dönüstügü bir dönemdi.
Gazetelerin kasabaya ulasmasi ögle saatlerini, nereden bakarsaniz 12.00’yi bulurdu.
Okulun ögle arasi zilinin bu saatte çaldigi düsünülürse aslinda pek de fena sayilmazdi bu gecikme...
Kapidan ilk çikanlar arasinda yeralip, cezaevinin ortaladigi yokusu tepip; kösedeki gazete bayiine ulasmak benim için isten bile degildi... Hele günlerden Pazartesi ise...
Tüm köylülerin aktigi, haftalik ihtiyaçlarin karsilandigi Pazartesi kalabalik olurdu kasaba...
Birgün önce oynanan birinci lig maçlarinin haber ve kritiklerinin yeraldigi Pazartesi nüshasinin tasra baskisi da olsa, tadina doyum olmazdi o zamanlar..
Çevreye karsi dengeyi saglamak adina dönemin güçlü spor sayfalariyla bilinen sag tandansli gazetesiyle; yine güçlü sporu ile öne çikan solcu gazetesini aldigim gibi hükümet meydanina çikan cadde üzerindeki pideciye kosardim.
Birbuçuk kiymali ile çay tercih ederdim. Nefes almadan okudugum basliklar, satir satir ezberledigim kritikler ile geçen tam bir saat...
Karnimi doyurmus, merakimi gidermis huzur içinde çikarken pideciden; Kaymakam bey ile karsilasirdim..
Kendisi gider alirdi gazetesini genellikle...
Koltugunun altinda sikistirdigi gazete Hürriyet olurdu kaymakam beyin...
Yolunun üzerindeki kahvelerde onun sagci veya solcu oldugu konsunda tahminler ve öngörüler uçusurdu havalarda...
Oysa ben hayran oldugum bu adama hep hangi takimi tuttugunu sormak isterdim.
Sonra hükümet meydanina yürür son yarim saatimi orada geçirirdim..
Birkez daha b akar ezberlerdim gazeteleri..
Bir gün elinde bastonu, sasilacak derecede yeni kiyafetleri, boyali ayakkabilariyla ve müthis düzgün Türkçesiyle bir adam yanasip yanima “Fener'den ne haber evlat?” deyiverdi. Haftalik alisveris için kasabayi doldurmus yüzlerce insandan farkli bir adamdi.
Çocukluk iste; soguk davranir, kisa kisa cevaplar verirdim sorularina..
Gazete satin alabilecek parasi varmis gibi gözükse de, muhatabi ile aslinda futbol konusmak isteyen bir baska adam tasiyordu belli ki içinde..
Epey zaman Pazartesi günleri karsilastik kendisiyle, hep Fener’i sorardi.Fener’i konusurdu.
Kendisine genellikle çok yanasmamaya, fazla tartismaya girmemeye özen gösterdim.
Merak duymadan soru sormadan çekingen bir velet olarak durdum hep karsisinda..
Bir keresinde “Fener Tokat’a gelse ve biz de izlesek ne iyi olur yigenim" demisti.
saka gibi..
Kupadaki eslesmenin haberini aldigimda sehir disindaydim.
Hemen aklima 25 yil öncesi gelmisti
Adini ve yasini nereden gelip nereye gittigini sormadigim o amca
Sonra unutmusum iste; dünya hali...
Pazar sabahi Aragones’i elinde baston ile gazetelerde görünce dayanamadim.
iki satir karalamak geldi içimdem..
Dün Fener Tokat’a geldi maçini oynadi gitti..
1984 yilinda 70’li yaslarindaydi o amca..
Maçi izleyecek kadar sansli olmadigini biliyorum.
Umarim ruhuna haber gitmistir.
Bay Aragones’e o bastonu eline aldigi için tesekkür ederim.
Yeniden futbol yazisi okumak için gazeteye saldirdigim günleri...
O tasra baskisini beklerken geçen zamanin uzunlugunu, basit bir Anadolu kasabasindaki Fenerli amcayi hatirlattigi için çok tesekkürler...
Okay AKracan.. Aceto'nun blogundan.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
seyhun_akar
Site Admin
Kayıt: Mar 16, 2003
|
Tarih: 2009-01-12 23:36:30
Mesaj konusu:
|
|
|
BAYADIR BAKMIYORDUM buraya.. isten güçten nete bile giremedik :)
bi ayilam su yazilara da bi dalam..
su yazilara bak yaaa
:)
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-01-14 11:12:17
Mesaj konusu:
|
|
|
TOP 10 ULTRAS GROUP LOGOSU
[img:7d55d06e68]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyPj8eFVSI/AAAAAAAAJWU/i_b-fJ45lvQ/s400/grobarilogoht0.gif[/img:7d55d06e68]
En kötü 10 kulüp armasi listesine gelen yorumlar genellikle kötülerin listesini yapmisken iyilerin listesini de yapmanin iyi bir fikir oldugu yönünde idi. Dolayisiyla o istegi boslamis degiliz ama itiraf edeyim beni çok etkileyen 10 tane logo bulamadim. Belki garip gelecek ama 4 tane bulabildim ancak. Tabi "10 tane güzel kulüp logosu bulamadin da 10 tane taraftar grubu logosu nasil buldun?" diyceksiniz. Buradaki felsefe su. Bir kulübün resmi logosu profesyonel bir ekip tarafindan hazirlanan bir isaret. Tribün gruplarinin logolari çogu zaman o grubun üyelerinden birisinin fikri, bir digerinin tasarimi, bir digerinin çizimi ile gerçeklesiyor. Yani isin içinde amatörlük ve imece usülü var. Bu listeyi yaparken kistasimiz sunlar. Özgünlük, digerlerinden farklilik, göze çarpma ve tasarim. Örnegin balkan tribün gruplarinda çok fazla önce çikan "buldog" köpegi fonlu logolarin hiçbiri listede yok. Ayni sekilde Clockwork Orange ve "drughi" temali da bir dolu logo var. Bunlari da listeye almadik. Son olarak da belirtelim asagidaki logolar kimi zaman o tribün gruplarinin tek geçerli logosu, kimi zamanda bir kaç logosundan birisi. Yukaridaki kistaslar ölçüsünde listeye geçelim. "Abi onu gördün de bunu nasil görmezsin ha, koskoca sebinkarahisar'li Camokalar logosunu nasil görmezsin?" tarzi yorumlar serbesttir.
[img:7d55d06e68]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyP0iDk49I/AAAAAAAAJXE/FVqXnx3dwQY/s400/ultras+mostar.jpg[/img:7d55d06e68]
10-Ultras Mostar: Diyeceksiniz ki "e Dutchman bu kartalli logolari her ülkede bulabilirsin". Dogrudur, ama HSK Zrinjski Mostar takiminin tribün grubu "Ultras Mostar"i diger kartalli logolardan ayiran sade, mesajini net veren ve renk kullaniminin (sadece 2 enk olmasina ragmen) gayet yerinde oldugu bir logo olmasi. Listenin en fazla tartisilacak logosu olacaktir belki de ama ben 2 renkle ortaya çikarilmis en güzel logolardan birisi oldugunu düsünmekteyim. Logoya bir dolu yaratik koyup anarsizm naralari atmaktansa bu tasarimi tercih ederim.
9-Grobari South: Partizan Belgrad takiminin tribün grubu Grobari'nin güney kolunun logosu (en üstteki resim). Yine basitlik ve mesajin yerine gitmesi var. Grobari dünya çapinda taninan bir tribün grubu. Dolayisiyla kelime anlami da çogu kisi tarafindan biliniyor. "Mezar kazicilar". Hal böyleyken armayi yazisiz tasarlamak gayet akillica. Tabi isin içinde bir de logodaki figürün tasarimi var. Teatral bir hava var gördügünüz gibi. Bir cenaze levazimatçisi ama kürege dayanma yoluyla kendini sermis halde. Gayet karanlik tonlarin kullanimi da önemli.
[img:7d55d06e68]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyP0R8PLMI/AAAAAAAAJW0/X-NBjr6kwaU/s400/nevsky+front+zenith.gif[/img:7d55d06e68]
8-Nevsky Front: Zenith Petersburg'un tribün grubunun logosu. Bir kere "Zenith" kelimesinin Rusça yazilisini bu tasarimla hangi armaya koysaniz dikkat çeker. Asker figürünün oldugu bir dolu logo var ama bunu digerlerinden ayiran kulüp renklerinin armada gayet sade kullanimi ve yine son derece net verilen anlam. Ayrica asker figürünün kullanilmasina ragmen saldirganlik, siddet, yikim gibi temalardan eser yok. Kulüp amblemi bu olsaydi sanirim kimse itiraz etmezdi. 1997 yilinda kurulan grup Rusya'nin en eski tribün gruplarindan birisi olarak biliniyor ayni zamanda.
[img:7d55d06e68]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyP08_LMDI/AAAAAAAAJXU/KYJRoIESobs/s400/apollon.jpg[/img:7d55d06e68]
7-Gate 2: Yine Yunan ekolünden bir logo. Kibris takimi Apollon Limasol'un tribün grubu Gate 2'nun logosu. Yukarida bahsettigim özgünlükten kasit bu. Eger logoda göze çarpan bir sey deneyecekseniz buldog köpegi, drughi, anarsizmin A'sini koymak yerine böyle bir tasarim yaparsiniz olur biter. Logoyu görünce aklima tek bir sey geldi. Hellboy filmi ve çizgi romani. Gaz maskesiyle polislere verilen mesaj ve hemen üst taraftaki dikenlerle hissettirilen hava çok önemli. Hem savunma hem hücum felsefesini çok özgün bir yolla dile getiren bir çalisma. Sadece alt taraftarki "Gate 2" yazisinin biraz daha özenli tasarlanmasi logoyu çok daha güzel bir hale getirebilirdi.
[img:7d55d06e68]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyPkXNxKWI/AAAAAAAAJWs/yktBeR81Vn8/s400/logoofficiel7b839hz0.gif[/img:7d55d06e68]
6-Green Boys: Listenin Avrupa disindan tek üyesi. Fas'in Raja Casablanca grubunun logosu. Logonun tasarimi Ajan Mulder ve Scully'e ait görüldügü gibi. Gerçekten de X-Files dizisinden firlamis gibi duran logonun sevdigim yani üstteki klise sloganda sakli. Simply the best. Oraya disleri firlamis, agzi kaykilmis, orta parmagini kaldirmis bir kurukafa koymak yerine böyle bir figür oturttugunuzda zaten göze çarpiyorsunuz. Bu lognun problemi bir Fas takiminin logosu olmasi. Örnegin iskandinavya'dan çikmis bir logo olsaydi çok daha çarpici olabilirdi. Zira Fas'in o sicak iklimi ve ülkenin genel profili ile bagdasmiyor ama tabi her tasarim 4 numara gibi olmak zorunda degil.
[img:7d55d06e68]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyPkBIyTfI/AAAAAAAAJWk/mEBF2nVXyvA/s400/lighttownmadnesslogo1eztr8.jpg[/img:7d55d06e68]
5--Lighttown Madness: Listenin belki de en naif maddesi. PSV Eindhoven'in taraftar grubunun logosu. Oldukça zeki bir tasarim var. Eindhoven kentinin lakaplarindan birisi "lighttown". sehrin Hollanda'nin en teknolojik kentlerinden birisi olmasi sebebiyle aldigi (hatta sehirde bir adet "lamba müzesi" dahi vardir) lakaba ithafen ismini alan grup ambleme kirmizi beyaz atki sarmis bir ampülü yerlestirmistir.Ampulün üzerindeki çizgiler kaslari gözleri ise elektrik akimini isaret eder. Atkinin püskülleri ise parmaklari simgeler, böylece ampülden bir insan figürü yaratilir. Özgünlük derken bundan bahsettik iste. Enfes bir logo.
[img:7d55d06e68]http://1.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyPkEsiwsI/AAAAAAAAJWc/YRHaaK7FDNc/s400/HighlandBoyslogo.jpg[/img:7d55d06e68]
4-Highland Boys: Danimarka takimi Silkeborg'un taraftar grubu. Bu tasarim genelde çogu grupta var. Daire bir amblem. Yine yuvarlak biçimde yazilmis takim veya grubun ismi ve ortada bir figür. Ama Silkeborg'u digerlerinden ayiran daire seklindeki yazilarin yazilis biçimi, Grönland ve Danimarka ikliminden hareketle arka fona oturtulan karli daglar, yine ayni mantikla kullanilmis buz mavisi, beyaz ve donuk renkler ve ortadaki gizemli, kapsonlu figür. Hem takimin renklerini, hem ülkeyi, hem de tipik taraftar profilini simgeleyen bir logo. Yin basit ama yerine giden mesajlarla dolu bir is.
[img:7d55d06e68]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyPjuX66sI/AAAAAAAAJWM/lJrezK5Bk88/s400/gent+blue+white+army.jpg[/img:7d55d06e68]
3-Blue&White Army: Listenin tasarimi en karmasik logosu. Aslinda karmasiklik görülecek çok sey olmasindan kaynaklaniyor ama ortada güzel bir çalisma var. Belçika'nin AA Ghent kulübünün lakabi olan ve ambleminde de bulunan kizilderili temasi sol taraftaki bayrakta kendini bulmus. "The Blue White Magic" ifadesinde kelimelerin bulundugu yerlerin seçimi de gayet isabetli. Ortadaki kafa ise tipik bir ultras figürü. Yan tarafta bulunan iki melek olmasaydi logo çekiciliginden bir sey kaybeder miydi? Bence kaybetmezdi. Ama yine de çok fazla zarar verdiklerini düsünmüyorum.
[img:7d55d06e68]http://4.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyUGVNgh6I/AAAAAAAAJXc/gdfb0TzHTc0/s400/ultras+hapoel.jpg[/img:7d55d06e68]
2-Ultras Hapoel: Logoyu Ultras Hapoel üyeleri mi yoksa Anton Lavey Zandor mu hazirladi bilmiyorum. Tek bildigim bu resmi gece karanlikta görsem korkarim. Aynen Silkeborg ve Highland Boys'da gerçeklesen çember ve iç taraftaki yazinin tasarimi yerinde. Hapoel Tel Aviv kulübünün bünyesinde 170.000 kadar Arap bulunduran isçi sendikasi Histadrut ile iliskileri ve amblemdeki orak sebebi ile eskiden beri "komünist" görüse egilimli olarak görülmesinin etkisi amblemde de görülmüs. Orak orada da var ve seytan oraga tutunmus sekilde elinde 3 kafatasi tutuyor. O da artik hafif saldigranlik metasina vurgu.
[img:7d55d06e68]http://3.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SWyP0eU_aEI/AAAAAAAAJW8/rOlA7ds6THw/s400/orgullo+vikingo+real.gif[/img:7d55d06e68]
1-Orgullo Vikingo: Bu logo aynen Nevsky Front logosu gibi kulübün logosu olsa kimse bir sey diyemez. Real Madrid'in taraftar grubu Orgullo Vikingo'nun amblemi. Bas harfler ve kurulus tarihi zirhta yerini almis. Tepede bir viking basligi, altta grubun isminin hos bir tasarimi, kulüp armasinda kullanilan renklerin agirligi ve "orijinallik, seref, baglilik ve gurur" anlamina gelen kelimeler. Dünyanin en büyük kulübünün amblemi de karizmarik oluyor elbet. Tamam irrudicibili veya drughi gruplarinin tarihi degerleri ve geçmislerine lafimiz yok ama logo açisindan Real'in yanina bile yaklasamazlar.
flying Dutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-01-14 11:24:06
Mesaj konusu:
|
|
|
Spits and spats on the Gold Coast
A lovely little spat in Queensland has seen the billionaire boss of Gold Coast United throwing his toys out of the pram over a reported bid by Genclerbirligi for Kiwi striker Shane Smeltz.
"Who cares if the Turks want him?" Clive Palmer told the Courier Mail in this article.
"He has signed up with us. He's our player legally - end of story. He doesn't want to go to play in Turkey."
According to the story Smeltz has signed with the Gold Coast for three years and, without him having kicked a ball in anger for the Gold Coast, Gencler have come in and offered him three times the salary he will be receiving.
Palmer though is adament his player will be staying.
"I don't know anyone in their right mind who would want to go to play in Turkey," Palmer said seemingly ignoring the quite large number of Aussie players in the Turkish league, let alone all the other foreigners in the league.
The Australian version of Four Four Two magazine also reported Gold Coast coach Miron Bleiberg as warning Genclerbirligi to be careful.
"They shouldn't upset Clive Palmer any further or he might decide to buy their club out," Bleiberg said in what may be our best hope of getting rid of Cavcav before the year 2020.
Then again, I'm not sure that swapping Cavcav for a Queensland bore is quite a good swap. Here's what one person said of Palmer on the Four Four Two article:
"What else would you expect from a man who bankrolls the Queensland Liberal-National Party (Banana Party)?"
KANKALAR
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-01-15 16:56:45
Mesaj konusu:
|
|
|
Merak Edilen Taraftar Psikolojileri - 16
[img:23ba0fad60]http://2.bp.blogspot.com/_8ONrLaQnpfQ/SVDLpt2ZOPI/AAAAAAAAB44/7IlA9JoksLc/s400/st.pauli+1.jpg[/img:23ba0fad60]
Yaklasik 2 ayi askin bir süredir ara verdigimiz Merak Edilen Taraftar Psikolojileri serisinin 16.bölümünde Almanya'ya uzanacagiz. Kuzey Almanya'nin Hamburg kentindeki görüntüye bakacagiz. Ne görüyoruz Hamburg kentinde ? Öncelikle isminin yazilisi karnimizi aciktiracak kadar komik de olsa, yine de Alman futbolunun ve bir dönem Avrupa futbolunun devlerinden olan Hamburger Sport Verein kulübünü görüyoruz. Yani bildigimiz telaffuzuyla Hamburg'u. 29 Eylül 1887'de kurulmus, müzesine 7 Almanya sampiyonlugu, 3 Almanya Kupasi, 1 Avrupa sampiyon Kulüpler Kupasi ve 1 Avrupa Kupa Galipleri Kupasi tasimis, adi Alman futbolunun her zaman zirvesindeki takimlar arasinda anilmis, Kevin Keegan'indan Felix Magath'ina, Manfred Kaltz'indan Yordan Letchkov'una pek çok taninmis futbolcuyu bünyesinde barindirmis 121 yillik bir çinar.. Peki baska birsey görmemiz mümkün mü ? Elbette mümkün.. Kenti olusturan 105 adet semtden (yada mahalleden) birine bakmamiz kafi..
Bahsettigimiz yer St.Pauli. Ve söz konusu kulüp de pek tabii ki FC St.Pauli. Bugüne kadar isledigimiz taraftar psikolojilerinde genel olarak müzesini donatan, sportif anlamda devasa basarilara sahip büyük bir kulüple, ayni sehirde yer alan ancak rakibine göre çok daha az, hatta hiç sportif basarisi bulunmayan, ihtisamli müzeye sahip olmayan takimlari, bu kistasi basrole koyarak degerlendirmistik. Hamburg kentinde de ilk bakista ayni durum var gibi gözükse de, St.Pauli kulübünü salt sportif basari kazanip kazanamama kistasindan çok daha degisik açilardan islememiz gerekiyor. Öncelikle tereciye tere satmamakta fayda var. Futbolla ilgilenen, taraftarlik ve derbi kültürüne merakli, üstelik de bu merakini blog takip edecek kadar kararlilikla yasayan tüm futbol kültürü sevdalilari St.Pauli'nin ne oldugunu bilir. Biz de zaten bu bilinenleri ilk defa bulmus ve yazmis gibi davranmayacagiz. Maçlarini 22.500 kapasiteli Millerntor Stadinda oynayan St.Pauli kulübünün özellikle son 30 yilda artan ve kemiklesen bir kimligi olusmus. Nedir o kimlik ? Türk halki arasinda, sol siyasi görüse sahip olanlar için söylenen en amiyane tabir olan "anarsit-gominit" :) olarak tanimlayabiliriz St.Pauli'nin kimligini. St.Pauli kulübü, stadinda irkçi, neo-nazi yanlisi tavir ve davranislari resmi olarak yasaklamis bir kulüp. Ve bu tavri, 1980'lerin basinda 1.600 seyirci ortalamasina oynarken, bugün yaklasik 20.000 ortalamaya oynayacak kadar taraftarinin artmasina yol açmis. Çok daha önemlisi kulüp bu kimligiyle dünyanin dört bir yaninda taninmis ve sevilmis. Her kulübün taraftar kitlesi içinde degisik siyasi görüslerden kesimler varken, okudugumuz ve isittigimiz kadariyla St.Pauli taraftarlarinin tamamini anti fasist, anarsist, sol görüslü gibi kavramlarla tanimlayabiliriz. Tabii ki bu kavramlarin anlamlari ayri ayri oturulup tartisilabilecek konulardir, bizim burada isimiz bu degil. Burada aktarmaya çalistigimiz ve konu basliginda da belirtildigi üzere merakimiza mucip olan hadise, bir taraftar kitlesinin topyekün bir siyasi durusa angaje olmasidir ki, bu gerçekten takdir edilesidir nazarimizda..
[img:23ba0fad60]http://1.bp.blogspot.com/_8ONrLaQnpfQ/SVDLXQoRhUI/AAAAAAAAB4o/MPaZ7fpMmd0/s400/st.pauli+logo.JPG[/img:23ba0fad60]
St.Pauli taraftarlarinin mazisine baktigimizda da, özellikle 1990'li yillarin baslarinda içinde oldukça fazla neo nazi barindiran Hansa Rostock taraftarlariyla ciddi sürtüsmelerini, yine kenti paylastiklari rakipleri Hamburg'un taraftar kitlesi içinde yer alan küçük ama etkili bir neo nazi kitlesiyle de sürtüstüklerini görebiliriz. Hatta Hamburg'lu bu küçük neo nazi kitlesinin ingilizce karsiligi "We'll build a subway from St.Pauli up to Auschwitz" olan ve St.Pauli'leri ünlü nazi kampi Auschwitz'e yollayacaklarini anlatan bir tezahüratlari da var. St.Pauli'nin tüm bu sira disi özelliklerine ilave olarak, stadinda 2007 yilina kadar elektronik skorbord kullanmayan ve bununla da ciddi ciddi övünen bir yani da var. Gerçi son 2 yildir artik skorbord elektronik olmus ama yine de 2007 yilina kadar manuel düzeni sürdürmek ve bununla da övünmek gerçekten çok ilginç ve farkli. Velhasil, sportif basari adina müzesi tam takir kuru bakir olan ama buna karsilik belki de hiçbir kulübe nasip olmayacak kadar sosyal ve siyasi etikete sahip olan St.Pauli kulübü ve taraftarlari merak edilesi bir taraftar psikolojisidir elbette bizim gözümüzde de. Kendilerine saygi duyuyoruz. Ve yazimizi, internette arastirma yaparken rastladigimiz bir forumda belirtilen ve Tanil Bora'nin Birikim Dergisine yazdigi bir yazidan alintilandigi ifade edilen birkaç cümle ile noktaliyoruz: "St. Pauli kendine mahsus bir külttür. Taraftarlarinin kararli anti-fasist tavri, her partiden daha güvenilirdir. Millerntor tribünündeki -skordan bagimsiz- neseli hayat ve coskulu destek, dillere destandir. 1910 dogumlu kulübü kült yapan, müthis basarilari degil, futbolu sevme ve ‘yorumlama’ biçimiyle olusturdugu bu kendine özgü kültürüdür"...
http://kingsantillana.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
onurnazliaka
Site Admin
Kayıt: Non 0, 0000
|
Tarih: 2009-01-20 18:59:51
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:5401f1b45d][size=18:5401f1b45d]Delirdiniz mi Siz?[/size:5401f1b45d]
Spor, sanat ve siyaset yönetiminde plansiz projesiz, en önemlisi hedefsiz koltuklara oturdunuz mu, çuvallar kalirsiniz.
su an Türk sporu asagidan yukariya böyle yönetiliyor. iktidara yakin kel alaka isimler federasyonlarin basinda. Sonuç olimpiyatlarda tel tel dökülen branslar.
Futbol ise basli basina rezalet.
3. Lig’den Süper Lig’e kadar bütün sistem bastan asagiya çökmüs vaziyette. En son Avrupa üçüncülügünü yakalamis Türk futbolu halen yetersiz durumdaki dernekler kanunuyla yönetiliyor. Kulüpler borç bataginda yüzüyor.
Sistemde herkes profesyonel. Hocalar, oyuncular, masörler, hatta malzemeciler.
Tek profesyonel olmayan, yöneticiler ve hakemler. Zaten kiyamet de buralarda kopuyor. Beceriksiz yöneticiler kulüpleri, amatör hakemler de futbolu batiriyor.
Durum böyleyken ilgili bakanin çözümü tam dahice!..
70 - 80 tane profesyonel kulübü kapatacagiz diyor. Ne mükemmel bir çözüm degil mi?
Kulüp yönetimlerinin olusmasinda bir öneri yok!
Kulüpleri kurumlastirmak için bir fikir, bir çalisma yok.
Lisans sistemi kölelik düzenini geçmis, oyuncular perisan vaziyette, amatör, hatta kötü niyetli baskanlarin elinde oyuncak olmuslar, bu durumu düzeltmek için ufacik bir çalisma yok.
2.-3. liglerdeki tesisler rezalet, en ufak bir kaynak aktarimi yok, tüm bu kesmekese bulduklari çözüm kulüpleri kapatmak!
Bu durumda bize basliktaki soruyu sormak kaliyor... Delirdiniz mi siz?
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-01-28 17:54:48
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:8943ed76c7]Seviyorum bu oyunu ve içinden çikardigi hikayeleri. Yeni bir tanesi Hollanda'nin batisindaki Ijmuiden kentinden ve kentin 2. ligdeki takimi Telstar'dan geldi. Hafta sonu Telstar ile VVV Venlo arasinda Ijmuiden'in Sportpark Schoonenberg Stadyumu'nda oynanan maçta stadyum isiklandirmasinda meydana gelen bir ariza sonucu elektrikler kesilmis. Herkes ne yapacagiz, problem nedir diye anlamaya çalisirken Telstar taraftarlari arasinda bulunan Gerrit de Rijk adindaki elektrikçi "açilin suna bir bakin" diye dalmis güç kaynaginin bulundugu odaya. Arizanin hemen tamir edilemeyecegini ve isiklandirma sistemini çalistiran dügmelerde bir temssizlik oldugunu saptamis. Çözümü de eski usülle bulmus tabi. Eskiden çati antenleriyle iyi görüntü yakalamak için oynardik da görüntü bir yerde çok iyiyse anteni elinde tutana "maç boyu öyle kal" derdik ya. De Rijk da ayni hesap. Adam maç boyu elinde tornavidayla karanlik bir odada temassizlik olan dügmeye basar halde oturmus, tabi maçin TV yayini da yok. 2-1 kazandi Telstar ve federasyonun verecegi cezadan kurtuldular. Takimina destek verme böyle iste. Store'dan forma al, antrenmana baklava getir olmaz bu isler. Adama bir hediye verildi mi ya da ücret ödendi mi bilmiyorum.
http://vliegendenederlander.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-01-29 04:36:41
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:300ea3023c]Bu sene Barcelona'nin senesi, kusursuz bir sezon yasiyorlar. Oysa sezon öncesinde kisa ve öz; cadi kazani gibiydi Barcelona. Baskan Laporta devrilmeye çalisiliyor, hergün alaya aliniyordu ispanyol basininda. Guardiola ise kariyerindeki ilk ve belki de son olabilecek teknik adamlik isini görevi Rijkaard'dan devralmis, ve takimin en önemli starlarindan Ronaldinho ve Deco'nun transferine izin vermisti. Sadece bununla da yetinmemis; Giovanni Dos Santos, Zambrotta, Thuram, Edmilson, Ezquerro, Oleguer gibi oyuncularla da yolunu ayirmisti. Henry'nin de Rijkaard döneminden gelen 4-3-3 dizilisindeki sikintisi, Guardiola'nin da bu dizilisi oynatacak olmasi ve Londradaki kizina duydugu özlem yüzünden ingiltere'ye geri dönecegi yaziliyordu. Takim tamamen kabuk degistirmekteydi ama Guardiola gayet sakin bir sekilde isterse Eto'o'nun da gidebilecegini basina deklare etmisti. ispanyol basininda Adebayor haberlerinden geçilmiyordu. Eto'o'nun da Real Madrid'e geri dönecegi söyleniyordu ama hiçbiri olmadi, takimda kaldi Eto'o. Peki nasil, ne oldu da kaldi takimda ?
Fotografta solda duran, sevimli keltoros Jaume Munill imdadimiza yetisiyor burada. Önce kim bu, elinde Villareal ve Nihat formasi tutan bir adamla Barcelona'nin ne alakasi var onu belirtelim. Kendisi fizyoterapist. Geçen sene Espanyol için çalisiyordu, futbol tarih kitaplarinin ilgisini çekmeyecek olsa da güzel bir çalimla bu sene basinda Barcelona'ya transfer oldu. Guardiola'nin idari olarak ilk icraatlarindandir. Avrupa futbolu sakatliklarla ugrasirken Barcelona'da bu kadar az sakatlik yasanmasinin sirlarindan biridir ayni zamanda Munill. Villareal ve Nihat formasi ise bu anektodu bana nakleden ve buraya geçmeme izin veren Sevgili Emrah için bir hediye, bizzat maçtan sonra Nihat'tan alinmis. Barcelona'daki evinde bir araya geldikleri bir aksam yemeginde de kendisine takdim edilmis. Kismet olursa fantasy football da birinci olup alacagiz o formayi elinden :)
Eto'o'ya geri dönelim. Munill der ki; Euro 2008 finalinden önce Eto'o araya kimseyi sokmadan bizzat kendisi Real Madrid'i devrik baskani Calderon ile Viyana'da bir barda bulusur. Real Madrid'e geri dönmek istedigini söyler ve kendisini transfer etmelerini ister. Bu bulusma ve Eto'o'nun bu istegi Guardiola'nin kulagina gider. ilk idmanda, takimi saha ortasina daire olacak sekilde toplar. Kendisi de ortaya geçer ve Eto'o'yu yaninda çagirir. Bütün takim arkadaslarinin önünde Real Madrid isinin dogru olup olmadigini sorar. Eto'o "evet dogru" der. Guardiola da bunun üzerine "ben sana izin veriyorum,gidebilirsin. Baskanla konusup isini de kolaylastiracagim" diye cevap verir ve ekler "ama kalacaksan da 1 hafta sonra burada ol, ayni saatte ayni toplantiyi yapacagiz"
Madrid'in birinci hedefi hala pesinde kostugu Cristiano Ronaldo'dur. Üstelik Barcelona ile aralarinda birbirlerinden oyuncu almayacaklarina dair bir de prensip vardir. Transfer olmaz ve Eto'o 1 hafta sonra Ministadi stadinda idmana çikar. Guardiola yine bir çember olusturur sahanin ortasinda. Eto'o'yu çagirir ve "kaliyor musun" diye sorar. Eto'o "evet kaliyorum" der. Ve Guardiola Al Pacino'ya tas çikartacak bir kararlilik ve otoriteyle ( asagidaki sözleri okuyup hayal ediyoruz ) der ki;
"Ben Stoickov, Romario, Luis Enrique gibi adamlarla oynadim. Sen kendini seytan saniyorsan bil ki hepsi senden 1000 kez daha o. çocuguydu... Senden çok daha yetenekli, senden çok daha karizmatik, senden çok daha kaprisli, senden çok daha tasakliydilar. Senelerce bu adamlarla beraber piçligin kralini yaptim. Bunu aklindan çikarma, bana pislik yapmaya kalkarsan senin anani... Aklini basina alirsan, sana en çok ben yardim ederim yoksa siktir ol git"
Ve bir daha sorar "kaliyor musun" diye. Eto'o uzun bir süre öylece kalakaldiktan sonra "evet" der. Burada bitmiyor hikaye. Guardiola o aksam ki hazirlik maçinda onu dogrudan sahaya sürer ve Eto'o 2 gol birden atar. Yine de iskoçya turunda takimdan ayri idman yaptirir Eto'o'ya, kalan hazirlik maçlarinda Red Bull New York maçi hariç sonradan oyuna alir. Bir oyuncu nasil kazanilir ve kontrol edilirin dersini verir kisaca. Maç öncesi kamp yapmayan, maça birkaç saat kala tesislerde bulusup maça çikan ve oyunuyla büyüleyen yildizlarla dolu bir takim da zaten klasik yöntemlerle degil böyle disipline ve motive edilebilir ancak. Bir de Coldplay'den Viva La Vida etkisi var tabi, onu da es geçmemek lazim.
Muchas Gracias Jaume.
http://lambuja.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
irfanakalp
Site Admin
Kayıt: Jul 28, 2005
|
Tarih: 2009-01-31 21:48:22
Mesaj konusu:
|
|
|
YEsiL KIRMIZI sARKIN YILDIZI
31 Ocak 2009, Cumartesi
seyhmus DiKEN
Seni seviyoruz, seni seveni de…”
Bir maç öncesi taraftarlarin tribüne astigi pankart…
Bir baska benzeri var midir, bilmiyorum. Diyarbakirspor kadar deplasman maçlarinda, takim olarak, kendisi atfedilen noktada durmasa bile yüksek sesle hemen her dönemde politik jargonla imlenmesi.
Dünyada politik olarak muhalif duruslariyla bilinen kimi bölge ve sehir takimlari elbette var. italya, ispanya, Portekiz, Almanya, ingiltere, Yugoslavya gibi ülkelerdeki Atletico Bilbao, Barcelona, Real Madrid, Bayern Münih, Partizan, Manchester United, Liverpool, Kizil Yildiz, Juventus, Milan gibi eski yeni sehriyle özdes epeyce takim ve ülke var.
Yillar önce bir televizyon programinda izlemistim. Eski Galatasarayli, sonra da Türkiye Ümit Milli Takiminin Antrenörü Rasit Çetiner anlatmisti anilarindan süzerek! Çin Ümit Millileri ile Türkiye Ümit Millileri Çin’de maç yapiyorlar. Maç esnasinda Türkiyeli bir oyuncu sakatlik geçirir. Oyuncuyu tedavi için hemen saha kenarina alirlar. Türkiyeli futbolcu tedavi edilirken, bir de bakarlar ki sahadaki Çinli futbolculardan biri de saha disina çikip sakatlanan Türkiyeli futbolcunun basucunda bekliyor. Rasit Çetiner bu duruma anlam veremez ve merak edip sorar. Birileri açiklar; “Hocam, Komünistler esitlige inanirlar. simdi bizden biri sakatlandi ya! Tedavi edilip oyuna girmeyinceye kadar onlar da bir eksik oynamayi uygun buluyorlar”.
iste dünyada futbol dedigimiz arenada böyle örnekler de var.
Ama Diyarbakirspor, hiçbir zaman bu manada takim olarak, Diyarbakir’in politik kimligiyle özdeslesen bir konumda olmadi, olamadi. Sadece taraftar bazinda yakistirildi, yakistirdik. Çogu kez de sehre ve halka kinini kusmak isteyen fasist çevreler Diyarbakirspor’u da, dillendirdikleri sloganlariyla özdeslestirdikleri politik kategoriye soktular, o kadar.
Taraftar, kentteki muhalif politikanin nabzinin yükseldigi dönemlerde dile getirdigi sloganlarla Diyarbakirspor’u bir yerlere oturttu. Ya da takimi da kentin kimligiyle özdeslestirerek görmek istedigi yerde gördü. Takim ve kulüp de sistemle uyumlu bir profil izleyen konumda durmayi yegledi. Genellikle devletten bir seyler bekledi. Diyarbakirspor’un tarihindeki anilmaya deger basari yillari bu resmi yapiya yaslanma mantigiyla zedelense de, bu hep böyle oldu!
Oysa geçmiste, yani bundan 40 yil önce, Diyarbakirspor kuruldugunda tümüyle sehrin seçilmis sivil idaresinin kentteki spor kamuoyu ile mutabakati üzerine bir yapi insa edilmisti. Belleklerdedir. Kulübün ilk kurucu baskani ve dönemin Diyarbakir Belediye Baskani Nejat Cemiloglu’nun anilarinda, o yillar hâla canliligini korur…1968 yilinda sehrin iki önemli amatör takimi olan Yildiz Gençlikspor ile Dicle Gençlikspor kulüplerinin her birinin bir rengini, kirmizi ve yesili alarak birlesmesi üzerine Diyarbakirspor Kulübü Türkiye liglerindeki yerini almisti.
Önündeki birkaç yil içinde de üst üste kazandigi sampiyonluklarla futbolun karargâhi olarak kabul edilen istanbul metropollügüne uzaklardan esen bir “korkulu rüya” haline dönüsmüstü. 40 yil geriden bugünlere gelinen noktaya baktigimizda hiç de iç acici noktada olunmadigini söylemeye, bilmem gerek var mi?
Futbol altyapisi neredeyse sifir durumda! Takimda bir tane bile Diyarbakirli futbolcu yok! Bogaza kadar borç içinde olan ama bütün bu olumsuzluklara ragmen takimi kentin adina layik bir noktaya tasima savi içinde olan ve yakin geçmiste basina da yansiyan asker-sivil-bürokrat egemenlerden medet bekleyerek sampiyon olmayi degil, aksine “hak ederek sampiyon olmak istiyoruz” saviyla ortaya çikan bir ekiple bugün Diyarbakirspor yoluna devam etmek niyetinde…
Umuyor ve diliyorum ki, basarir Diyarbakirspor. sehrinin kale gibi saglam, muhalif, kararli ve direngen kimligini bir spor kulübünde de fark ettiren ve fark yaratan kimlikli bir takim olur Diyarbakirspor.
Bu sadece benim Diyarbakirli bir aydin olarak beklentim degil, kent kamuoyunun da talebidir. Diyarbakirspor artik Ankara’nin yolunu ve kapilarini, ellerini ovusturarak “Ne olur bizi birinci lige çikarin” diyen aleni saibelerden kurtulmak zorunda. Bu kisilikli firsati kente mal etmek zorunda yeni yönetim… Israr edilmeli…
Geçtigimiz günlerde Futbol Federasyonunun ve Merkez Hakem Kurulunun da katilimiyla “Kirkinci Yilinda Diyarbakirspor” nostaljisinin yasatildigi geceye davet edilmistim. O heyecani en basta 40 yil önce bu takimin çatisini kuran yasi simdi 60’larda olan eski futbolcularda ve sehrin spor kamuoyunda da fazlasiyla gördüm.
Sanki bütün bu 40 senelik tarih yasanmamis gibi yeni ve kimlikli, kisilikli bir Diyarbakirspor’u yeniden yaratmak hiç de zor degil. Dünya artik böylesine kentiyle özdeslesen kararli ve tutarli sehir takimlarina daha çok anlam biçiyor ve dikkate aliyor. Diyarbakir, siyaseten durusuyla meydan okuyan bir sehir! Diyarbakirspor neden ayni konumda olmasin. Bir zamanlar oldugu gibi kendine “büyük” diyen takimlarin neden korkulu rüyasi olmasin Diyarbakirspor…
Bütün bunlari elbette “is” olsun diye ya da Diyarbakirspor’un konu edildigi nostaljik bir geceye katildim diye yazmadim elbette…
Elimde adeta 40 yilin tarihini hatta Cumhuriyet dönemiyle birlikte Diyarbakir’da futbolun ve tabii ki Diyarbakirspor’un tarihini belgelemis çok önemli bir çalisma var. ibrahim Atesoglu’nun alt basligi “Diyarbakirspor’un 40 yillik tarihi” olarak dillendirilen “yesil kirmizi sarkin yildizi” kitabi.
Çok az sehre nasip olacak bir kulüp tarihi belgeseli olmus kitap. Özenli kaynak taramasi, görüsülebilecek bütün sahsiyetler, görsel malzemeler ve baskisiyla mükemmel bir çalisma olmus yesil kirmizi sarkin yildizi.
Diyarbakirspor kuruldugunda ben ortaokuldaydim. sehir stadyumu sehre o denli uzakti ki! Ama sehir o kadar çok Diyarbakirsporla iç içeydi ki! Ve sahada Dicle-Yildiz harmani Diyarbakirsporlu ve de Diyarbekirli futbolcular; Beton ismail, Ceylan Emin, Arap Eyüp, Doso Mahmut, Kampo Cahit, Kel Nazmi, Herif Ahmet, Lastik Ali, Apollo Naif, Boga Emin, sorik Veysi, Xosxos Emin, Cemil Kaplanoglu, Kenan Özbek, Kireçci seyhmus, Abdulkadir Çulcu, Naci, ihsan Özbek, Kaleci Mehmet Ali Biçer ve Kaptan Muzaffer…
simdi stadyum, sehrin orta yerinde, apartmanlarin arasinda kaybolmus gibi. Sahada bir tek Diyarbakirli futbolcu yok! Zaten Diyarbakirspor da hak ettigi yerde degil! Birakiniz sehrin sakinlerinin dünyasinda, uzakta olup gönlü Diyarbekirle atanlarin dünyasinda da buruk bir hüzün artik Diyarbakirspor…
O halde ibrahim Atesoglu’nun kitabi “yesil kirmizi sarkin yildizi” ile tabii ki simdiki Diyarbakirli yöneticilerin “hak ederek” onurlu bir yere gelme istenci kent kamuoyunun beklentisi ile bulussun ve bu sehir de “Yasasin Diyarbakirspor” desin istiyorum, gögsünü kabartarak…(sD/EÜ)
* ibrahim Atesoglu, Yesil kirmizi sarkin yildizi, 2008, Diyarbakir.
Not: Kitap özel basim oldugundan ancak yazari ile irtibat kurularak edinilebiliyor: 0532 2572832
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-02-03 14:42:00
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:4ad9dbdaea]Öncelikle sunu söyleyeyim 48 tane yoruma katki yapan herkese çok tesekkürler. Hele üsenmeyip 20 tane maddeyi tek tek siralayan arkadaslara ayrica tesekkürler. Ha tabi 48 yorum demek bunlarin derlenmesinin ne kadar zor oldugu anlamina geliyor. 48 yorum, her yorumda en az 10 tane nefret edilen sey oldugu düsünülürse 500'e yakin seçenek demek ki bunlari 20 sayisina indirmek oldukça zor. O yüzden atladigimiz seyler olursa affola. Öte yandan "futbolumuzda ne çok nefret edilen sey varmis" diye de içimden geçirmiyor degilim. Flyby "sevdigimiz sey var mi ki Türk futbolunda" diye yorum göndermis. Hafiften mübalaga yapmis tabi ama ortaya çikan rakama bakildiginda hak vermemek elde degil. Tabi itiraf edelim Türk insani olarak sikayet etmek çok sevdigimiz bir spor. Ayni sekilde futbolumuzda takdir ettigimiz yönlerle ilgili bir fikir tartismasi yapsak bu kadar sey çikaramayiz çok net. Ama bu dünya üzerinde genel geçer bir durum. Her zaman kötüyü, kusuru bulmak, takdir etmekten daha kolaydir. Bunu da göz önünde bulundurmak lazim. Asagidaki listede bir siralama yok. Herkesin en fazla sikayet ettigi 20 adet kusurumuzu derledik. Ufak da kendi yorumumuzu ekleyerek veriyoruz. Tekrar üstüne basa basa belirteyim bu liste "biri bana anlatsin" kösesine gelen yorumlarin bir sonucudur, blog kadrosunun sahsi seçimleri degildir.
1-Maç yayinlarindaki reklamlar: Yorumlarin nerede ise yarisinda vardi bu sikayet. Maç yayinlarina tecavüz eden bir durum bu. Eskiden sadece alttan gelirdi. simdi hem alttan hem soldan geliyor. Yakinda yukariyla birlesecekler ve 2-3 sene sonra ekran dikdörtgen seklinde küçülecek, boyut degistiriyoruz sanacagiz.
2-Gece maçlari: "En son ne zaman izledigimi hatirlamiyorum sükrü Saraçoglu Stadyumunda" denmis bir yorumda. Gece maçlari yayincilik politikasinin bir sonucu maalesef. ilaveten halen Türkiye'de nüfusun önemli bölümünün cumartesi günü çalisiyor olmasi da önemli bir sorun. Bütün maçlari pazar gününe almak da mümkün degil. Ama ne yapalim istiyoruz iste.
3-ilker Yasin: Neuchatel, Monaco, Manchester United zaferlerini anlatmis bir adamin bu derece nefret edilen bir sahisa dönüsmesi düsündürücü. E tabi sen "Henry 8 yil Ajax'ta top oynadi" dersen tepeden girersin bu listeye.
4-Futbolcu röportajlari: Geçen hafta biraz deginmistik buna. Türk futbolcusunun maç öncesi ve sonu röportajlarinda klullandigi kelime sayisi maalesef 10 ile sinirli. Hakem, hakkimizdi, puan, önümüzdeki maçlar.....Özeti budur.
5-Altyapi yetersizligi: Türk futbolunda bir türlü düzene oturtulamayan bir kusur bu. Tabi bu kusur genelde 3 büyük kulübümüzden kaynaklaniyor. Son 10 yilda kendi içlerinden çikartip Türk futboluna sunduklari kaç tane adam var? Peki su an milli takimda oynayan kaç oyuncu 3 büyügün altyapisindan oraya geldiler? Bu sorunumuz önümüzdeki yillarda da devam edecek.
6-Sabri Sarioglu: Öncelikle bu madde bana bir seyi belirtme sansi verdi. Bu blogda en çok takildigim oyuncudur. Ama Sabri'yi severim belirteyim. Benimkisi "sever de döver de" meselesi. Yoksa Sabri'nin futbolculuk ruhu ve oyuna kendini verisine zerre lafim yok. Ama üçlüler, hindiler, hakeme itirazlar derken çok kisinin tepkisini çekiyor.
7-Transfer politikalari: Her sezon sil bastan takimlar ve sokaga saçilan milyonlar. Bu sirkülasyon ücretlerin de durup dururken yükselmesine sebep oluyor. Yerli oyuncularin ücretlerindeki inanilmz yükselme gözü disariya çeviriyor, orada da bir sinirlama var. Kulüplerimiz hala transfer denen seyin ekonomik bir tarafi oldugunu ögrenemediler.
8-Stadyumlar: ingilizler zirt pirt stadyum yenilemelerinden sikayetçi biz ise stadyumlarimizin halinden. Kayseri'nin hamlesine zavalli bizler agzimizin suyu akarak bakiyoruz. Kaç nesil turnikelerde ve stad yollarinda telef oldu ben sayisini unuttum. Maça adam dövmeye gelen emniyet güçlerinin katkisini da bir kenara birakmamak lazim. Pazar günü "ben maça gidiyorum" diye evden çikanin arkasindan su dökmek lazim artik.
9-Hincal Uluç: Hincal Uluç'un söyle bir takintisi var. Eskiye özlem duyuyor ve futbolu artik herkesin kendisi gibi yorumlayabildiginden sikayetçi. Eskiden herkes onun agzinin içine bakardi, artik bir tika basip her seye ulasabiliyorlar. Maradona'nin, Pele'nin futbolunu, Sampras'in, Becker'in tenisini, Carl Lewis'in sprintini yüceltip duruyor. Ona göre Euro 2000 Hollanda-italya maçi sikici, Federer tenisçi degil, Usain Bolt testlerde çikmayan dopingin 100 metrecisi. Ama isler böyle degil.
10-Belediye takimlari: Anlatmaya gerek yok sanirim. Çok yakinda kisi basina düsen milli gelir rakamindan daha fazla belediye takimi olacak. Gorky bir kaç ay önce dikkati çekmisti.
11-Yildirim Demirören'li Besiktas yönetimi: Hem Besiktaslilar hem de diger takim taraftarlari bu olusumdan fena halde sikilmis durumdalar. "Yildirim Demirören'li" kismini özellikle belirttim. Zira bu kulüp geçmiste Süleyman Seba gibi bir ismi çikarmis yönetimlerin kontrolündeydi. Ülkenin bu kadar fazla negatif enerisini çeken bir ekibin görevdeki israrciligi ilginç bir vaka.
12-Türk hakemligi: Çok elestirilmesine ragmen yorumlarina hala çok önem verdigim Ömer Üründül pazar aksami Cüneyt Çakir için "onun kadar futbolcunun yanlisini bulayim ki bak kural budur sen de aykiri davrandin diye kart göstereyim çabasinda olan bir hakem görmedim" dedi. Hakemlerimizin sourunu burada. Kurallari gözümüze sokanlar ve kurallari tamamen çigneyenler. Avrupa sampiyonasi'nda son maç yöneten hakemimiz su an sovmen statüsüne geçti biz hala ayni yerdeyiz.
13-Bilet fiyatlari: Bu blogda kaç kere ele aldik ben sayisini unuttum. Avrupa'nin en pahali kombine ve bilet fiyatlari listesinde ilk üçteyiz. Ayni listede hem pahali kombine bilet fiyati hem de stadyumlarin kötü sartlari varsa bu iste çifte güdüklük var demektir.
14-Asparagas haberciligi: Türk spor medyasinin evrimini su sekilde verebiliriz basitçe. Spor gazeteciligi ----->Futbol gazeteciligi------> 3 büyük haberciligi-------> Transfer haberciligi --------> Asparagas habercilik ----------->..................... sonraki asama ne olur bilemiyorum.
15-Fatih Terim: Ülke tarihinin en basarili teknik adaminin nefret listesinde olmasini yadirgamamak lazim. Jose Mourinho'nun kariyeri de ondan nefret eden adam sayisi da Fatih Terim'i katlar. Böyle bir meyve veren agacin taslanmasi aliskanligi var. Ha itiraf edeyim o agaç bazen çok çürük meyve veriyor.
16-Diego Lugano ve kabilesi: Demek istedigim futbolcu itirazlari elbet. Mondragon, Lugano, Zago bu adamlar nasil kendilerine 90 metre uzakliktaki hadiseye depar atarak kosup müdahale ederler hep düsünürüm. Ben o mesafeyi hakeme itiraz için kosmaya resmen üsenirim. Üsenmezsem de enerjimi maça saklarim. Bu ne azimdir çözemedim. Ha bu arada sahsi fikrim Lugano'yu bir futbolcu olarak çok severim. Roy Keane familyasindandir.
17-Yöneticilerin basin açiklamalari: Periyodik olarak her kulüp yöneticisi kendi kulüpleri üzerinde oyunlar oynandigini açiklarlar. Monopoly gibi mübarek. Sirasi gelen hapse giriyor. Bir de basin toplantisi yaptin mi yanina 3 yönetici alip tamamdir. Hele bir de tepegözün varsa...of of of...bkz. 11 numara.
18-Nöbetçi teknik direktörler: Bir sey itiraf edeyim, az önce oturup saydim 9 tane takimin teknik direktörünü ezbere biliyorum. 4 büyüklerin hocalari, Tolunay Kafkas, Bülent Uygun, Aykut Kocaman, Abdullah Avci, Nurullah Saglam. Kimse yerinde durmuyor ki? Bu adamlar üçüncü sefer imza attiklari takimlarda ilk antrenmana çiktiklarinda ne diyorlar acaba. Eveeeeet bir programimizda daha birlikteyiz.....
19-+'liYabanci sinirlamasi: 6+2, 5+1, 3+1....Bu "+" nedir allahaskina. Bir adami alirsaniz oynar bu kadar basit. illa yedekte duracak diye bir anlayis var mi allah askina. Dersiniz ki "istedigin kadar yabanci al 18 kisilik kadroda 4 tane bulunacak" onu anlarim. Ama ilk onbir sinirlamasi nasil bir mantik. Mevkileri de sinirlayin bari. Defans 2+1, orta saha 3+1, forvet 1+1....
20-Polis: Bu madde bana ait. Listeyi yaptim. Bir seyler eksikti ve farkettigimde çok sasirdim. Asagi yukari 600 madde içerisinde tek bir kisi emniyet güçlerini yazmamisti. Her maç öncesi ve sonrasi maç gününü zehir eden aktörlerin basinda gelir Türk polisi. Haksiz yere sadece keyifleri için coplarini indirdikleri adamlari yan yana dizip sefere çiksak Çin Seddi'nin ancak tozu bulunur. Üstünkörü "ACAB" çigirtkanliginda degiliz, isini laykiyla yapanlar vardir mutlaka, ama kusura bakmayin "MCAB" (M=most).
Flying Dutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-04 14:45:53
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:12a9829e28]Togo'da Bir Çocuk
Hikaye 21 yil öncesinden. Afrika'da Togo'da bir çocuk. 4 yasinda. Dogdugu günden itibaren ilk adimlarini gözleyen ailesi yürüyemeyen çocuklari için derman ariyorlar. Nijerja'ya, Gana'ya doktorlara götürüyorlar. Çare bulunamiyor. Annesi; "artik tek çare dua etmek" diyor. Çocugu kucagina aliyor ve kiliseye gidiyor. Rahip, kadina yedi gün boyunca dua etmesi gerektigini söylüyor. Kadin yedi gün dua ediyor kilisede. Yedinci gün, bir pazar günü. Kilisenin önünde top oynayan çocuklardan biri topa abaniyor, top kilisenin kapisindan içeri giriyor. Dua eden kadinin dizinin dibinde oturan çocuk, topu görünce ayaga kalkiyor ve topa dogru yürümeye basliyor. Hayatinda ilk kez adim atiyor. 21 yil sonra çocuk bunu anlatirken "Biliyorum inanilmaz gibi geliyor ama dogru. Futbol benim kaderimmis". O çocugun adi Emmanuel Adebayor. Bugünlerde Arsenal formasi giyiyor.
aceto
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-05 00:03:32
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:923faafbde]ONLAR ARTIK BiZDEN BiRi
Türkcell Süper Lig'de tam olarak sayilarini bilmesek de-özellikle devre arasi giden gelenlerle net bir rakamin ortaya konmasi simdilik zor görünüyor- çok sayida yabanci futbolcunun ekmek yedigini biliyoruz.Saha içinde ise bir takim en fazla 6 yabancisini kullanabiliyor.Kimisi 8 yabanciya sahipken kimisi ise nispeten daha az yabanciyla yoluna devam etmeye çalisiyor.Böylece ortaya kimi zaman 6 yabanci 2 sonradan Türk 3 orjini Türk oyuncuyla kimi zamansa 11 Türk -neredeyse 5-6 tanesi Almanci- oyuncuyla sahaya çikan takimar görülebiliyor.Neyse bu yabancilarin nasil kullanildigi kismi,asil konumuz sahalarda izledigimiz yabancilarinin bazilarinin aslinda o kadar "yabanci" olmadiklari.Kimilerini çok uzun yillardir taniyoruz,kimilerini çok seviyoruz.Bakalim TSL'nin en bizden yabancilari size de "bizden" gelecek mi?
10-)Michael Petkoviç:76 dogumlu Hirvat asilli Avustralyali kaleci.2002/2003 sezonunda Trabzona Avustralya'nin South Melbourne takimindan geldi ve o günden beri ülkemizde kalecilik yapiyor.2005 yilinda Sivasspor'a transfer olan Petkoviç hala Sivas'in kalesini koruyor.Ülkemizde çok seveni olmasa da en aindan 7 yillik asinaligin hatrina bu listeye giriyor.Çünkü neredeyse annelerimizin bile televizyondan Petkoviç ismini duyduklarinda hiç kulaklarinin irgalanmadigini biliyoruz.
9-)Abdel Zaher El Saka:74 dogumlu Misirli milli futbolcu.Ülkemizde ilk 99 yilinda Denizlispor formasiyla boy gösterdi.Düsünün 25 yasinda Türkiye'ye gelmis ve futbol hayatinin en verimli 10 senesini Türkiye'de geçirmis bir futbolcudan bahsediyoruz.Sirasiyla Denizlispor,Gençlerbirligi,Konyaspor,Gençlerbirligi ve Eskisehirspor'da oynayan El Saka Denizli hariç gittigi her takimda kaptanlik yapti.Çok iyi bir savunmaci olmasa da takim oyununu iyi oynamasiyla göze çarpti ve 10 sene Türkiye'de kalabilen belki de-kesin olarak bilmiyorum- ilk futbolcu oldu.Buna ragmen yine de El Saka'nin çok sevildigi söylenemez ama Türk halkinin ona olan asinaligi ve sempatisi Müslümanligi sebebiyle de Petkoviç'ten daha fazladir.Fakat yine de Samet Aybaba tarafindan irkçi saldirilara maruz kalmistir.
8-)Pini Balili:79 dogumlu israilli forvet oyuncusu,eski bir atlet.2003 yilinda istanbulspor'a geldi ve kisa sürede gerek futboluyla gerekse sempatik tavirlariyla herkesin dikkatini çekti.Ardindan bir sene de Kayserispor'da oynadi ve 2005 senesinden beri Sivas'ta oynuyor.Balili ilk geldigi günden beri sevilen bir futbolcu oldu hatta kendiside Türk vatandasligina geçmek için basvuruda bulundu fakat su an itibariyle Türk vatandasi mi kesin olarak bilemiyorum.Balili'nin ilginç futbolu ve tarziyla hala sevilen bir futbolcu oldugunu söyleyebiliriz.Fakat israil'in Gazze Katliamindan o da kendince nasibini almis gözüküyor.
7-)Souleymane Youla:81 dogumlu Gineli forvet.Önce Youla hakkindaki sahsi fikrimi söyleyeyim.10 tane takimim olsa birinin yedek kulübesine dahi almam.Genel anlamda futboldan bi'haber oldugunu düsünüyorum ayrica son vuruslari da gayet basarisiz.Fakat Eskisehip taraftari nerdeyse ona tapiyor.ilk olarak 2001 yilinda Gençlerbirligi formasiyla tanidigimiz youla 4 sezonda oynadigi 112 maçta 49 gol atarak büyük kulüplerin dikkatini çekti ve 2005 senesinde Besiktasin yolunu tuttu.Ne var ki sadece yarim sezon oynayabildi ve Türkiye'den Fransa'nin Metz takimina gitti.Sonraki 2 sene de Lille formasi giy(emey)en Youla bu sezon basinda favori hocasi Riza Çalimbayin "ricasiyla" Eskisehir'e geldi.Kabul edelim ki,2005 yilindan beri en etkili oyununu oynuyor ama saç bas yoldurtmaya da devam ediyor.Ayrica Türk seyircisinin yorumlanamayan zenci futbolcu sempatisinden nasbini almis bir futbolcudur.
6-)Rigobert Song:Gerçek yasi hakkinda çesitli spekulasyonlar olsa da biz onun resmi kayitlara göre 76 dogumlu oldugunu söylemek zorundayiz.2004 yilinda Galatasaray'a geldi ve bu listenin ilk siralarinda yer alamasa dahi Türk futboluna en büyük katkiyi saglayan futbolcualrdan biri oldugunu söyleyebiliriz.Sadece futboluyla degil,bilgisiyle de Türk futboluna özellikle su siralar Trabzonspor'a çok seyy kattigi bir gerçek.Song hakkinda fazla birsey söylemeye gerek yok.Liverpool'da,West Ham'da,Lens'te oynamis bir futbolcu ve Song siradan seyirci tarafindan çok sevilmese de bilinçli futbolsever Song'un hakkinin ödenmeyecegini biliyor.O da "bizden".
5-)Roman Kratochvil:74 dogumlu Slovak.Bana göre listenin en ilginç ismi.Kisisel sempatimin yani sira Roman bir takim oyuncusu olarak göze çarpiyor ve takdiri hak ediyor.34 yasinda ve tüm profesyonel kariyeri boyunca sadece 3 takimda oynamis.Önce 8 yillik inter Bratislava macerasi ardindan bildigimiz Denizli kariyeri ve simdi de Konyaspor.Roman'in Denizli'de çok sevildigini hatta lakabini "Reis" oldugunu biliyoruz.Ayrica Denizli formasi altinda 241 maçta attigi 35 golle de ayrica dikkatleri çekmistir.Özetle,bir sehrin -bir zamanlar- tamaminin bagrina bastigi ideal bir takim oyuncusuyla karsi karsiyayiz diyebiliriz.O en "bizden"lerden.
4-)Roberto Carlos:Herkesin bildigi üzere 73 dogumlu dünyaca ünlü Brezilyali sol bek.Geçen sezon Türkiye'ye geldi.Öncesi malumunuz...Fakat yine de R.Carlos'un beklenilen heyecani yaratamadigini söyleyebiliriz.Yoksa bu listenin 4. sirasinda da isi olmazdi tabii ki.Evet her ne kadar bir türlü isteneneni verememis olsa da Türkiye'de çok ciddi bir hayran kitlesinin oldugunu söyleyebiliriz.Ve taraftar onu seviyor...
3-)Marcio Nobre:80 dogumlu Brezilyali-Türk santrofor.Fenerbahçe'de 2.5 yil kiralik oynadiktan sonra bonservisi Besiktas tarafindan alindi ve sanilanin aksine Besiktas formasi altinda basarili oldu taraftarlar tarafindan çok sevildi,kaptanliga kadar yükseldi.Taraftar her ne kadar hissettirmese de rakip takimdan alinan oyuncuyu benimsemez çünkü asil amatör ruh taraftardadir.Fakat Nobre bu inciri kiran ender oyunculardan oldu.sahsi fikrim,istisnasiz her Besiktas taraftarinin onu sevdigi yönünde.Türkiye'ye gayet alismis durumda hatta bas harflerden isim alma konusunda bile iyi...(Marcio-Mert)
2-)Alex de Souza-Cassio Lincoln:Bu ikili hakkinda kisisel bilgilere girmiyecegim.Ayrica zaten birinci olamayacaklari için birini ötekinin önüne yazmayi da nedense dogru bulmadim.Her ikisi de taraftarlarinin neredeyse taptigi oyuncular(Alex son dönemlerde istenmeyen olaylar yasasa dahi) ve eminim ki sevenleri kadar sevmeyenleri de vardir fakat gelin görün ki sevenleri inanilmaz çok sayida...Çogu taraftar takimlarini onlarsiz hayal bile edemiyor ki haksiz da sayilmazlar.
1-)iste listenin en spekülatif,en heyecan verici ismi...ibrahim Yattara 80 dogumlu Gineli siyahi,üstelik sari saçli(bu noktada orta yas üstü futbolseverleri tavliyor),üstelik Türk vatandasi...Hepsinden öte,bence Türkiye'nin en teknik ayagi.Dünyanin her takiminda oynayabilecek yetenege sahip Yattara Trabzon taraftari tarafindan da inanilmaz bir ilgi görüyor.Onu Trabzon sokaklarinda yürürken düsünemiyorum bile...Katar oalyi ona duyulan sevgide ufak çapli bir hasar olusturmus olsa bile ona duyulan sevgi listedeki tüm futbolculara duyulanindan daha öte bir sevgi.O en çok "bizden" olani...Ugur Meleke'nin dedigi gibi o sahaya çiktiginda "Sahada 21 futbolcu,bir sanatçi..." oluyor...Kendisine buradan "Sen Baskasin" adli sarkiyi armagan ediyor ve listemizi sonlandiriyoruz.
http://omiafacimus.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-05 00:14:08
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:9c27ba243b]91' yilinin son günleri. Yatili lisede okuyoruz o sira. Christmas nanesi yüzünden okullar tatil oluyor. Bu yüzden memlekete gidelim ,ailemizin yaninda geçirelim tatili diyoruz. Brightonlu arkadaslarla hazirliklarimizi yapip kaldigimiz yurtdan çikisimizi yapacakken arkadaslardan birisi " Birader nereye gidiyorsunuz? Yarin Londra'ya gidiyoruz partiye" diyor. Ne partisi diye soruyoruz. "Yahu bilmiyor musunuz, Yurtdaki yatili kizlar Richmond'da parti düzenleyecekler, çagirmadilar mi sizi" diye soruyor. Bir an afalliyoruz. Gidip bizim yurdun kat sorumlusu Leat diye bir çocuk var soruyoruz ona dogru mu diye. Bu siritiyor " ehehe ya size söylemediler mi?" diyor. Biz durumu çakiyoruz gayet tabii. Bu it herifler ortamdaki kiz/erkek oranini yüksek tutmak için bize söylememisler. Nedir bu partinin olayi biraz arastiriyoruz,20 pound istiyorlar. Gelecekler listesine söyle bir bakiyoruz, o sira birine yaziyorum tabi testesteron sagolsun, bir bakiyorum o da geliyor partiye. Peder beyi ariyorum böyle böyle bir parti var gelemeyecegim diyorum. Sagolsun ses etmiyor, Clapham'a git amcandan para al ben sonra veririm diyor. Gidiyorum amcabey'in yanina sagolsun hiç unutmam 40 pound veriyor bana.
Yurda aksam olmadan dönüyorum, odama bir giriyorum içerisi dumanalti, hararetli bir tartisma var. Ben pek iplemiyorum bu tartismayi zira o sira ne giysem diye düsünüyorum. Aklima dahiyane bir fikir geliyor, okul cekedimdeki armayi söküp yeni bir ceket yaratiyorum. Ertesi günde kendime yeni bir pantolon aldim mi parti giyecekleri hazir, gelsin kizlar, gitsin kizlar diye düsünüyorum içimden. Okul cekedimdeki armayi sökmeye çalisirken baya bir zorlaniyorum. Odadakilerin "ne yapiyor yahu bu" tandansli bakislarini görünce durumu anlatiyorum bunlar dalgaya aliyorlar tabi hemen, "Olum benim sizin gibi Londra'da ailem yok it herifler!, Brighton'a gidip ceketlerimi mi alip geleyim?" diyorum, ben hafif aglamakli olunca bunlar "dur oglum Joe stres yapma, partiye degil maça gidiyoruz" diyorlar. "Ne maçi oglum Bundan sonra s..sen Fulham maçina gitmem, parami baska yerlere veririm daha iyi" diyorum. Bunlar "yok be ne Fulhami Merseyside'a gidiyoruz diyor, bir de heyecanli olsun diye scouse aksaniyla bagirarak söylüyor adi herif. (Yutkunuyorum) "Lan oglum ne Merseyside'i lan, benim partiye gitmem illaki sart bu kiza baska türlü yazamayiz" diyorum. Yoksa partinin parasini verdin mi diye soruyor, yok diyorum. "Hah, tamam. Joe oglum satma bizi kaç kere gidecegiz ki Liverpool'a, s..tir et partiyi" diyor. Benim tavrim net "Gidemem olum, babam duyarsa s...kertir beni" diyorum, bunlar yine sizlaniyor "oglum hep böylesin sen ya, hiç macera takilmiyorsun" mahiyetinde nos atiyorlar. Bunlari odadan çikariyorum "hadi çikin odadan uyuymam lazim, yarin Londraya gidip kendime pantolon alacagim" diyorum, Bunlar gidiyorlar, giderkende aglamakli bakislar atiyorlar "vay be demek ki arkadasligimiz bu kadarmis" gibisinden. Uyuyorum hemen.
Sabah erkenden kalkiyorum Londraya gidiyorum öglen gibi yurda dönüyorum. Döndügümde partinin parasini vermek için Leat'i ariyorum etrafda. O sira bizimkiler geliyor "Joe nerelerdesin seni ariyorduk, geliyor musun maça yarin sabah gidiyoruz" diyorlar. Bunlar etrafimi sariyorlar, kulis yapiyorlar. Birde Saunders diyorlar, Ian Rush diyorlar öyle bir noktaya geliyorum ki "La tamam la tamam geliyorum" diyorum. Bunlar acayip seviniyorlar. Bunlarin sevinmesine bir anlam veremiyorum ama sonradan anlasiliyor. "Joe yanliz paramiz az, sende ne kadar vardi ehehe" tadinda konusunca bunlar direkt yurt ortaminin verdigi "kimin cebinde kaç para var bilgi havuzundan" dolayi yalan atamayacagimizdan 30-35 pound arasi diyorum. "Söz, sen bize ver parayi, dönüste biz verecegiz" diyorlar. Bakiyorum bizim para gidecek hemen mizmizlik yapmaya çalsiyorum, kararimi degistirmek için. "Hem olum bilet yok, nasil gidecegiz Liverpool'a, maça nasil girecegiz? Olmaz bu is yas gelmeyeyim ben" deyince bunlar hemen atliyorlar "Yok abi bizim Fulham tribünlerinden bir abi Everton Reisi ile kankaymis, görüstük biz o telefonla arayip ayarlayacak biletleri. Ayrica bilet fiyatinin yarisina kale arkasina alacaklar bizi Joe, düsünebiliyor musun?" diyor. Adi herifler direkt benim paramla is çevirmisler, haberim yok. Peki olum nasil gidecegiz deyince bu itlerde sanki yillarin banka soygunculari gibi bir rahatlik seziyorum "oo Joe onu mu sorun ediyorsun? ayarladik onu biz merak etme, posta treni ile gidecegiz, hem tren bileti 1.5 pound düsünebiliyor musun?"diyorlar. Adamlar yahudi gibi çalismislar, benim cebimdeki parayla isi finanse etmisler, adi herifler.
Ertesi sabah erkenden çikiyoruz Fulham'a gidiyoruz bileti ayarlamak için. Bir iki saat bizim elemani aradiktan sonra buluyoruz bir terzi dükkaninda. Bu "Ben aradim sizin is tamam, isminizi reise verdim gidince biletinizi alin diyor adresi veriyor. Tamam abi sagolasin diyorum, ben tam dükkandan çikmak için yöneldigimde elemanlardan biri "Joe para?" diyor. Ne parasi diyecekken, "parayi bu abiye verecegiz Joe, dört bilet 22 pound" diyor. Köseye çekiyorum bizim elemani "müdür bir sakatlik yok degil mi, parayi niye orda vermiyoruz" dedigimde bizim bu adi herif terzinin bozuldugunu görünce sessizce "yok olum buraya verecegiz lan buraya" diyor kulagima. Parayi verip yurda dönüyoruz.Dönmeden önce istasyona gidip biletleri aliyoruz. Hakikaten tanesi 1.5 pounddanmis, bileti alirken "abi bu niye ucuz böyle ya ehehe" dedigimizde "oraya giden bir daha dönmedi adami kilikli" bir tavirla "çünkü yolculugunuz 16 saat sürecek ehehe posta treni bu, isterseniz 6 saatlik trenlerden vereyim size gençler, hangisinden alacaksiniz?" diyor. Biz 16 saati duyunca bir "mnskym, ohannesburger" tavirlarina bürünüyoruz. Neyse, posta treninden bileti alip yurda dönüyoruz. Tabi hayallerimizde bizimle birlikte yanimizda gidiyor, gençlik iste. Biri "olum müthis bir macera olacak, hazir misiniz diyor?" Aksam tam bastirmak üzere, hepimiz bagiriyoruz "Haziriz!" diye. Yurdun mutfagi kapanmadan hemen önce gidip ertesi gün için tablet peynirlerden, reçellerden, ekmeklerden arakliyoruz. Hatta isi biraz abartiyoruz, birisi yanina "dis firçami da götüreyim mi" diye soruyor.
Ertesi gün Slough tarafindaki istasyona gidiyoruz erkenden. Tren geliyor, Kompartimandan içeri bir giriyoruz, ki hiç unutmam o sahneyi. Yahu arkadas sanarsin Hükümet tüm ipe sapa gelmez çingenesi, hirsizi, çulsuzu trene bindirmis gezdiriyor. Lan o ne öyle? Yemin olsun durum öyleydi. Biz saniyoruz böyle rahat koltuklara falan oturacagiz, neyseki otobüs koltuklarini andiran bir bölgeye geçip oturuyoruz. Yalniz içerdeki millet psikopat durumda, uzun zamandir yolculuk etmis gibiler. G.tümüzü kollamaya çalisiyoruz. Tren hareket etmeye basliyor. Önceki gün " Yahu n'olacak? 16 saat durmadan muhabbet edersek zaman su gibi akar" demisiz birbirimize. Lakin gel gör ki yolculuk basladiktan sonra bir saat sonra tüm muhabbet materyallerini tüketiyoruz. Tren'in tak..tuk..tuk..tak sesi bizde halisünatif bir etki yapiyor, susuzluktan yorgun düsmüs Roma askerleri gibi oluyoruz. Yanimizdaki çingeneler zaten durumundan memnun. Bir kaç saat sonra öyle bir hal aliyoruz ki toplama kamplarina götürülen yahudiler gibi oluyoruz. Hatta bir ara tren duruyor, birisi içeri hortumla su sikiyor. Dur olum hemen inanma, sakaydi. Lakin abartiyor gibi görünsek de durum böyleydi. Tren yavas gittigi gibi, bizde öyle bir etki yapiyor ki durdugu zaman hala gidiyoruz falan saniyoruz, o kadar yavas. Hatta tren yolculugu sirasinda bir kaç olaya karisiyoruz ki bunu anlatsak yazi daha da uzun olacak bunu Flying Dutchman bloguna saklayalim.Neyseki, klise bir laf olacak ama bir lafin ilk kez bir cümleye tam oturdugunu görüyorum "uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra" bu scouse'larin Halewood dedikleri yere geliyoruz. Saati tam hatirlamiyorum ama günesin yeni dogdugu vakitler o sira.
Sabah otobüslerin kalkis vaktini bekledikten sonra, Everton taraflarina giden bir otobüse biniyoruz, Yaklasik bir saatlik yolculuk sonrasi son durakta iniyoruz. Bir parka giriyoruz çantalarimizdaki çalinti mallarla kahvaltimizi yapiyoruz, hava buz gibi. Kahvalti yaptikdan sonra Fulhamdaki abinin verdigi adresdeki bari ariyoruz Kirkdale taraflarinda. Baya bir yürüdükten sonra bari buluyoruz, ismi hiç unutmam Backlesh idi. içeri giriyoruz, millet demnlenmeye baslamis, içeri girip bar sahibine reisi soruyoruz. Reisin ismini tam hatirlayamiyorum ama soyadi yanilmiyorsam Eccklestone idi. Olayimizi anlatinca bar sahibi bize söyle aciyarak bir bakiyor " Lan i.neler ne isiniz var burada" gibisinden. Reis buralardaydi, birazdan gelir siz bir yere oturun, gelince ben sizi çagiririm diyor. Siz beklerken reisden size bir bira vereyim gençler diyor. Hiç içmedigimiz halde hani biraz delikanli takilalim diye biralarimizi aliyoruz. Alirken "gençler 18 den büyüksünüz di mi diye soruyor biri" bizde hafif bir arabesk bir bakis atiyoruz "abi n'aptin sen ya tabiki ehehe" gibisinden, yalanlar yine basliyor. Neyse, bir 45 dakika bekliyoruz içeri bir kalabaliklasiyor baya derken barin sahibi bizi parmaklariyla gösteriyor. Reis yanimiza geliyor, Fulham tayfasindan çocuklar siz misiniz diye soruyor. Evet abi diyoruz. "Yalniz su an elimde bilet yok, siz bekleyin burda, yukardaki bardan abileriniz gelecek onlarda bilet var, siz onlarla gelirsiniz stada" diyor. "Ha bu arada maç sonrasi bekleyin Fulhamdaki Abilerinize birkaç birseyler yollayacagim sizle" diyor, hatta bize atki veriyor. Bu gidince "babacan adammis, helal olsun " diyoruz aramizda. Maçin baslamasina üç saat falan var, yalniz kimse gelmiyor sonra barin disina çikip bekliyoruz. Bekle Allah bekle bir Allahin kulu gelmiyor. Maça bir saat falan kalinca "olum stadin oraya gidelim, kimse gelmeyecek baksana" diyor elemanlardan birisi. Mantikli geliyor bize, gidip reisi buluruz gireriz stada diyoruz.
Basliyoruz yürümeye, daireler çizerek kaybolan askerler gibi biraz yolumuzu kaybediyoruz. Bir sokagin basinda Liverpool tayfasina denk geliyoruz, bunlar bizim güneyli oldugumuzu anlayinca pata küte giriyor bize, derdimizi tam anlatamadigimizdan güzel bir dayak yiyoruz. Sagolsun oradan birileri elle isaret yapiyorlar birakin çocuklari diye. Hemen topukluyoruz. Biraz yürüyünce stadi uzaktan görüyoruz, kosmaya basliyoruz. Maçin baslamasina yarim saatden az bir süre var Evertonlularin arasina girip deliler gibi reisi ararken birileri bizim aksanimizdan dolayi köseye çekip "Gençler hayirdir? Durum nedir?" diyorlar. Reis içeri girdi, bastaki turnikelere gidin hani Türkiyedeki tabiriyle "kardesleme" yapin diyorlar. Biz buna uyuyoruz, deli danalar gibi oraya buraya kosusturuyoruz. Maç basliyor ama biz giremiyoruz içeri. Ben bizimkilere baya bir sövüyorum, "Alin gördünüz mü ebenizin ...ni, hani maç nerede?" diye.
Stadin turnikeleri kapaninca polis kordon yapiyor, gençler hadi çikin o aradan diyor. Yolun karsisina geçiyoruz. Ee simdi n'apacagiz diye soruyoruz birbirimize. Ordan bizim bir geyik "Bekleyelim abi adam birseyler yollayacagim sizle dedi" diyor. "Lan it!, bunun için mi bekliyoruz burda, param gitti lan benim, parami almadan biryere gitmem" diyorum. Bu bir bakiyor bana "Ha dogru lan paran gitti di mi senin, bekleyelim o zaman" diyor, bak ya suna adi herif!. Yine bekliyoruz deliler gibi, staddan bir kere gürültülü bir sekilde ses çikinca Everton yendi herhalde diyoruz, ama maçtan çikinca soruyoruz 1-1 diyorlar, biz yine reisi aramaya basliyoruz. Derken reisi buluyoruz, baya bir kizgin yanina yaklasilmiyor ama ben cesaretimi toplayip yaklasiyorum yanina "abi sen bize böyle böyle demistin ama giremedik ühühü, param gitti abi, parami geri verin" deyince bu bir bana bakiyor ilk basta tam hatirlamiyor, alkol orani vücudunda tavan yapmis. Bu "tamam benim belami s..kti simdi" bakisi atinca bana hafif tirsiyorum, "Ya kusura bakmayin gençler bir karisiklik oldu gerçekten kusura bakmayin" deyince "abi para n'olacak?" diye soruyorum, sen bana ne kadar vermistin diyor. Abi aslinda biz Fulhamdaki abiye para vermistik deyince, "ha onlar siz miydiniz? "Ya gençler kusura bakmayin hakikaten bir karisiklik oldu, hatirlattigin iyi oldu bak. Sizin abiler geçen ay Manchaster tayfasina pankartlarini kaptirmislardi, su an pankart bizde bara gidin söyleyin size versinler kendinizle götürün" diyor. Tekrardan "abi para?" diyemiyorum, o an hafif bir gurur basiyor bünyemi. Biz de sanki Meryem'in kutsal hazinesini tasiyacak tapinak sövalyeleri gibi oluyoruz o sira. Sana ne pezevenk? sana ne Fulham'in pankartindan? Benim para mi verin hüleen? diyemiyorum dostlar diyemiyorum.
Yaziyi uzatmayalim. Bara gidip pankarti aliyoruz, tekrardan Halewood istasyonuna gitmek için günün en son otobüsüne biniyoruz. Gece 12 gibi istasyona variyoruz, hepimizin cebinde toplasan 20 pound yoktur, mecburen gece 02.00'deki posta treni için bilet aliyoruz. Basliyor yine tren yolculugu. Tak..tuk..tuk..tak...
Ertesi aksami Lonra'ya variyoruz. Yurda varinca maça söyle gittik, böyle gittik, söyle kirdik, böyle vurduk tadinda destansi hikayeler anlatiyoruz millete, millet "bohunu yiyim bir kez daha anlat" diyor pek yüz vermiyoruz, hersey tadinda kalmali diyoruz. Ertesi sabah dogruca Fulhama gidiyoruz, hem parayi almak için hem de pankarti vermek için. Gidiyoruz eleman dükkaninda yok, sonra Fulham tayfasinin barinda buluyoruz bu adami. Veriyoruz pankarti, bunlar seviniyor tabi. Oturun gençler yemek yiyin diyorlar. Oturuyoruz tabi, önümüze ne verirlerse yiyoruz it gibi. Çikarkende tebrikleri alip çikacakken ben bu adama yaklasip sessizce "abi böyle böyle oldu Liverpool'da mümkünse parayi alabilir miyim?" diyorum. Bu bana öyle bir bakis atiyor ki 0.008 saniyede bardan çikiyoruz, yine topuklayarak..
Ertesi hafta okulda ögle arasi oluyor, ne göreyim? Bizim yazdigimiz hatunu partide biri tavlamis. Elimizden kayiyor yavru ceylan gibi, himpss. Sag elimle göz göze geliyoruz o sira, siritiyor bana it.
Sözün özü; Bana 30 pound + karili kizli ortam borçlusun Everton camiasi! Sportif basarisizligini arkanda yarim biraktigin borçlardan dolayi insanlardan aldigin ah'lar ve beddua'lara borçlusun, Hos basarisizliga borçlu olunmaz ya, neyse...
Sahi, Usta bizim bir yarim vardi, n'oldu ona?
by Joe Jonese Atesdagli
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
Baris_Ugurlu
Site Admin
Kayıt: Oct 27, 2007
|
Tarih: 2009-02-06 22:11:45
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:c3007b1abb]Gençlerbirligi ve Avustralyalilar #2
Bruce Djite transferleri sonrasi Gençlerbirligi'nin Avustralya kökenli oyunculara ilgisine vurgu yapmis ve bunun hem kulüp hem de ülke futbolu adina yararli bir model oldugunu söylemistik. Ancak ne Djite ne de Gençlerbirligi lige beklenilen baslangici yapamamisti sene basinda. Oldukça sikintili geçen ilk yari boyunca küme düsme potasi civarinda gezinen takim ikinci yarinin basiyla beraber çikisti, bu çikista en büyük pay ise Avustralyalilara ait.
Djite'nin ardindan yaz transfer döneminin sonlarina dogru Gençlerbirligi'yle anlasan eski Newcastle United'li James Troisi, ligin en iyi defansif takimlarindan biri olan Kayserispor'a karsi yaptigi hattrickle takimina hayat vermisti, geçtigimiz hafta da Kocaelispor maçinda vatandasi Djite'ye yaptigi asistle galibiyette pay sahibi oldu. Bizim basin da bos durmamis tabii, hemen patlatmis, eski takim arkadasi Emre'nin takimi Fenerbahçe'yi istiyormus diye. Troisi 88 dogumlu bir oyuncu ve profosyonel düzeyde yeni yeni form tutmaya basladi. Takip edilmesi gereken bir oyuncu ama onun için henüz erken oldugu kanisindayim. Bruce Djite de en az onun kadar yetenekli bir oyuncu, zaten ikisi Avustralya'nin en iyi genç oyunculari olarak kabul ediliyorlar.
iki deplasmandan çikarilan 6 puan Gençlerbirligi'ni oldukça rahatlatmisa benziyor, bu puanlarla kendilerini 11. siraya kadar atmis durumdalar. Taraftar potansiyeli olarak zayif olsa da her zaman ligde olmasini isteyecegim ekiplerden biridir Gençlerbirligi. ilhan Cavcav'in zaman zaman antipatik çikislari olur ancak kistli bütçesine ragmen transfer vizyonu olarak bu ülkede sayili ekiplerden biri yapmistir Gençlerbirligi'ni. Devre arasinda bir Avustralyali oyuncu daha getirdiler, 24 yasindaki Mile Jedinak. Orta sahada oynayan Jedinak kazanilan iki maçta da ilk 11'de oynamis, onu da izlemek lazim. Takipteyiz Avustralyalilari...
http://pclionfc.blogspot.com/2009/02/genclerbirgi-ve-avustralyallar-2.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
erdem_ceydilek
Site Admin
Kayıt: Oct 03, 2003
|
Tarih: 2009-02-11 03:06:28
Mesaj konusu:
|
|
|
bir futbol blogu olmasa da siddetle tavsiye ettigim, kisacik bir süredir takip ediyor olsam da mükemmel bir çok müzikle, albümle, sanatçiyla tanistigim bir blog.. eger hergün tv'de gördüklerimiz, gözümüze sokulan seyler müzikse, burada tanistigim her bir tini ilahi birer nefes olsalar gerek..
http://evrensellmuzik.blogspot.com
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-18 01:58:39
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:801d6e35de]Hiç sampiyonluk Görmeden...
Onu taniyanlar sakin, kendi halinde biri olarak anlatiyorlar. 37 yasinda. Milano'da edebiyat fakültesini bitirmis. Dogdugu yere Cenova'ya dönmüs. Komünistti diyor arkadaslari. Cenova'da psikiyatrist olarak çalisiyormus. Küçük yastan beri futbolu sevdali. Genoa'ya da... Hep kaleci olarak oynamayi severmis. Her deplasmana gitmezmis ama en son olarak Roma deplasmaninda görmüsler onu. Genoa'nin deplasman yasagi olmasina ragmen gidince polis tarafindan grup olarak fislenmisler. Oysa ki bugüne kadar Genoa'nin stadinda hiçbir olaya karismamis. Pazar ögleden sonra onun tuttugu takim 10 kisi kalmasina ragmen skoru 3-0'a getirdi. iyi gidiyorlardi bu sezon. sampiyonlar Ligi'ne gitmeyi hayal ediyorlardi. Mutu çikti sahneye. Onlara göre hakem de itti Fiorentina'yi. 3-3 bitti maç. Çikista Fiorentina otobüsünün çevresinde toplanan Genoa taraftarlarindan biri de oydu. Otobüs hareket etti ve o tekerlegin altinda kaldi. simdi komada. "Kurtulmasi zor" diyorlar. Genoa Baskani Enrico Preziosi, "O ölürse baskanligi birakirim." diyor.
Gabriele Amato, 37 yasinda. Tarihinde 9 sampiyonlugu bulunan Genoa'nin hiç sampiyonluk görmemis bir taraftari...
Aceto
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-18 02:14:00
Mesaj konusu:
|
|
|
Bloglari takip etmekten hoslananlar için güzel bir liste.Aceto ve Flying Dutchman daha önce buraya kopyalananlarla biliniyor zaten ancak diger bloglarin isimlerini duysamda bende sürekli takip etmiyordum bu açidan yararli olcaktir.Bunlara ek olarak benim önerilerim Omiafacimus,Lambuja ve Biggins.
[quote:5cdbdd20e4]
Günü kapatirken nabzi düsürelim. Blog ana sayfasina girer girmez sizi bir gelinle bir damadin karsiladigi bir blog var uzaklarda. Uzaklarda dedigim size uzak degil de bana uzak. Hubble Bubble. 19 Temmuz 2008'de mailbox'ima bir mail ulasti. Blogun damat tarafindan. "Commodore 64'ün telef ettigi nesilden arkadaslari topluyoruz, herkes karate paketini alsin gelsin" seklinde bir mail. Alip gittik biz de. O gün bugündür okuyoruz. Lakin biliyorsunuz bu blog aleminde "mimleme" veya "sobeleme" denen bir hadise var. Bu seferkinin konusu en begenilen 7 blog. Tubikcenk familyasi da bizi sobelemis, hem de ilk basta sobelemis o kadar da iyi saklandik. Çanak çömlek patladi haberleri yok mecburen yine yumacaklar. Onlar sayadursun 100' kadar biz de kendi favorilerimizi siralayalim.
King Santillana
söyle bir anim var kendisiyle ilgili. NTV'de Avrupa'dan Futbol'u sunan Okay Karacan bir programda Merseyside derbisiyle ilgili konusurken art niyeti olmadan, hafiften Everton'i Liverpool'a göre daha ufak çapta gösteren bir seyler söyler. izleyen hafta ayni gün ve ayni saatte Karacan "Türkiye'de de hatiri sayilir Everton taraftarlari var, tabi onlar da Merseyside derbisine anlamini veren çok büyük bir camia" seklinde bir kapanis yapar. Bunun sebebi bugün King Santillana blogundan bizlere ulasan büyügümüzün ilk programdan sonra NTV Spor'a yolladigi uyari mailidir. Böyle bir Evertonian'dir iste ve kendisi bana bir kitapevine gittigimde ilk olarak futbol kitaplarina bakmayi ögretmis insanlardandir. Bu listedeki bazi bloglarda oldugu gibi onun da çok daha fazla yazmasi tek arzumuz, özellikle "merak edilen taraftar psikolojileri" ve "armalarin anlamlari" serisi üzerine. Büyügümüz dedik, küçügü de bizim blogda yaziyor zaten belirteyim.
Aceto Balsamico
Uzun uzadiya anlatmayacagim. Geçen bir Akdeniz restoranindayiz, yemegin üzerine sos dökmek için menülerin bulundugu masaya gittim, bir baktim Aceto Balsamico sirkesi, nasil olduysa elime alip garsona "bak Aceto Balsamico" demisim. Adam yüzüme dik dik bakip "salata sosu" dedi, "ne salatasi arkadas hafta sonu futbol tablonuz nerde birakin beni, birakin" diye bagirmisim. Modena'li sirkeciler üretikleri markanin Türkiye'de bu kadar bilindiginin farkina varsalar, her mahalle bakkalina 3 kasa gönderirler. Bülent Timurlenk bence blogunun içerigini konusmak tamamen bir kenara birakilsa dahi, Türkiye'de bir çok insani fikirlerini sistematik biçimde beyan etme yolunda tesvik ettigi ve kendi hayati üzerinde plan yapma konusunda çok zorlanan bir toplumun bir çok ferdini en azindan klavyesi konusunda plana oturttugu için tebriki haketmelidir.
Noat SamisA
Noel Gallagher Oasis'e baterist ararken gelip bu blogu görse, yahu bu adam ingiltere futbolunu yutmus, "arkadas bize bir baterist lazim, nedir elin baget tutar mi?" diye sorardi. ingiliz futboluna bu derece hakim ve bu derece isin dibine inebilen birisinin olmasi bizim için büyük sans. itiraf edeyim ben ingiliz futbolu ile ilgili bir yazi yazacaksam önce onun bloguna bakiyorum ve eger yazi düsülmemisse, Flying Dutchman'a yaziyorum. Zira ada futbolundaki olaylar hakkinda yazdigi yazilarin üzerine edilecek kelam kalmiyor. Hem de bu isi ingiltere'den degil, Türkiye'den yapiyor. Site tasarimini da ingiliz gazetelerinin internet sitesi tasarimlarina fena halde benzettigim blogun tabi benim için özel bir yeri de var, o da uzakdogu sinemasiyla ilgili yazilar. Kendisini Kore'li bir bayanla basgöz edip Seul'a gönderme planlarimiz var.
Borges
Bana sorarsaniz an itibari ile ingiltere Ligi ile beraber en üst düzey futbolun oynandigi Alman Ligi'nin zevkini biraz daha yasamak istiyorsaniz gideceginiz tek bir adres var. Kaç tane blogda Alman futbolcularin biyik evrimi ile ilgili 9 paragraflik yazi bulabilirsiniz ki. Borges benim Flying Dutchman'a en fazla benzettigim blog. Ayrintici, özgün, derin analizci, olabildigince objektif ve kalemi saygi çerçevesinde keskin. Kendisine dogum gününde Mehmet Demirkol'un voodoo bebegini gönderecegim, buradan haberi olsun.
Football-BlaBla
Açik söyleyeyim, Yunanca-ingilizce bilen bir sahisa 2 kurus tutusturup su blogdaki bütün yazilarin ingilizcesinin oldugu bir sayfa aç diyecegim. Ultra felsefesi adina (internetteki en iyi blog diyip görmediklerimizi üzmeyelim) gördügüm en iyi kisisel blog. Ülke, dil, milliyet, irk gözetmeden ultra deyince Alpaslan Dikmen ile Santos arasinda bir fark olmadigini göstermesi açisindan bu unvani benim için çoktan haketmistir. Bu blogda gördügünüz bazi fotograflar ilgili siteden alintidir. Emin olun Yunanca bilsem yazilardan da örnekler görürsünüz. Yine çok sik güncellenmemesi sebebiyle sikayetçi oldugum bloglardan bir tanesi. Kendisine sikayetim iletilecektir. iletme kanalini söylemeyeyim o bize kalsin...
Böbiler
Türkiye'nin hayal gücü en iyi çalisan blogu. Ortaya çikan her eser bir tasarim harikasi. isin amatör havasinin hiç kaybolmamasi ve hep enfes dokundurmalar içermesi bu siteyi benim için çok özel kiliyor. Örnegin ülkede bugün bir çok adamin 8 paragrafta anlatmayi beceremedigi bir siyasi mesele hakkinda tek bir tasarim ile çok sey söyleyebiliyorlar. Bir kaç beyin tarafindan idare edilmesi de bir diger avantaji. Son zamanlarda Benjamin Button ile ilgili tasarimlar konusunda asmis durumdalar. Blog kadrosunun birbirine yolladigi meshur "forward" maillerde de birinci sirayi alir belirteyim.
Hubble Bubble
Sona sakladim bastaki ikiliyi. Öncelikle söyleyeyim, kendi begeni listelerinde bize yer verdikleri için gönüllerini hos tutmak amaciyla listede degiller. sahsen her gün düzenli takip ettigim 4-5 blog arasinda yer aliyorlar. Blog aleminde futbol disi yazan insanlarin bunu kaliteli sekilde yapmasi benim için çok önemli. Masallahlari var kari-koca bunu çok iyi basariyorlar. Yukaridaki 2 örnekte bahsettigim gibi çok sik güncellenmemesi sebebiyle sikayetçiyim belirteyim. Ha asil imrendigim bu blogun kardes blog yazarlariyla toplanip bir de bulusmalar düzenlemesi. Yahu ben bizim blogun 5 tane yazarini msn'de konusmak için toplayamiyorum, bu insanlar yüz yüze görüsebiliyorlar (andim var ilk yazar bulusmasini sadik okurumuz Varol Döken'in tavukçusunda yapacagim). Daha çok yazsinlar biz de daha çok okuyalim bu "advertorial" tarzdaki blogu.
Flying Dutchman
http://vliegendenederlander.blogspot.com/2009/02/saklanmayan-ebe.html
linke tikladiktan sonra basliklara tiklayarak bloglara ulasabilrsiniz.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-18 14:55:56
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:0fa736d374]RISE OF THE AMAZONS
Ayni anda beynine ve penisine kan gitme konusunda Albert Einstein'in belirttigi gibi sorun yasayan bir takim yarim akillilar futbol stadlarinda bayanlarin varligini tartisadursun futbol tarihinde bir devrim yasanmak üzere. ingiltere altinci kademesi olan Güney Konferans Ligi'nde mücadele eden Güneydogu Londra kenti Dulwich'in takimi Fisher Athletic FC'nin bu aksam Eastleigh ile oynayacagi maçta, takimin basinda bayan bir teknik direktör olacak. 27 yasindaki Donna Powell dünya futbol tarihinde bir kulübün A takiminin basina geçen ilk bayan teknik direktör olacak böylece.
Hikaye aslinda ilginç. Öncelikle belirtelim bu görev sadece bir maçlik olacak. Donna Powell kulübün stadyumu Champion Hill'in turnikelerinden sorumlu operatör. Kulüp baskani Martin Eede yasanan mali sikintilara çare bulmak amaciyla "Be-The-Manager-For-The-Day" adinda bir fikri ortaya atmis. Yani kulübe belli bir para yardimi yapan insanlarin 1 maçligina takimin basina geçmesi. Fikri duyar duymaz harekete geçen Powell gönlünden 500 poundu çikarip bagislayinca kulüp yetkilileri de "buyur kulübeye" demisler. Takimin asil hocasi Türk asilli bir ingiliz olan David Nedjate Mehmet. Kulübün basin sözcüsü, bir baska Türk asilli isim Joe Arif maçta Powell'dan bir isik görmeleri halinde onunla tam zamanli kontrat imzalayacaklarini açikladi. Zira Fisher Athletic üstüste 10 maçtir maglup oluyor ve ligde sondan ikinci sirada (Bu arada kulüp yetkililerinin isimlerindeki bu Türk sosu Fisher Athletic'le ilgili biraz yazi yazma gerekliligini de ortaya çikardi, Joe'ya havale edelim bunu). Donna Powell ise tamamen yabanci degil. Londra'da faaliyet gösteren bir spor okulu olan Red Lion Boys Club'in 11 yas alti takimin çalistiriyor. "Çocuklari idare etmekle bir lig kulübünü çalistirmak arasinda çok büyük fark var ama futbol futboldur, bu aksam takim saçma sapan uzun toplarla oynamayacak, benim anlayisim olan kisa ayaga paslarla sonuca gitmeye çalisacagiz" seklinde demeci patlatmis bile. Zamaninda TRT ekranlarinda hafta sonlari yayinlanan, 12 bölümlük ingiliz yapimi "The Manageress" bir kadin futbol teknik direktörünün hikayesini anlatiyordu. Rüya tam 20 yil sonra gerçek oldu 1 maçlik da olsa. Ancak yukarida kulüp açiklamasina bakilirsa devam etme ihtimali de var.
Biz bu arada "tribünde kadinin ne isi var"i tartismaya devam edelim.
Flying Dutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-02-19 17:27:33
Mesaj konusu:
|
|
|
"ozhan_yuksel"][quote:f9e026d8bc]Hiç sampiyonluk Görmeden...
Onu taniyanlar sakin, kendi halinde biri olarak anlatiyorlar. 37 yasinda. Milano'da edebiyat fakültesini bitirmis. Dogdugu yere Cenova'ya dönmüs. Komünistti diyor arkadaslari. Cenova'da psikiyatrist olarak çalisiyormus. Küçük yastan beri futbolu sevdali. Genoa'ya da... Hep kaleci olarak oynamayi severmis. Her deplasmana gitmezmis ama en son olarak Roma deplasmaninda görmüsler onu. Genoa'nin deplasman yasagi olmasina ragmen gidince polis tarafindan grup olarak fislenmisler. Oysa ki bugüne kadar Genoa'nin stadinda hiçbir olaya karismamis. Pazar ögleden sonra onun tuttugu takim 10 kisi kalmasina ragmen skoru 3-0'a getirdi. iyi gidiyorlardi bu sezon. sampiyonlar Ligi'ne gitmeyi hayal ediyorlardi. Mutu çikti sahneye. Onlara göre hakem de itti Fiorentina'yi. 3-3 bitti maç. Çikista Fiorentina otobüsünün çevresinde toplanan Genoa taraftarlarindan biri de oydu. Otobüs hareket etti ve o tekerlegin altinda kaldi. simdi komada. "Kurtulmasi zor" diyorlar. Genoa Baskani Enrico Preziosi, "O ölürse baskanligi birakirim." diyor.
Gabriele Amato, 37 yasinda. Tarihinde 9 sampiyonlugu bulunan Genoa'nin hiç sampiyonluk görmemis bir taraftari...
Aceto
Genoa takiminin teraftari çok özeldir gözümde. Epeyce üzüldüm bu habere dogrusu.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
FiratAycik
Site Admin
Kayıt: Jul 26, 2006
|
Tarih: 2009-02-19 17:41:39
Mesaj konusu:
|
|
|
"ozhan_yuksel"][quote:34283e8130]Hiç sampiyonluk Görmeden...
Onu taniyanlar sakin, kendi halinde biri olarak anlatiyorlar. 37 yasinda. [size=18:34283e8130]Milano'da edebiyat fakültesini bitirmis.[/size:34283e8130] Dogdugu yere Cenova'ya dönmüs. Komünistti diyor arkadaslari. [size=18:34283e8130]Cenova'da psikiyatrist olarak çalisiyormus.[/size:34283e8130] Küçük yastan beri futbolu sevdali. Genoa'ya da... Hep kaleci olarak oynamayi severmis. Her deplasmana gitmezmis ama en son olarak Roma deplasmaninda görmüsler onu. Genoa'nin deplasman yasagi olmasina ragmen gidince polis tarafindan grup olarak fislenmisler. Oysa ki bugüne kadar Genoa'nin stadinda hiçbir olaya karismamis. Pazar ögleden sonra onun tuttugu takim 10 kisi kalmasina ragmen skoru 3-0'a getirdi. iyi gidiyorlardi bu sezon. sampiyonlar Ligi'ne gitmeyi hayal ediyorlardi. Mutu çikti sahneye. Onlara göre hakem de itti Fiorentina'yi. 3-3 bitti maç. Çikista Fiorentina otobüsünün çevresinde toplanan Genoa taraftarlarindan biri de oydu. Otobüs hareket etti ve o tekerlegin altinda kaldi. simdi komada. "Kurtulmasi zor" diyorlar. Genoa Baskani Enrico Preziosi, "O ölürse baskanligi birakirim." diyor.
Gabriele Amato, 37 yasinda. Tarihinde 9 sampiyonlugu bulunan Genoa'nin hiç sampiyonluk görmemis bir taraftari...
Aceto
Sanirim "psikiyatrist olarak çalisiyordu" yerine, "psikolog olarak çalisiyordu" yazilmak istenmis. Zira dünyanin hiçbir yerinde edebiyat fakültesini bitirip psikiyatristlik yapamazsiniz. Ya da Milano'da bitirdigi fakülte edebiyat fakültesi degil. tip fakültesi.
Bu da böyle bir "ayrintimdi". :D
Not: Umarim bulundugu durumdan kurtulur; o apayri tabii ki.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-02-20 02:50:11
Mesaj konusu:
|
|
|
Öglen Ali Okanci'nin blogu bulmustum simdi de Güntekin Onay'in bloga rast geldim.Güntekin Onay en iyi maç anlatan 2-3 spikerden biridir benim gözümde.Neredeyse tüm Ntv spikerleri(veya Ntv'de geçmisi bulunan) Türkiye'nin en iyileri bu konuda .NtvSpor'daki Gol programinda da futbol birikmini belli ediyordu zaten blogununda kaliteli olacagina(yeni açilmis sanirim) eminim.
EMEK HIRSIZLIgI MI ? FUTBOLUN BiR PARÇASI MI ?
Küçük bir dokunus onlar için bulunmaz bir nimet gibidir...Önlerine bir ayak uzanirsa o uzanan ayaga kendilerini takip atmak çocuk oyuncagidir...Aslinda bir temasa bile ihtiyaçlari yoktur çogu zaman. Atarlar kendilerini bir çuval gibi.. Bazen burgu vardir, takla vardir... Kolay gözükür ama herkes yapamaz...
Büyük ve popüler takimlarda oynayanlarin sansi daha yüksektir..
Küçümsemeyin..Maçlarin ,finallerin, büyük zaferlerin böyle kazanildigi da görülmüstür...
Atarlar kendilerini yesil çimene..Sonu nereye varacak düsünmezler...Kimin cani yanar, yüregi ciz eder, emegi çöpe gider? Sorgulamazlar..
Amaç ise tektir: Penalti !
Gole giden en kisa yol !
Zaten gol ingilizce (goal) amaç demek degil mi? Onlar için amaca giden her yol mübahtir...
Penalti da amaca yani gole giden en kisa yoldur...
Eskiden bu sanati! icra edenler için bu isler açikçasi daha kolaydi.. Bu kadar çok TV'den yayinlanan maç yoktu..Yayinlansa bile her açidan çekim yapan kameralar yoktu.. simdi daha zor. Yapip da yedirsen bile yakalanmama sansin hemen hemen hiç yok..
ingiltere'de,Almanya'da,Fransa'da veya Hollanda'da bunu yapanlar artik azaldi.. Çünkü herseyden önce ayip. Çünkü birakin futbolu o toplumlarda haksiz kazanç saglamak hem ciddi bir suç, hem de toplum tarafindan kabul gören birsey degil...
Bizde ise "Kazan da ; nereden geldigi önemli degil !"
is hayatinda da böyle, sporda da..
Çünkü kazanirsan varsin.Kaybedersen yoksun.
Brezilya,Arjantin,Türkiye gibi ülkelerde bu böyle...Afrika ülkelerinde de..
Hayatin zor oldugu, inanlarin yükselebilmek için yaristigi ülkelerde bu isler daha çok oluyor..
Bunlari yapanlar da genellikle bu ülkelerden gelen futbolcular...
ingiltere'de bu isleri yapanlar istenmeyen adam ilan ediliyor.. Asagida ingiliz futbol federasyonun FIFA'ya yapmis oldugu talep ve red ile ilgili BBC'nin haberini koydum. TV görüntülerini kanit olarak kullanmak istiyor ingiltere Futbol Federasyonu. kendini atani, aldatani cezalandirmak istiyor.
Çünkü orada halk böyle talep ediyor. Kimse haksiz kazanç istemiyor.
Orada polis memuru yanlis yere park eden basbakan'in otomobiline ceza da yazabiliyor...
Yine asagida FIFA ve UEFA'ya kendini atan futbolcularla ilgili bir ingiliz'in yazdigi dilekçe var..Rivaldo'nun pozisyonu da hatirlatiyor..Bizim maçta yaptigi ve sonra ceza aldigi...
Ben de bir futbolseverim. Böyle kazanmak istemiyorum. Bu sekilde kaybetmek de...
inanin kazanmak çok sey ama hersey demek degil..
Hele aldatarak baskasinin canini yakarak ve hakkini yiyerek kazanmak benim için büyümek degil küçülmek anlamina geliyor...
http://guntekinonay.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
Onur_Uslu
Site Admin
Kayıt: Dec 28, 2008
|
Tarih: 2009-02-25 15:28:14
Mesaj konusu:
|
|
|
KOL KIRILIR MERCEDES iÇiNDE KALIR
Çavusesku dönemi Romanyasindan çarpici bir hikaye. Steaua Bükres'in tarihinde tek bir Avrupa sampiyonlugu var. Firtina gibi estikleri 85-86 döneminde 7 Mayis 1986 tarihinde Sevilla'nin Estadio Ramón Sánchez Pizjuán Stadi'nda Barcelona oynadiklari final maçinin sonucunda, normal süresi ve uzatma dakikalari 0-0 biten mücadelenin ardindan penaltilarda rakibini 2-0 maglup ederek kazandiklari kupa. O kupanin bir kahramani var. Kupa tarihinde bir ilki gerçeklestirerek Barcelona'nin kullandigi ilk 4 penalti atisinin hepsini kurtaran (Barca'nin 5. penaltisini atmasina gerek kalmamisti) nam-i diger "Sevilla Kahramani" romen kaleci Helmuth Ducadam.
Ducadam kupadan sonra koyu bir Real Madrid taraftarindan, ezeli rakipleri Barcelona'yi kupadan ettikleri için bir Mercedes hediyesi aliyor. Mercedes'le ülkesine dönüyor. Ancak Romanya'nin diktatörü Nicolae Ceausescu'nun oglu Valentin Mercedes'i çok begeniyor ve baskici rejimin de destegiyle arabayi Ducadam'dan istiyor. Romen kaleciden "hayir" cevabini alinca da rivayete göre kendisi adamlariyla beraber Ducadam'i dövüp ona Mercedes'i ve takimina kupayi kazandiran iki kolunu da kiriyor. Hatta Ducadam'i bizzat Nicolae Ceausescu'nun dövdügü bile dedikodular arasinda. Gerçek su ki finalden hemen sonra Ducadam 2 sene futbol oynayamiyor. 2 sene sonra futbola basladigi Arad kentinin Vagonul takimi ile sahalara döndügünde, futboldan ayri kalisini ciddi bir kan hastaligina bagliyor ama herkes olayin Ceausescu ailesinden kaynaklandigina inaniyor.
Dikta rejiminin ve siyasetin futbola olan müdahalesinin nelere yol açtiginin bir göstergesi. Gheorghe Hagi'nin Steaua Bükres formasini ilk giydigi maç bu kupadan sonra oynanan Süper Kupa mücadelesidir ve Steaua onu sadece bir maç için transfer etmistir. Hagi de o maçta galibiyet golünü frikikten atinca, Ceausescu Hagi'yi takimi Farul Costanta'ya geri göndermemistir. Kimbilir, Hagi eger takimina geri dönmek isteseydi belki de onu zirveye çikaran iki bacagi da genç yasta Ducadam'in kollariyla ayni kaderi paylasabilirdi.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-03-04 11:19:59
Mesaj konusu:
|
|
|
[img:f0a82c77c4]http://4.bp.blogspot.com/_o3Pu7je179A/SazmEJgR_9I/AAAAAAAAKko/RNAoDeqTSXQ/s1600/olimpiyat%252Brize.jpg[/img:f0a82c77c4]
uçan hollandali
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
Onur_Uslu
Site Admin
Kayıt: Dec 28, 2008
|
Tarih: 2009-03-07 15:15:33
Mesaj konusu:
|
|
|
SON 20 YILIN HARCANMIs 10 YILDIZ ADAYI
Sergen Yalçin için hep ayni sey söylenir. Yeteneklerinin dünyada sayili futbolcuda bulundugu, ancak konsantrasyon eksikliginden, hedeflerine bagli bir adam olmadigindan veya kendi istemediginden kariyeri boyunca Türkiye'de top kosturdugu anlatilir. Birçoklarina göre Serie A, La Liga veya Premier Lig'de rahatlikla oynayabilecek bir futbolcudur ama olmamistir iste. Tabi buna ragmen ülkenin 4 büyük takiminin tümünde oynayip samiyonluklar gördü Sergen. Ülkenin en çok göz önünde bulunan oyuncularindan oldu. Asagidaki isimler Sergen'in çiktigi yerlere bile ulasamadilar. Büyük ümitlerle, gelecegin yildizlari olarak istanbul kulüplerine transfer oldular ama genellikle sezon sonunda ya kiralik ya da bonservisleriyle beraber Anadolu takimlarina transfer olup hiçbir zaman ülke gündemine oturamadilar. Bir tür "neden geldim istanbul'a" durumu. Asagidaki listede Zafer Biryol, Serkan Aykut gibi isimler yok örnegin, zira bu futbolcular kariyerlerinde önemli bireysel basarilar yasadiktan sonra ve yaslari 25'in üstünde iken istanbul kulüplerine gelip bir süre sonra ayrildilar. Burada kistasimiz sadece oynadiklari kulüplerin yaklasimi ile degil kendi hatalariyla da harcanmis genç yetenekler. Dikkat edeceginiz gibi listede Fenerbahçeli oyuncularin bir üstünlügü var. Blogun Fenerbahçelilerinden tunchay "Zaten sirf Fenerbahçe'den 10 tane çikar" seklinde bir yaklasimda bulundu. Anlayacaginiz, Galatasarayli'nin insafina ugramistir liste belirteyim. Ha tabi listede tamamen Türk oyuncularin oldugunu da not düselim.
1-Alp Küçükvardar: 1976 isveç dogumlu, Galatasaray'in altyapisindan yetismis ufak tefek bir adamdi Alp. 1992'de PAF takimi ile maçlara çikmaya basladi ve kisa sürede dikkatleri üzerine çekti. 1994-95 yillarinda Galatasaray ile birkaç hazirlik maçi ve TSYD Kupasi maçlarinda takimin formasini giydi. Hepsi o kadar. Sonraki kariyeri 1996-97'den baslamak üzere Çaykur Rizespor, Gaziantepspor, sekerspor, Siirt JETPASpor, Göztepe, Denizlispor, Karagümrük, Türk Telekomspor ve Çanakkale Dardanelspor'da geçti. Halen Çanakkale'de. Yasi 33. Gelecegin yildizi olarak görülüp Anadolu turu atan isimlerin basinda geliyor.
2-Selahattin Özbir: Almanya'da futbol egitimini almis ve oradan 21 yasinda Yeni Afyonspor'a gelmis bir adamdi Selahattin. 1996-97 sezonunda Fenerbahçe'ye geldi. Ancak bir hazirlik maçinda kendisini oyundan alan Otto Bariç'e, saha kenarinda bozuk atinca kendi kaderini hazirlamis oldu. Bir sezon daha istanbul'da kalip Kocaelispor'un yolunu tuttu. Sonra da ülkesine dönüp genç yasta futbolu birakti. Fenerbahçe'ye geldiginde o dönemin önemli yildiz adaylarindan birisi olarak gösteriliyordu ama isler planlandigi gibi gitmedi.
3-Mesut Kumcuoglu:1999 yaz aylari. Türk gazeteleri italyan Corriere Dela Sera'nin yayinladigi bir listeyle ilgili su haberi yapmislardi. "Besiktas PAF Takimi'nda forma giyen Mesut Kumcuoglu, italyan spor gazetesi Corriere Della Sera tarafindan yayinlanan, ‘‘Avrupa'nin en iyi 50 genç futbolcusu’’ listesinde yer aldi. Liverpool'lu Michael Owen, Arsenal'li Nicolas Anelka gibi dünya çapinda ünlü isimlerin bulundugu listeye, Türkiye'den yalnizca Mesut girdi". Toshack onu Besiktas A takimi kadrosuna aldi kisa bir süre. Sonraki kariyeri: Boluspor, Kahramanmarasspor, Yalovaspor, Akçaabat Sebatspor, Ünyespor, Kartalspor seklinde. Bugün 29 yasinda Mesut. Halen Kartalspor formasi giyiyor.
4-Mustafa Kocabey: Aslinda listedeki birçok ismin aksine Galatasaray'in, kazandigi kupalar açisindan son 20 yildaki en verimli iki döneminden birine rast geldi "Papin" Mustafa. Karl-Heinz Feldkamp yönetimindeki takimla bir sezonda 4 kupa kazanan takimin Hakan sükür ile birlikte forveti idi. "Yapma Hayrettin" hikayelerinden, stanbul'daki 3-2'lik Roma maçinin kahramanlarindandir. Ama Papin'ligi o seneyle sabit kaldi. Çanakkale Dardanelspor, Zeytinburnuspor, Kayserispor, Yimpas Yozgatspor, Samsunspor, Vestel Manisaspor, Ç.Dardanelspor, Etimesgut sekerspor, Ç. Dardanelspor ve halen forma giydigi Beylerbeyispor. 35 yasinda. Kariyerinde 200'e yakin golün altina imzasini koydu.
5-Tufan Apaydin: 19 yasindaydi Fenerbahçe'ye geldiginde. izmirspor'dan aldi onu sari-lacivertli kulüp ve transfer gerçeklestiginde türk basininda ufak bir gürültü koptu.Sag ve sol ayagini çok iyi kullanabildigi, birebirde çok yetenekli oldugu ve Türk futbolunun geleceginin en iyi oyun kurucularindan birisi olacagi söylendi. Yolculugu Elazigspor, izmirspor, Karsiyaka, Türk Telekomspor, Siirtspor, Diyarbakirspor, sanliurfaspor, Pazarspor ile devam etti. su an Beykoz 1908 formasini giyiyor. 28 yasinda. Her gittigi takimda "artik yükselecek" diye beklendi ama kariyerin bu profilde gidecek gibi.
6-Tunç Kip: Besikts savumasinin 2000'li yillardaki temel direklerinden birisi olacagi söyleniyordu Tunç için. Zira PAF takiminda defansta görev yapiyordu ama Nevio Scala onu A takima çikarip forvette görev verdi. 2002-03 yilinda Göztepe'ye verilisi kariyerindeki karanlik yillarin baslangici oldu. Ardindan gelen Akçaabat Sebatspor, Türk Telekomspor ve Erzincanspor kariyeri. Halen Erzincan'da 28 yasindaki oyuncu. Kariyeri zirvede baslayip basasagi gidenler kervanina katilmasi kesin gibi.
7-Tarik Dasgün: iste listenin en flas isimlerinden. Tarik'in Fenerbahçe'ye transferi bu listedeki isimlerin tümünden daha büyük bir etki yaratti Türkiye'de. Zira 22 yasinda Gençlerbirligi'nden transfer edildiginde büyük umutlar baglanmisti. Ama 2 sene sonra Kocaelispor'a gönderildikten sonra bir daha o söhretin onda birine dahi ulasamadi. Ankaragücü, Yozgat, Gençlerbirligi, Sakarya, Karabükspor, Tokatspor ve Bingöl Belediyespor. 2006 yilinda uyusturucu kullandigi nedeniyle hak mahrumiyeti cezasi almasi bitisi oldu. ilyas Salman'in Ya YaYa sa sa sa'si onun için yapilmis gibi adeta.
8-Aydin Tuna: Besiktas'in yillar önce izmir Alsancak'ta oynadigi bir Altay maçini hatirlarim. Maç boyunca Toshack kenardan "Aydin" ve "Nihat" diye bagirarak iki genç oyuncusunu motive etmeye ve saha içinde uyarmaya çalismis hatta sesi kisilma noktasina gelmisti. iki oyuncu da gelecek vaad eden yildizlar olarak görülüyordu. Nihat bugün Villarreal'de. Aydin ise Belediye Vanspor'da. Varna dogumlu yildiz adayi Sakaryaspor, Dardanelspor, Orduspor gibi takimlarda oynadiktan sonra bu sene Belediye Vanspor'a transfer oldu. 31 yasinda. Nihat'i televizyondan izleyince ne düsünüyordur kim bilir?
9-ilyas Kahraman: ilyas Kahraman listedeki diger isimlerin aksine kariyerinde çok düsük seviyedeki takimlarda oynamadi. Genelde birinci lig takimlarinda forma sansi buldu ve bu takimin orta sahasinin önemli silahlarindan oldu. Ama aslinda ondan çok daha fazla sey bekleniyordu. 20 yasinda Galatasaray ile basladigi A takim kariyeri Gaziantepspori Yimpas Yozgatspor, Denizlispor, Malatyaspor, Bursaspor Diyarbakirspor, Antalyaspor ve istanbul B.B.Spor ile devam etti. su an devre arasinda transfer oldugu Boluspor'da forma giyiyor. 33 yasinda. Hemen hemen ayni dönemde ortaya çikan Ufuk Talay da Avustralya'da futbol yasamini sürdürüyor.
10-Burak Akdis: Fatih Terim dönemi Galatasarayinda Hakan sükür, Arif, Marcio gibi isimlerin arkainda gelecek vaad eden yedek oyuncu olarak görev yapiyordu Burak. 1998 yilinda Bilbao deplasmaninda 90. dakikada disari attigi kafa vurusu onu ömür boyunca "ya aksi olsaydi" sohbetlerinin bas kösesine oturttu. Kartalspor'dan gelmisti Galatasaray'a. Göztepe, Kayserispori Karabükspor, Sivasspor Sakaryaspor, Bursaspor, tekrar Sakaryaspor ve su anda 31 yasinda forma giydigi Karabükspor. Futbolu büyük ihtimalle bu ayarda takimlarda oynayarak birakacak ve "su an neredeler?" yazi dizilerinin maddelerinden birisi olacak.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
Onur_Uslu
Site Admin
Kayıt: Dec 28, 2008
|
Tarih: 2009-03-13 11:31:05
Mesaj konusu:
|
|
|
[URL=http://img14.imageshack.us/my.php?image=victormunoz.jpg][img:f245e6dd02]http://img14.imageshack.us/img14/7129/victormunoz.jpg[/img:f245e6dd02][/URL]
[URL=http://g.imageshack.us/img14/victormunoz.jpg/1/][img:f245e6dd02]http://img14.imageshack.us/img14/victormunoz.jpg/1/w360.png[/img:f245e6dd02][/URL]
Çocuk 14 ya da 15 yasinda olmali. Yer Camp Nou. Barcelona. Sene 1984 ya da 1985. iki eksik ya da iki fazla. Barcelonali futbolcu Victor Munoz. Galibiyet sevincini paylasan ya da formasini isteyen çocuk ise top toplayan çocuklardan. Onun da üzerinden Barcelona esofmani var. Kulübün altyapisindan. Sene 2009. Victor Munoz, 52 yasinda. La Liga'da Getafe'yi çalistiriyor. Fotograftaki çocugun yasindan bu kez eminim. 38 yasinda. Victor Munoz'un giydigi formayi o da 11 yil giydi, takimin kaptani oldu. simdi Barcelona teknik direktörü: Josep Guardiola...
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
uralnadir
Site Admin
Kayıt: Dec 15, 2004
|
Tarih: 2009-04-01 16:52:53
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:4092b397d9]TARiHTE DÜN BU VAKiTLER
# Uluslararasi bir örgüt olan "Din dersinde hoca bize namaz kildiriyor" adamlarinin Londra subesi bir ortamda gizli istihbaratin seslerini duyacak sekilde "Sizinki de bir sey mi? Din dersinde hoca bize sarap veriyor. Ekmekle bana bana yiyip kafalari buluyoruz kanka" deyince yakayi ele verip dogruca kodesi boyladilar. Baslangiç noktasindan geçseler dahi yirmi bin alamadilar.[2015,Londra]
#Firtinali bir mayis ayinin altinci gününde sabah saat altida Bülent Uygun üstünde klasik parçali milli takimi formasi ile doktora asker selami vererek dünyaya geldi. Olayin saskinligini üstünden atan Uygun'un babasi, Bülent Uygun'un kesilen göbek bagini Behçet Necatigil'in bahçesine atti.[1967, Sakarya]
#Yillarca ülke ülke stadlari dolasip maç esnasinda bir gol olsa bu maç zevklenir diyen adam italya'da maçlarin çogunun berabere bitmesini firsat bilip, stadlarda gizlice zevk çubugu satmaktan dolayi tutuklandi. Bu adam yaptigi açiklamada "Herkes bilsin. Açikliyorum; Stadyumlarda, maç sirasinda satilmayip elimizde kalan su sorununu çekirdekle çözen kisi bendim" dedi. Ayrica bu sahsin maç öncesi "Bozuk paralari içeride polisler aliyor, elinizde bozuk para kalmasin" efsanesini üreten kisi oldugu tahmin ediliyor. [1986, Torino]
#Master Yoda sanayide bir dükkanda kaynak yaparken kaynagin gücünü görerek izdivaya çekildi. Ayni Yoda uslanmayip bira sisesinin dibi ile günes tutulmasini izledi. Yaptigi açiklamada Yoda; "Bu börtü böcek, Ya Rabbim sen ne büyüksün öyle" dedi. Bu lafi üzerine Isik evleri kendisine kucak açti. [2059, Ümraniye]
#Zeki Demirkubuz yeni yapacagi filmi bos-belese getirmek için Hindistan'daki isçi pazarina gitti. Gidis yolunda basindan geçen olaylardan epeyce etkilenen Demirkubuz ani bir kararla Budist oldu. Dinini degistirdikten sonra abdest alip en yakin Budist tapinagina giden Demirkubuz ilk buldugu manastir Budhasina "su ...kodugum dünyasinda herkes birseylere inanir, bende sana inaniyorum Budha, respect my authority!" dedi. [2013, Bombay]
#Yillarca stad stad dolasip maç esnasinda yapilan degisikliklere kizan kesime " Bu takimda Kaka, Ronaldinho var da hoca mi almiyor oyuna beyler, yapmayin böyle!" diyen adam o gece dünya karmasinin basina hoca olarak getirildi. Yapilan ilk maçta Kaka ve Ronaldinho'yu oyuna almayan bu adam maç sonu yaptigi röportajda "Ben sistem adamiyim, olur öyle ibnelikler futbolda" dedi. [2054, Rio]
#Glamour dergisinin "Bos bakkallar t..aklarini tartiyor" bölümünün bu haftaki birinciligi camlardaki sinekleri eliyle yakalayip çiftlestirmeye çalisip, üstelik istedigini sineklere yaptiramayinca bir de sineklere ibne lan bunlar damgasi yapistiran adama verilirken, ikinciligi sabah dokuzda kalkip tüm sehrin kirlenmis arabalarin arka camlarina beni yika yazan adama verildi. Üçüncülük, "Hakem gördüm dedi", "Hakem oyuncuyla göz göze geldi", "Bir an elini cebine götürmek istedi" gibisinden hakem ile telepatik iliskileri olan spikere verildi. Mansiyon ödülü ise bir çantayi x noktasindan alip, uzun yollar katedip çantayi tekrar ayni x noktasina birakinca fiziksel olarak hiçbir is yapilmadigini anlatan hocasina inanmayip Noel baba'ya inanan adama verildi. Yasam boyu sevisme ödülü ise Ayse Arman'a verildi.
# "Kim Üj-Bej milyon ister" yarismasinda kendisini tanitirken " Çocuklarima birakacagim tek miras 20 bin kitaplik kütüphanemdir" diyen adam ilk soruda elendi. Sonralari bu amcamiz hizini alamayip Tv'deki ucube Survior yarismasina katilip yine kendini tanitirken " Çocuklarima birakacagim tek miras içimdeki büyük hayvan sevgisidir" deyip ilk turda timsahlara yem oldu. Ve olay kapandi. [2012, istanbul]
# Firtinali ve yagmurlu bir mayis ayinin altinci gününde saat sabah altida Hincal Uluç fularla dünyaya geldi. Dogar dogmaz "ina..na..ma..dim, ina..na..ma..dim, koskoca Galatasaray klubü bu olayi nasil görmezden geldi inanamadim." dedi. [1945, Horasan]
#Bir kere dahi final maçi oynamamis olmasina ragmen yenilgiyle sonuçlanan maç sonunda sirf taraftarlara yamanmak için kameralara "Bundan sonraki maçlarin hepsi final havasinda geçecek" diyen oyuncularin hepsi polisin geceyarisi ansizin yaptigi operasyonla toplatilarak ertesi günkü Dünya kupasi finaline zorla sahaya sürüldü. Maç sonrasi agir bir yenilgi alan bu oyuncular adina konusan S.T (27) "Üç puanlik sistemde hersey mümkün, matematiksel olarak sansimiz sürüyor, lig uzun maraton, bundan sonra kolay maç yok" tadinda konusurken alev aldi ve fezaya karisti. [2014, Roma]
# Kagithanedeki bir toprak sahaya giren biri çocuklara yönelerek "Çocuklar su topu verin bakalim, yeni bir numaram var; topu hiç durmadan bir milyon kere sektirecegim" dedi. Çocuklarin saskin bakislari arasinda topu sektire sektire ufuk çizgisinde kaybolan bu adam 13 sene sonra Kustepede dohuzyüzbingigsiz..dohuzyüzbingigdoz....dohuzyü... seklinde top sektirirken görüldü. [2028, Kustepe]
# Glamour dergisinin bu haftaki "Bos bakkallar t.saklarini tartiyor" yarismasinin birinciligini Nuri Bilge Ceylan filmlerinden etkilenip 84 dakika durmadan bir bankta oturup sigara içen adami çeken ve buna "Biz sanat filmi yapiyoruz, herkes anlamaz" diyen adama verilirken, ikincilik " Basit geometri sorularini sahife sahife dolusu çözüp sonucu 0=0 bulan" adama verildi. Üçüncülügü "Hakemler hakkinda bugüne kadar hiç konusmadik ama" diye baslayip Gilgamis destani uzunlugunda demeç veren Teknik Direktör alirken, mansiyon ödülünü yillar boyunca spikerin "Evet sayin seyirciler maçin 78. dakikasi" sözüne karsin ekrandaki zaman göstergesine bakip 77:14 oldugunu görünce maçin 78. dakikasi degilde 77. dakikasinin oynandigina gönülden inanmak isteyen adama verildi.
# Fransiz polisi gece yarisi yaptigi ani operasyonla ülke çapindaki tüm siyah çerçeveli teknik direktörleri göz altina aldi. Çerçeveli gözlük sevenler dernegi [ÇGSD] olayi protesto etmek için adetten Amerikan dövizi yakip tepkilerini belli etmek için gözlük taktilar. Olayi belese getirmek için eline sabununu, sampuanini kapan belli bir kesim polis panzeri ile banyo yapti. Olay sonrasi açiklama yapan Gucci sirketi basin sözcüsü; "Raymond Domenech bizim ekmek kapimizdi, sirketimiz artik Mahmutpasa esnafi ile yarisamayacak konuma geldi. Kader diye birsey varmis arkadaslar, bizden bu kadar" dedi. [2018, Pagi]
#ismet Badem bol firtinali bir Mayis ayinin altinci gününde sabah altida dünyaya sapkayla geldi. Dogar dogmaz; "Ülkemizde avrupadaki gibi dogumlarin olmasi çok sevindirici hatta bir keresinde ..." deyince devlet ismet Badem'e el koydu. Yillar sonra bu kez Arizona eyalet üniversitesi mezuniyet töreninde kepini yukari atmayinca Üniversite, Badem'in diplomasini elinden aldi. Diplomasi elinden alinan Badem kendini daglara vurdu, Nevada çöllerinde zehirli bir kurbagayi öpünce bugün bildigimiz haline dönüstü, Türkiyeye nasil geldigi ise Dr. Dick Head'in "Philadelphia deneyi ve ismet Badem gerçegi" kitabinda yer aldi. [1978, Phoneix]
# Orta dünya mahkemesi, tarihinde ilk kez dört idam karari verdi. Bunlardan ilki Gondor'a sadece bir kere gidip orda burda "Gondordaki Langwell balikçisi bölgenin en iyi lokantasidir" diyen ve kendini gurme sanan Noldor'a verilirken ikincisi yillardir arkadas ortamlarinda "Fornost'dan Erebor'a bu yaz interrail yapalim kanka" diyen elfe verildi. Üçüncüsü "Wilderland'da Orklar teklif ediyormus" diyen Balrog ve dördüncüsü "Cardolan'da barlar aksam onda kapaniyor, rahat rahat içemiyoruz" diyen hobbit'e verildi. infaz, bir daha kimseler yapmasin diye Barad-dur tepesinde tüm halka açik bir sekilde yapildi, 24 ton oralet tüketildi. [ ?, Mount Doom]
# Büyük Türk düsünürü Ömer Üründül maç anlatimi sirasinda zamani kirmayi basarip defansin derinliginde kayboldu. Olaya, Üründül'ün kollektif gelisen marjinel bir ataga "aa..ooov..a..oov.aaa.oo.umss..oov" seklinde oldukça pespaye ve demarke vaziyetde yaklasimi sebep verdigi düsünülürken savcilik yaptigi açiklamada "Günümüz futbolunun bu tarz dupuytren kontraktürü tandansli tandemsel içigeçmislik ile kombinezon ataklarin üçüncü dünya ülkelerinde yarattigi mobilize antilop tasagi varyasyonu konusunda ihtisas yapmis birinin kaybolmasi üzüntü verici, insallah cemaatimizin yardimiyla camimizdeki halilari degistirecegiz bu ay" dedi. [2017, istanbul]
#Glamour dergisinin bu haftaki "Bos bakkallar tasaklarini tartiyor" yarismasinin birinciligi "fotokopi makinasiyla götündeki kil dönmesini tespit etmeye çalisan adama " verilirken ikinciligi ekolu sesiyle dügünlerde yillar boyunca "Lütfen çocuklarimizi sahneden alalim, gelin ve damati sahneye güresmeye davet ediyorum" diyen adama verildi. Üçüncülügü ise çikis noktasi "Pastanelerde satilan pastalarin üzerindeki süs cisminin yenebilitesi" kitabi ile ishal sektörüne siki bir giris yapan mucite verildi. Bu mucit circir oldugu için törene gelemezken onun yerine ödülü Dr. Oetker aldi. Mansiyon ödülü dünya üzerinde"Aranizda bazi kendini bilmezler var, ki onlar kendini iyi biliyor" cümlesini kuran kisiye verilirken Yasam boyu basari ödülü ise "Yetmis dört yildir karisina ofsayti anlatmaya çalisan adama verildi." Ayrica tören kalabaligi, Tamer Karadagli'nin kendisini aktör sanmamasi için erkenden dagildi, tüm vapur ve otobüs seferleri o gece ücretsiz oldu. Öte yandan Woody Allen kendini sahnede yine ifade edemedi.
# Yillardir gizli gizli Safiye Ayla konserlerini takip edip, konsere sirf Çile Bülbülüm sarkisinda Allah! diye bögürme amaçli giren çete topluca istiklal caddesinde yürürken karsidan gelen ve yillardir andirgüraun barlarda Red Hot Chili Peppers'in Californication sarkisinin %99'unda playback yapip nakaratinda cirim af kelifornikesaan diye bögüren çete ile çarpisip devasa bir karadelik olusturdu. Olay yerini inceleyen Stephen Hawking "Kirk yildir acili ezme yiyorum, ben böyle lahana tursusu görmedim" deyip olayi baska yerlere sürükleyince, polis Hawking'i tutuklayip kirk üç yil boyunca durmadan "kekik" deme cezasi verdi. [1992, istanbul]
# Türleri tükenmekte olan sahil gitaristleri canlisindan biri Antalya'da karaya vurdu. Tam da o gün "Sahil gitaristlerini yasatma derneginin" yillik olagan genel kurulunun olmasi olayi manidar kilarken karaya vuran canlinin cebinden çikan "Akdeniz Aksamlari" sarkisinin gitar tab'i yillar sonra açik arttirmali bir müzayede de rekor fiyata satildi. Tab'i alanin adi açiklanmazken müzayede Fedon'un yeni albümünden söyledigi sarkilarla sona erdi. [2356, Antalya]
#Sunay Akin altinci ayin altinci gününde saat altida saçlari uzun bir sekilde dünyaya geldi. Gözlerini açar açmaz "Hiç unutmam Eyüp'de Hilmi abi vardi, birgün bu bana... dedi. [1959, Trabzon]
#New Jersey'de bir grup Türk is adami lokantadan çikista "Valla olmaz ben ödeyeyim", "Bugün bendensiniz valla olmaz" seklinde hesap ödeme ritüeli yapinca olayi kavga sanan tezgahtar kiz polisi aradi. Tezgahtar kiz polis yerine yanlislikla Tuna Kiremitçi'nin evini arayinca Tuna Kiremitçi "Alo burasi yalniz numara" deyip kapatti. Bu olayin saskinligini üzerinden atamayan kiz Hindistana yerlesip on numara kesis oldu. [1997, Bombay]
# Paris'te bir grup genç Fransizca rock gurubu kurmaktan dolayi tutuklandi. [1978, Paris]
#Çeliktepede bir kahvede rakibi okeyde tas çaldigi için agza çekiç atma dalinda rekor kiran adamin rekoru sayilmadi. Çünkü o sira agza çekiç atma yarisini izlemesi gereken hakemler kahvenin diger kösesindeki y..akla kürek atma yarisini izliyorlardi. [1954, istanbul]
# Glamour dergisinin "Bos bakkallar t..klarini tartiyor" yarismasinda birinciligi pi sayisinin bilmem kaçinci basamagina kadar ezberleyen adami taniyan adama verilirken, ikincilik çim adama tecavüz eden adama verildi. Üçüncülügü ise "Kisirlik babadan ogula geçen bir hastaliktir" temali bulusuyla bilim dünyasina sert bir giris yapan adama verildi. Mansiyon ödülü ise kirk katli vinci kibleye çevirip namazini kilmak isteyen adama verilecekken bu sahsin ödül törenine gelemeyisinden dolayi orada hazir bulunan ve "insan ömrünü, bir yili alti ay yaparak uzatma projesi" ile etrafa paranormal refleskler veren adama verildi. Bu sahis ödülü aldiktan sonra ödülü ikiye bölüp "artik iki ödülüm var" dedi. [1975, Texas]
# Orda Burda "Hobilerini sayar misin birader?" dendigi vakit bir kere bile yapmamis olmamasina ragmen en basta "Balik tutmak" diyen adam Ohio eyaletinde devlet aleyhinde tarikat kurmak ve Anayasanin isleyen düzenine karsi kavga sonrasi yerde tas aramaktan dolayi göz altina alinip iki saat sonra 5000 öro karsiliginda serbest kalirken, basina verdigi demeçte "Balik tutmak benim isyanimdi" derken görüldü. [Ohio, 1976]
# Niels Bohr, yillardir üzerinde ugrasip kafa yorup, yordugu kafasinda bir tane saç birakmayacak atom modeline bula bula "Üzümlü kek atom modeli" ismini bulunca "Bilim dünyasi" normal insanlarin yasadigi dünyaya roket atarak olayi protesto etmisdir. Bohr ve arkadasi Rutherford bu olayin altinda kalamadiklarindan dolayi yeni bulduklari atom modeline "At y..gina konmus kelebek modeli" ismini koymuslardir. Bu olayi duyan Einstein "Üçüncü Dünya savasini bilemem ama...ee.. Neydi lan?..Dur dur, kagida yazmistim kanka süper lafti" derken görüldü. [ Frankfurt, 1912]
# Tarihte bilinen ilk albümü çikaran Unknown artist, bir dergiye verdigi demeçte En güzel sarkiniz Track 1 mi sorusuna "Ben öyle bir peygamber göndermedim" deyip esprisi anlasilmayinca "Ehehe çok komikti, simdi böyle anlatinca komik olmuyor orda olmaniz lazimdi" diyerek önü kesilemeyen bir ekolün yaraticisi oldu. [1904, Seattle]
# Japonlar Pearl Harbor'u bombalayinca Amerikali generaller Japonya'ya atom bombasi atma karari alinacak olan toplantiyi yaparken biri kapiyi çalmadan direkt bodoslama girip "Beyler bu atom bombasi Çeliktepeden geçiyor mu? simdi köprü trafigi vardir, haybeden trafige takilmayalim ehehe" deyince ismi açiklanmayan Amerikali general sinirlenip toplanti sonlanmadan Füzelerin "Koy götüne gitsin" butonuna bir hisimla basinca Koordinatlari ayarlanmamis Nükleer füzeler Japon Karargahlari yerine masum sivillerin bulundugu kentlere düsmüstür. [1946, California]
# Tarihte ilk kez biri tek hamlede çakmak gazinin iki tarafini esit seviyeye getirdigi için Glamour dergisinin düzenledigi "Bos bakkallar t..larini tartiyor" yarismasinda birincilik kazanirken, ikinciligi "Kumanda üzerinde hiçbir ise yaramayan tuslari tek tek tespit eden adam" alirken üçüncülügü Çikis noktasi "Yillardir otobüslere binip acil çikis çekicinin ne oldugunu anlamaya çalisirken Halk otobüsünde muavin olan" adama verildi. Mansiyon ödülü ise mansiyon ödülü fikrini bulan adama verildi. [1978, Delaware]
Flying dutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-04-25 20:54:21
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:8188e661d4] CHICKEN DINNER
CHICKEN DINNER
Southampton hakkinda olanlari duymussunuzdur. Klüp tüm olanlardan sonra tehlike altinda. Ha keza bu konuda sevinme ile acinma arasinda garip duygulara sahibim. Dur dur yalan söylemeyeyim, sevindim.
Yerel haberleri içeren internet sitesinden haberlere bakiyorum. Southampton tribünü adina Bill Anton gerekirse kendi aramizda para toplariz klübü bu borç batagindan çikaririz demis. Bill Anton; Yillar önce Bognor Regis'de agiz-burun kavga ettigimiz adam.
95' yili. Her 20 yasina yaklasan erkek çocuklari gibi hormonlarimiz bize hükmediyor. Asariz, keseriz, sahiden bunu yapabiliriz hormonlari bunlar. Her hormonun oldugu gibi bir panzehir formülü olan bir hormonu degil bu. Suç bizde; Alkolden dolayi 7/24 çalisan karaciger bir gün olsun bize "Olum bir-iki dakika durun be, bu sene iyi dügün yapti. Bir tanesine bile gidemedik, sizin hangi hormonunuzu yapacagim bir durun be arkadas" diyor bize muhtemelen.
Bu Bill Anton bayrak adamdir Southampton'da. Yillar öncesi kurdugu Soton Gate tribünü kaç kez ad degistirdi, kaç kez karakolluk oldu bilmem ama bu adam yeniden kurulan her tribün grubunda reis olarak deplasmanlara gidip gelmistir.
Bir gün bize haber salliyor Newbury'den Swindon tayfasi. 2 yil öncesinden degis-tokus yaptigimiz pankartlari almislar bu çocuklardan Soton Gate tayfasi. Maçlara götürüp pankarti ters takarak bizi asagilamaya çalisiyorlarmis iki-üç maçtir. Bilmeyenler için söyleyeyim; pankart simdileri öyle degil ama eskiden tribünler için ayri bir unsurdu. Pankart ligi vardi o zaman desem yanlis birsey söylemis olmam. Her tribün grubunun belirli üç-bes ayri pankarti vardi. Bana simdi Woking'in pankartlarini su kagida çiz deseler çizerim, o derece. Her tribün diger tribünlerin pankartlarini dostluklari ölçüsünde gerek korur gerek asirmaya çalisirdi. Olur da bir tribün grubu rakip tribün grubunun pankartini ele geçirirse gidecegi deplasmalara asirdigi pankarti ters takar tabiri caise 1-0 öne geçerdi. Sonra ara dur o pankarti. Eskilerden efsanevi bir olay vardir kisaca anlatayim. West'am tayfasi 90'larin basinda Tottenham tayfasinin(Enforce Yid's) pankartini asirip bir iki hafta deplasmanlarinda ters takip dalga geçmislerdi. Baktilar Tottenham tayfasi bunlari barlarda rahatsiz ediyor ülke boyunca bu pankarti tüm Tottenham'dan nefret eden tribün gruplari arasinda dolastirdilar. Misal pankart önceki hafta Coventry'de diger hafta Leicester'de gözüküp cümle aleme Tottenham tayfasi ile tasak geçme sansi tanirken Enforce Yid's biraz da seslerini duyurmak için Liverpool deplasmaninda bu pankarti ele geçirdik temali bir afis asarak, pankarti asmislardi. Ama pankart diger hafta Sunder deplasmanina giden Newcastle'liarda görülünce ve Tottenham tayfasinin o pankarti yeniden yaptiklari anlasilinca Enforce Yid's bu isi birakip yillarca onlarin üzerinden yapilan komik muhabbetleri dinlemek zorunda kalmislardir. Bu bahis sitelerindeki futbolun dinamikleri olarak sayilan West'am-Totten'am geçmis maç skorlari istatistiklerinde gözükmez ama tüm kuzey Londralilar bu olayi bilir, duyunca da kulaklarini kaparlar.
iste böyle bir ortamda Soton'lu çocuklar bizim deplasmanlara gidis kolay olsun diye üç dört tane ülkenin farkli yerlerindeki dostluk kurdugumuz tribünlerden biri olan yani Swindon'dan bizim pankarti çalmislar. Aslinda olayda birazda bizim suçumuzda var. iki üç ay öncesine kadar bu adamlarin Walsall taraflarinda tamami ile kendi mundarliklarindan kaybettikleri pankarti biz çaldik diye sahiplenmis o zaman araba kaporta islerinde çalisan simdi araba galerisi sahibi olan dostum Roald'a oto boyasi ile bu pankartin kopyasini yaptirarak deplasmanlara götürüp ters takmistik. Gerçi o pankartin üzerindeki aslan motifini daha çok bizona benzetmisti ama uzaktan fark edilmiyordu.
Oturup ne yapsak ne etsek diye düsünürken ilk adimi onlar atiyor. Bizim reisi arayip iki sehrin ortasindaki Bognor Regis'de pankart degis tokusunu önermisler. Tabi bizim götümüz tutusuyor, bizimkisi çakma pankart. Eminönündeki abibas, yike, rebok ürünleri gibi. Tabi gençlik hiperaktiflikleri mevcut. Abi gerekirse kavga ederiz, alir geliriz o pankarti sen merak etme reis diyoruz. Tabi bizim reis kavgadan yana degil pek. Oturup plan yapiyor. Pankarti öylesine baglayalim ki açamasinlar, bir noktadan sonra birakip giderler zaten diyor. Aklimiza yatiyor bu fikir. Bulabildigimiz tüm iplerle ilmik ilmik bagliyoruz pankarti. Ertesi gün 9-10 kisi ögle gibi Portsmouth trenine binip gidiyoruz Bognor'a. Tabi gitmeden önce bizim Alban kavga kokusunu aldigi için gelmek istemiyor. Abi..öhöhöhö...valla..öhöhöhö..hastayim..öhö..ya diyor pezevenk, öylede bir çakaldi.
Tabi bizim yanimizda Max reis var, biz güveniyoruz ona. Trene biniyoruz üç kisi kocaman pankarti tasiyor. Trendekiler içinde ne var acaba diye bahisler atiyor ortaya. Adasim Joe nereden bulduysa artik hippi çadiri millet bu, gidip kamp yapacagiz diye bagiriyor. Millet tabi feci tirsiyor. Dönüs vaktinde tren olmayacagi için bizim Aldous birader'in pederinin Dondurma sattigi bir kamyoneti var, o bizi aksama dogru gelip alacak. Öyle planladik.
Yaklasik bir buçuk saat sonra Bognor Regis'e geliyoruz. Bunlar ortada yok henüz. Bunlar gelesiye kadar biraz denize girelim diyoruz. Herkes girmeye hazirlanirken oradan biri bagiriyor beyler iki kisi pankartin basinda beklesin, aman ha diyor. Lan pezevenkler olayi iyice büyüttünüz ha, çocugunu parkta kaçirsalar ses etmez, adam kolpa pankartin pesine düsmüs diyemiyorsun tabi. Zaten su soguk gibiydi. Ben girmedim, bekledim sahilde. Zaten bunlar da hemen geldiler. Sonra bulusacagimiz yere yani Bognor Regis'in tren istasyonuna tekrardan dönüyoruz. Bilmeyenler için söyleyeyim Bognor büyük bir yer degil. Tipik ingiltere Tasrasi. Lakin gelgelelim sehrin içinden hem sahile giderken hem de tren istasyonuna tekrardan dönerken millet elinde kocaman bir pankart olan üç kisi ve bunlarin arkasindan gelen 6-7 kisiye garip refleskler de vermedi degil. O zamanlar cep telefonu yok tabi, millet su saatte gelirim dedigi vakit orada olurdu. Ki belirttikleri vakit Bati ekspresinden iniyordu Sotonlular. Lakin in in bitmiyordu pezevenkler. Sanarsin Emir Kusturica'nin yönettigi filmde cingen dügününe gelmis hepsi. Saysan aksam olur bunlari. Abartmiyorum rahat bir elli kisi varlar. ilk baslarda üzerimizdeki çikista bekleyin hepinizin agzina siçacagiz, hepinizin! ruhu, adamlarin sayisi arttikça sizi tanidilar ben kaçiyorum ruhuna dönüsmek üzere o sira. Yanimdaki Joe'nun bunlar trenden inip bize dogru yönelmeye basladiklarina kadar ki repliklerini yazmam sanirim olayi anlatiyor.
Oh..No.. Don't say anyth...Is it? po...Oh mate nooo....Fucked up mate...Other Boys?...No way..Shit..Shit..Shit..,
simdi yalan yok dostlar. Bu Bill Anton denen herifle arkasindan gelen yaklasik 40-50 kisilik grubu görünce bizim Max Ankara'dan abim gelmis duygusalligina bürünüyor. Bizim reis de siçtiysa biz temelli siçtik isareti görüyorum yanimdakilerin gözlerinde. Bu Bill yanimiza yaklasip Max kisa ve net konusacagim diyor. Verin pankarti alin pankartinizi. Ayrica Reading'li çocuklara da bundan sonra dokunmayin tamam mi diyor? Olur diyor Max. Verin bakalim su pankarti diyor. Bizimkini açip veriyorlar bize. N'aptiniz lan pankarta böyle, içinde hazine mi sakliyorsunuz açin bakalim sunu diyor. Biz yalandan ilmikleri açmaya çalsiyormus gibi davranirken bu yanindaki Hattori Hanzo kilicina benzer biçagini çikararak çekilin lan söyle, bir isi beceremiyorsunuz takiminiz gibi, Ugrastigimiz adamlara bak ya diyor. Baya bir ugrasiyor bu pankarti açmak için. Tipki kurban bayraminda kalin boyunlu iskoç koyununu kesemeyip olayi namus meselesine dönüstürüp sinirden koyunu biçaklayan amcabey gibi Bill de kanter içinde kaliyor. Yanindakilere bagiriyor, gelin açin sunu diye. Oo, usta yemin olsun biz masum bir tribünmüsüz. Adamlar sanki Ukrayna, Rusya'dan ayrilip silahsizlanma dönemine girdiginde Ukrayna'ya girip bos-belese silahdir, biçaktir hepsini temin etmisler. Bir tank yoktu yanlarinda yemin olsun. Digerleri de gelip ceplerindeki çikardiklari biçaklarla açmaya çalisiyorlar ip dügümlerini. Yalniz bizimkiler artik denizci dügümü mü attilar artik bilemem ama bunlar dört bes kere mola verdiler, sigara içtiler. Ayni bizim Alban'in berberi gibi. Pezevenkin gençken bir delikten dört tane çikan kivircik saçlari vardi. Bunu berbere götürdügümüzde berber abartmiyorum, bunun saçini üç kere falan mola vererek keserdi. Kirk yildir yogurt yiyorum, ben böyle kase görmedim tadinda dirdir ederdi.
Neyse, biz bunlar ugrasamayacak artik, yirttik bu isten diyecekken dügümün birini kopariyor hayvanin biri. Hani Türkçede bir deyim var "Çözülmüs dügüm gibi arka arkaya olaylar sonuçlandi" yada onun gibi. Bu hayvanin kopardigi ipten sonra bizim çakma pankart yavas yavas açiliyor ve bizimkilerin arasinda Eshedü...la..ilahe...eshedü... sesleri çikiyordu. Hatta bizim ateist reis Max bile Jesus esasli adamdi aslinda, nasil hakkini yediler anlayamiyorum falan demeye basliyor. Ve bizim maskelerimiz bunlar pankarti yavas yavas açarken ayni hizda düsüyordu. Hatta en sonda bunlar pankarti hizlica açtiginda birden yere düstü maskelerimiz. Bir Vendetta'ninki düsmedi. Yillardir siritiyor insanlara pezevenk. Bir numarasi yok aslinda.
Bunlar pankarti açinca biz grupcak tutunacak dal arayan koala gibi olmusken Bill birden gülmeye basliyor. Bu ne lan? Abba'nin albüm kapagi mi? Dalga mi geçiyorsunuz lan ibneler? diye. Biz bogazimizdaki son tükürügü de söyle bir midemize gönderirken ayni zamanda kafamizi saga-sola dogru hayir abi saka degil manasinda salliyoruz. Bu hem sakiz çigneyip hemde yürüyemeyen ingiliz insanlari için önemli bir gündü. Ama olmadi. Tek hatirladigim sey "Abi allaseven biçak yok degil mi? Biçak yok degil mi abi? Bak sirtima tekme at, seyine tak dolastir beni. Ama biçak yok degil mi abi? Sahiden yok degil mi abi?" nidalari. Sahiden de biçak yokmus, ama güzel dayak varmis. Hepimiz dayak sonrasi deli dana gibi kaçisirken ben tren yoluna atlayip sahil tarafina dogru kaçmaya basliyorum. Bir bes dakika rahat arkamda beni kovalayan nefesleri duydukça artik pes edip yere yatip cenin pozisyonuna giriyorum. Bakiyorum kimse vurmuyor, megerse bizimkilermis arkamdakiler. Tam yerden kafami kaldiriren bizim sisko Joe'nun kosusunu görünce istemsiz bir biçimde kahkaha atiyorum. Çok garip bir duyguydu o. Agridan her yanim agriyor hatta hayvanin biri ben kavgayi ayirirken parmaginda yüzük vardi galiba hayvani bir krose çikmis bizim burnun sag tarafindan dudagin üst tarafina kadar felç etmis lakin ben bizim Joe'nun kosusuna gülüyorum. Tam ayaga kalkip kirilan disimi elime alacakken arkamdan bir ordu bana dogru gelince tekrardan cenin pozisyonuna girdim. Geçerken biri fena bir tekme vurdu, hiç unutmam ölüyorum sandiydim.
Ayaga kalkip söyle bir etrafi süzüyorum. Hemen sehir merkezine dogru kosup olayi bardakilere arayip anlatacagim. Allahim, ne çocuksu endiselerdi o zaman öyle. Telefon kulübesinden yansiyan yüzümü görünce bundan vazgeçip tekrar tren istasyonuna dogru ufak ufak yürüyorum. Arkami da kolluyorum hani. Bakiyorum bizimkiler var mi orada diye, kimsecikler kalmamis. Geri dönüyorum sehir merkezine. Cebimdeki paraya bakiyorum, otobüse yetmez, tren de yok o gün Brighton'a. Sahile dogru gidiyorum bakiyorum bizimkilere bir yarim saat. Yoklar.
Denize düsen yilan'a sarilir. Alban'i ariyorum evde yok. Dayi beyi ariyorum kimse açmiyor telefonu. iki jeton attim cepte parada kalmadi. Artik son jetonla evi ariyorum. Annem açiyor. Anne diyorum, dede mi verebilir misin? Oglum neredesin sen Albanin da haberi yokmus diyor. Anne diyorum sen dedemi ver. Dedem aliyor ahizeyi. Oglum Joe, yavrum neredesin? insan bir haber verir diyor. Dede diyorum böyle böyle. Dede n'olursun sen gel beni almaya babam tek basina gelmesin diyorum. Dedemin yaninda babamin sesini duyunca tirsip, yerimi söyleyip hemen kapatiyorum. Yandaki büfedeki kadindan rica edip buz istiyorum. Baliklari dondurmak için koydugu buzu veriyor bana. Buzu alip dudagimin üstüne koyuyorum. Buz eridikçe yüzüm balik kokuyor, sinekler yüzüme geliyor.
Bir 45 dakika sonra babamla dedem söyledigim yere geliyor. Bakiyorum sag koltuga dedem de var. Rahatliyorum. Arabaya binip yüzümü önüme dogru çekiyorum. Tabi dedebey heyecanlaniyor yüzümü görünce. Pederbeyde tik yok, hiçbirsey söylemiyor. Brighton'a dogru yola koyuluyoruz. Tam sehirden disari çikacaktik ki otobüs duraginda bizimkilerden üç kisiyi görüyorum, koltuga dogru gömülüp kafami hemen sola çeviriyorum. sehirden çikinca bizim pederbey bana buz almak için bir yol üstü lokantasina ugruyor. Dedem, hadi yemek yiyelim bari burada, karnimiz acikti diyor. Giriyoruz içeri. Sadece tavuk kanadi varmis. Olur diyoruz, geçiyoruz içeri. Rahmetli dedebey ortami isitmak için daha dogrusu evde benim yiyecegim sopanin dozajini azaltmak için sakalar yapiyor. Hatta bir keresinde ben Sariyerde maçtayken... ile baslayan ve hiç bitmeyen hikayelerinden birini anlatiyor. Babam benim yüzüme bile bakmiyor, hiç konusmuyor.
Dedebey, pederbey ve ben belki de hayatimizda sadece bir kereligine de olsa sehirdisinda üçüncü sinif bir lokantada tavuk yiyoruz.
Eve gidiyoruz. Annem kapiyi açar açmaz salya sümük oluyor. Kadincagizi hayatinda bilmem kaçinci kez bu hale sokuyorum, bir noktadan sonra saymayi da unuttum artik. Annem yüzümü mumyaya döndürdükten sonra gözüm istemsizce televizyona sirf dedemin ortam senlensin diye taktigi Hababam sinifi filminin kasedini izliyor gibi yapiyor. Hani içimden diyorum ki; "Yahu baba vur bana tonla, dayak yemisim zaten ama susma böyle. Bunu yapma bana, susma" lakin gel gör ki diyemiyorum. Birkaç saat sonra dedebey abdest almak için kalkiyor. Arkasindan gidiyorum; Ya dede babam neden böyle yapiyor? Söylesene, valla bilerek yapmadim ya diyorum. Oglum Münür (Dedemin bana küçüklükten beri Joe dememek için kullandigi isim) ; Ben babani kaç kere Preston yollarinda alip getirdim, kaç kere dövdüm bunun için bilyor musun? diye soruyor. Hiçbir sey diyemiyorum.
Odama gidip yataga uzaniyorum. Bekliyorum ki babam gelsin Oglum Joe bir daha yapma bunu desin. Gelmiyor ama. Sabaha kadar uyuyamiyorum; vücudumdaki agrilardan, sizilardan degil...
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-04-25 20:54:43
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:8004191c9c]
CHICKEN DINNER
Southampton hakkinda olanlari duymussunuzdur. Klüp tüm olanlardan sonra tehlike altinda. Ha keza bu konuda sevinme ile acinma arasinda garip duygulara sahibim. Dur dur yalan söylemeyeyim, sevindim.
Yerel haberleri içeren internet sitesinden haberlere bakiyorum. Southampton tribünü adina Bill Anton gerekirse kendi aramizda para toplariz klübü bu borç batagindan çikaririz demis. Bill Anton; Yillar önce Bognor Regis'de agiz-burun kavga ettigimiz adam.
95' yili. Her 20 yasina yaklasan erkek çocuklari gibi hormonlarimiz bize hükmediyor. Asariz, keseriz, sahiden bunu yapabiliriz hormonlari bunlar. Her hormonun oldugu gibi bir panzehir formülü olan bir hormonu degil bu. Suç bizde; Alkolden dolayi 7/24 çalisan karaciger bir gün olsun bize "Olum bir-iki dakika durun be, bu sene iyi dügün yapti. Bir tanesine bile gidemedik, sizin hangi hormonunuzu yapacagim bir durun be arkadas" diyor bize muhtemelen.
Bu Bill Anton bayrak adamdir Southampton'da. Yillar öncesi kurdugu Soton Gate tribünü kaç kez ad degistirdi, kaç kez karakolluk oldu bilmem ama bu adam yeniden kurulan her tribün grubunda reis olarak deplasmanlara gidip gelmistir.
Bir gün bize haber salliyor Newbury'den Swindon tayfasi. 2 yil öncesinden degis-tokus yaptigimiz pankartlari almislar bu çocuklardan Soton Gate tayfasi. Maçlara götürüp pankarti ters takarak bizi asagilamaya çalisiyorlarmis iki-üç maçtir. Bilmeyenler için söyleyeyim; pankart simdileri öyle degil ama eskiden tribünler için ayri bir unsurdu. Pankart ligi vardi o zaman desem yanlis birsey söylemis olmam. Her tribün grubunun belirli üç-bes ayri pankarti vardi. Bana simdi Woking'in pankartlarini su kagida çiz deseler çizerim, o derece. Her tribün diger tribünlerin pankartlarini dostluklari ölçüsünde gerek korur gerek asirmaya çalisirdi. Olur da bir tribün grubu rakip tribün grubunun pankartini ele geçirirse gidecegi deplasmalara asirdigi pankarti ters takar tabiri caise 1-0 öne geçerdi. Sonra ara dur o pankarti. Eskilerden efsanevi bir olay vardir kisaca anlatayim. West'am tayfasi 90'larin basinda Tottenham tayfasinin(Enforce Yid's) pankartini asirip bir iki hafta deplasmanlarinda ters takip dalga geçmislerdi. Baktilar Tottenham tayfasi bunlari barlarda rahatsiz ediyor ülke boyunca bu pankarti tüm Tottenham'dan nefret eden tribün gruplari arasinda dolastirdilar. Misal pankart önceki hafta Coventry'de diger hafta Leicester'de gözüküp cümle aleme Tottenham tayfasi ile tasak geçme sansi tanirken Enforce Yid's biraz da seslerini duyurmak için Liverpool deplasmaninda bu pankarti ele geçirdik temali bir afis asarak, pankarti asmislardi. Ama pankart diger hafta Sunder deplasmanina giden Newcastle'liarda görülünce ve Tottenham tayfasinin o pankarti yeniden yaptiklari anlasilinca Enforce Yid's bu isi birakip yillarca onlarin üzerinden yapilan komik muhabbetleri dinlemek zorunda kalmislardir. Bu bahis sitelerindeki futbolun dinamikleri olarak sayilan West'am-Totten'am geçmis maç skorlari istatistiklerinde gözükmez ama tüm kuzey Londralilar bu olayi bilir, duyunca da kulaklarini kaparlar.
iste böyle bir ortamda Soton'lu çocuklar bizim deplasmanlara gidis kolay olsun diye üç dört tane ülkenin farkli yerlerindeki dostluk kurdugumuz tribünlerden biri olan yani Swindon'dan bizim pankarti çalmislar. Aslinda olayda birazda bizim suçumuzda var. iki üç ay öncesine kadar bu adamlarin Walsall taraflarinda tamami ile kendi mundarliklarindan kaybettikleri pankarti biz çaldik diye sahiplenmis o zaman araba kaporta islerinde çalisan simdi araba galerisi sahibi olan dostum Roald'a oto boyasi ile bu pankartin kopyasini yaptirarak deplasmanlara götürüp ters takmistik. Gerçi o pankartin üzerindeki aslan motifini daha çok bizona benzetmisti ama uzaktan fark edilmiyordu.
Oturup ne yapsak ne etsek diye düsünürken ilk adimi onlar atiyor. Bizim reisi arayip iki sehrin ortasindaki Bognor Regis'de pankart degis tokusunu önermisler. Tabi bizim götümüz tutusuyor, bizimkisi çakma pankart. Eminönündeki abibas, yike, rebok ürünleri gibi. Tabi gençlik hiperaktiflikleri mevcut. Abi gerekirse kavga ederiz, alir geliriz o pankarti sen merak etme reis diyoruz. Tabi bizim reis kavgadan yana degil pek. Oturup plan yapiyor. Pankarti öylesine baglayalim ki açamasinlar, bir noktadan sonra birakip giderler zaten diyor. Aklimiza yatiyor bu fikir. Bulabildigimiz tüm iplerle ilmik ilmik bagliyoruz pankarti. Ertesi gün 9-10 kisi ögle gibi Portsmouth trenine binip gidiyoruz Bognor'a. Tabi gitmeden önce bizim Alban kavga kokusunu aldigi için gelmek istemiyor. Abi..öhöhöhö...valla..öhöhöhö..hastayim..öhö..ya diyor pezevenk, öylede bir çakaldi.
Tabi bizim yanimizda Max reis var, biz güveniyoruz ona. Trene biniyoruz üç kisi kocaman pankarti tasiyor. Trendekiler içinde ne var acaba diye bahisler atiyor ortaya. Adasim Joe nereden bulduysa artik hippi çadiri millet bu, gidip kamp yapacagiz diye bagiriyor. Millet tabi feci tirsiyor. Dönüs vaktinde tren olmayacagi için bizim Aldous birader'in pederinin Dondurma sattigi bir kamyoneti var, o bizi aksama dogru gelip alacak. Öyle planladik.
Yaklasik bir buçuk saat sonra Bognor Regis'e geliyoruz. Bunlar ortada yok henüz. Bunlar gelesiye kadar biraz denize girelim diyoruz. Herkes girmeye hazirlanirken oradan biri bagiriyor beyler iki kisi pankartin basinda beklesin, aman ha diyor. Lan pezevenkler olayi iyice büyüttünüz ha, çocugunu parkta kaçirsalar ses etmez, adam kolpa pankartin pesine düsmüs diyemiyorsun tabi. Zaten su soguk gibiydi. Ben girmedim, bekledim sahilde. Zaten bunlar da hemen geldiler. Sonra bulusacagimiz yere yani Bognor Regis'in tren istasyonuna tekrardan dönüyoruz. Bilmeyenler için söyleyeyim Bognor büyük bir yer degil. Tipik ingiltere Tasrasi. Lakin gelgelelim sehrin içinden hem sahile giderken hem de tren istasyonuna tekrardan dönerken millet elinde kocaman bir pankart olan üç kisi ve bunlarin arkasindan gelen 6-7 kisiye garip refleskler de vermedi degil. O zamanlar cep telefonu yok tabi, millet su saatte gelirim dedigi vakit orada olurdu. Ki belirttikleri vakit Bati ekspresinden iniyordu Sotonlular. Lakin in in bitmiyordu pezevenkler. Sanarsin Emir Kusturica'nin yönettigi filmde cingen dügününe gelmis hepsi. Saysan aksam olur bunlari. Abartmiyorum rahat bir elli kisi varlar. ilk baslarda üzerimizdeki çikista bekleyin hepinizin agzina siçacagiz, hepinizin! ruhu, adamlarin sayisi arttikça sizi tanidilar ben kaçiyorum ruhuna dönüsmek üzere o sira. Yanimdaki Joe'nun bunlar trenden inip bize dogru yönelmeye basladiklarina kadar ki repliklerini yazmam sanirim olayi anlatiyor.
Oh..No.. Don't say anyth...Is it? po...Oh mate nooo....Fucked up mate...Other Boys?...No way..Shit..Shit..Shit..,
simdi yalan yok dostlar. Bu Bill Anton denen herifle arkasindan gelen yaklasik 40-50 kisilik grubu görünce bizim Max Ankara'dan abim gelmis duygusalligina bürünüyor. Bizim reis de siçtiysa biz temelli siçtik isareti görüyorum yanimdakilerin gözlerinde. Bu Bill yanimiza yaklasip Max kisa ve net konusacagim diyor. Verin pankarti alin pankartinizi. Ayrica Reading'li çocuklara da bundan sonra dokunmayin tamam mi diyor? Olur diyor Max. Verin bakalim su pankarti diyor. Bizimkini açip veriyorlar bize. N'aptiniz lan pankarta böyle, içinde hazine mi sakliyorsunuz açin bakalim sunu diyor. Biz yalandan ilmikleri açmaya çalsiyormus gibi davranirken bu yanindaki Hattori Hanzo kilicina benzer biçagini çikararak çekilin lan söyle, bir isi beceremiyorsunuz takiminiz gibi, Ugrastigimiz adamlara bak ya diyor. Baya bir ugrasiyor bu pankarti açmak için. Tipki kurban bayraminda kalin boyunlu iskoç koyununu kesemeyip olayi namus meselesine dönüstürüp sinirden koyunu biçaklayan amcabey gibi Bill de kanter içinde kaliyor. Yanindakilere bagiriyor, gelin açin sunu diye. Oo, usta yemin olsun biz masum bir tribünmüsüz. Adamlar sanki Ukrayna, Rusya'dan ayrilip silahsizlanma dönemine girdiginde Ukrayna'ya girip bos-belese silahdir, biçaktir hepsini temin etmisler. Bir tank yoktu yanlarinda yemin olsun. Digerleri de gelip ceplerindeki çikardiklari biçaklarla açmaya çalisiyorlar ip dügümlerini. Yalniz bizimkiler artik denizci dügümü mü attilar artik bilemem ama bunlar dört bes kere mola verdiler, sigara içtiler. Ayni bizim Alban'in berberi gibi. Pezevenkin gençken bir delikten dört tane çikan kivircik saçlari vardi. Bunu berbere götürdügümüzde berber abartmiyorum, bunun saçini üç kere falan mola vererek keserdi. Kirk yildir yogurt yiyorum, ben böyle kase görmedim tadinda dirdir ederdi.
Neyse, biz bunlar ugrasamayacak artik, yirttik bu isten diyecekken dügümün birini kopariyor hayvanin biri. Hani Türkçede bir deyim var "Çözülmüs dügüm gibi arka arkaya olaylar sonuçlandi" yada onun gibi. Bu hayvanin kopardigi ipten sonra bizim çakma pankart yavas yavas açiliyor ve bizimkilerin arasinda Eshedü...la..ilahe...eshedü... sesleri çikiyordu. Hatta bizim ateist reis Max bile Jesus esasli adamdi aslinda, nasil hakkini yediler anlayamiyorum falan demeye basliyor. Ve bizim maskelerimiz bunlar pankarti yavas yavas açarken ayni hizda düsüyordu. Hatta en sonda bunlar pankarti hizlica açtiginda birden yere düstü maskelerimiz. Bir Vendetta'ninki düsmedi. Yillardir siritiyor insanlara pezevenk. Bir numarasi yok aslinda.
Bunlar pankarti açinca biz grupcak tutunacak dal arayan koala gibi olmusken Bill birden gülmeye basliyor. Bu ne lan? Abba'nin albüm kapagi mi? Dalga mi geçiyorsunuz lan ibneler? diye. Biz bogazimizdaki son tükürügü de söyle bir midemize gönderirken ayni zamanda kafamizi saga-sola dogru hayir abi saka degil manasinda salliyoruz. Bu hem sakiz çigneyip hemde yürüyemeyen ingiliz insanlari için önemli bir gündü. Ama olmadi. Tek hatirladigim sey "Abi allaseven biçak yok degil mi? Biçak yok degil mi abi? Bak sirtima tekme at, seyine tak dolastir beni. Ama biçak yok degil mi abi? Sahiden yok degil mi abi?" nidalari. Sahiden de biçak yokmus, ama güzel dayak varmis. Hepimiz dayak sonrasi deli dana gibi kaçisirken ben tren yoluna atlayip sahil tarafina dogru kaçmaya basliyorum. Bir bes dakika rahat arkamda beni kovalayan nefesleri duydukça artik pes edip yere yatip cenin pozisyonuna giriyorum. Bakiyorum kimse vurmuyor, megerse bizimkilermis arkamdakiler. Tam yerden kafami kaldiriren bizim sisko Joe'nun kosusunu görünce istemsiz bir biçimde kahkaha atiyorum. Çok garip bir duyguydu o. Agridan her yanim agriyor hatta hayvanin biri ben kavgayi ayirirken parmaginda yüzük vardi galiba hayvani bir krose çikmis bizim burnun sag tarafindan dudagin üst tarafina kadar felç etmis lakin ben bizim Joe'nun kosusuna gülüyorum. Tam ayaga kalkip kirilan disimi elime alacakken arkamdan bir ordu bana dogru gelince tekrardan cenin pozisyonuna girdim. Geçerken biri fena bir tekme vurdu, hiç unutmam ölüyorum sandiydim.
Ayaga kalkip söyle bir etrafi süzüyorum. Hemen sehir merkezine dogru kosup olayi bardakilere arayip anlatacagim. Allahim, ne çocuksu endiselerdi o zaman öyle. Telefon kulübesinden yansiyan yüzümü görünce bundan vazgeçip tekrar tren istasyonuna dogru ufak ufak yürüyorum. Arkami da kolluyorum hani. Bakiyorum bizimkiler var mi orada diye, kimsecikler kalmamis. Geri dönüyorum sehir merkezine. Cebimdeki paraya bakiyorum, otobüse yetmez, tren de yok o gün Brighton'a. Sahile dogru gidiyorum bakiyorum bizimkilere bir yarim saat. Yoklar.
Denize düsen yilan'a sarilir. Alban'i ariyorum evde yok. Dayi beyi ariyorum kimse açmiyor telefonu. iki jeton attim cepte parada kalmadi. Artik son jetonla evi ariyorum. Annem açiyor. Anne diyorum, dede mi verebilir misin? Oglum neredesin sen Albanin da haberi yokmus diyor. Anne diyorum sen dedemi ver. Dedem aliyor ahizeyi. Oglum Joe, yavrum neredesin? insan bir haber verir diyor. Dede diyorum böyle böyle. Dede n'olursun sen gel beni almaya babam tek basina gelmesin diyorum. Dedemin yaninda babamin sesini duyunca tirsip, yerimi söyleyip hemen kapatiyorum. Yandaki büfedeki kadindan rica edip buz istiyorum. Baliklari dondurmak için koydugu buzu veriyor bana. Buzu alip dudagimin üstüne koyuyorum. Buz eridikçe yüzüm balik kokuyor, sinekler yüzüme geliyor.
Bir 45 dakika sonra babamla dedem söyledigim yere geliyor. Bakiyorum sag koltuga dedem de var. Rahatliyorum. Arabaya binip yüzümü önüme dogru çekiyorum. Tabi dedebey heyecanlaniyor yüzümü görünce. Pederbeyde tik yok, hiçbirsey söylemiyor. Brighton'a dogru yola koyuluyoruz. Tam sehirden disari çikacaktik ki otobüs duraginda bizimkilerden üç kisiyi görüyorum, koltuga dogru gömülüp kafami hemen sola çeviriyorum. sehirden çikinca bizim pederbey bana buz almak için bir yol üstü lokantasina ugruyor. Dedem, hadi yemek yiyelim bari burada, karnimiz acikti diyor. Giriyoruz içeri. Sadece tavuk kanadi varmis. Olur diyoruz, geçiyoruz içeri. Rahmetli dedebey ortami isitmak için daha dogrusu evde benim yiyecegim sopanin dozajini azaltmak için sakalar yapiyor. Hatta bir keresinde ben Sariyerde maçtayken... ile baslayan ve hiç bitmeyen hikayelerinden birini anlatiyor. Babam benim yüzüme bile bakmiyor, hiç konusmuyor.
Dedebey, pederbey ve ben belki de hayatimizda sadece bir kereligine de olsa sehirdisinda üçüncü sinif bir lokantada tavuk yiyoruz.
Eve gidiyoruz. Annem kapiyi açar açmaz salya sümük oluyor. Kadincagizi hayatinda bilmem kaçinci kez bu hale sokuyorum, bir noktadan sonra saymayi da unuttum artik. Annem yüzümü mumyaya döndürdükten sonra gözüm istemsizce televizyona sirf dedemin ortam senlensin diye taktigi Hababam sinifi filminin kasedini izliyor gibi yapiyor. Hani içimden diyorum ki; "Yahu baba vur bana tonla, dayak yemisim zaten ama susma böyle. Bunu yapma bana, susma" lakin gel gör ki diyemiyorum. Birkaç saat sonra dedebey abdest almak için kalkiyor. Arkasindan gidiyorum; Ya dede babam neden böyle yapiyor? Söylesene, valla bilerek yapmadim ya diyorum. Oglum Münür (Dedemin bana küçüklükten beri Joe dememek için kullandigi isim) ; Ben babani kaç kere Preston yollarinda alip getirdim, kaç kere dövdüm bunun için bilyor musun? diye soruyor. Hiçbir sey diyemiyorum.
Odama gidip yataga uzaniyorum. Bekliyorum ki babam gelsin Oglum Joe bir daha yapma bunu desin. Gelmiyor ama. Sabaha kadar uyuyamiyorum; vücudumdaki agrilardan, sizilardan degil...
Flying Dutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-07-01 01:39:11
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:79b59a714d]
TRANSFER NOTLARI
* Selim Teber kaptani oldugu Hoffenheim'dan ayrildi. Yeni sezonda E.Frankfurt formasi giyecek.
* Hoffenheim iyi bir transfer yapti. Hertha Berlin'den 7 milyon euroya Simunic'i aldilar.
* Wolfsburg, Grafite'nin sözlesmesini uzatti. Dzeko'yu Milan'a bakalim verecekler mi?
* Fenerbahçe için Jose Antonio Reyes'i yazmislar. Sol kanat için ilginç bir alternatif. Vargas için de Fiorentina'ya 13 milyon euro teklif ettikleri haberi var. Ne uçuk rakamlar...
* Owen, Galatasaray'in aradigi adam olabilir ama bu transfer söylentileri gerçek degil. Muhtemelen Premier Lig'de kalacak ya da Olympiakos'a gidecek. Sidney Govou da spekülasyon. Ben olsam Bordeaux'dan Cavenaghi'yi alirdim...
* Manchester United, Wigan'dan 16 milyon sterline Valencia'yi aldi. Cristiano Ronaldo'nun gidisi sonrasinda Alex Ferguson yine cimbizla çekti. Bu adam bu sezon çok konusulur o takimda...
* Marsilya da Porto'nun kalbini söktü çikardi. Lucho Gonzalez için 18 milyon euro ödediler ki bu kulüp rekoru ayni zamanda. Oyuncuya da yillik 2 milyon euro ödeyecekler. Niye daha fazlasini versinler ki(!)
* Matteo Ferrari Besiktas'ta. Tezahürat "Ferrara'da dogdu; Ferrari oldu" dur artik. Stoper Serie A'dan olsun tastan olsun derim...
[quote:79b59a714d]Marko Arnautovic Inter'e
Hollanda kulüpleri ispanyol ve italyanlari iyi kaziklar aslinda bu kez biraz ucuza mi gitti nedir? Marko Arnautovic'i 9 milyon euroya satin alma opsiyonuyla kiraladi Inter. Twente'nin elinde tutamayacagi belliydi. 90 dakika seyrettigim bir oyuncu degil ama sezon ortasindan beri La Gazzetta'da israrla yeni ibrahimovic diye kafa sisirip durdular. 20 yasinda ve 1.92 cm boyunda. Cruz ve Crespo'nun gittigi, Milito'nun geldigi Inter'de sezona kulübede baslayacagi kesin tabii. Mourinho'nun israrla istedigi adamlardan biriydi. Babasi Sirp, annesi Avusturyali ve Avusturya milli takimini tercih etti... Inter'in bu transferi oyuncunun sakatligini bile bile bitirdigini de not düseyim. Sag ayaginda stres kirigiyla geliyor Arnautovic Milano'ya...
Aceto Balsamico
Arnautovic'i Avusturya'yla oynanan hazirlik maçinda izlemistim.ibrahimovic'in birebir kopyasi Diego Milito,ibrahimovic ve arkalarinda bekleyen Arnautovic ve Balotelli dört dörtlük hucüm hatti oldu.Twente'nin lafi geçmisken Eljero Elia adli açiklari var hiz,dribbling,bitiricilik hersey var adamda iki üç maç özetini izledim performansi Ronaldo'nun Sporting-Manu hazirlik maçi performansi gibiydi.Bi ara Arsenal iligileniyordu noldu bilmiyorum ama çok yakin zamanda-gitcegi kulübe bagli olarak tabi- en iyi açiklar arasinda kendine yer edinecektir.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-07-16 15:31:53
Mesaj konusu:
|
|
|
[quote:58c650a1df]VASSELL HUMOUR
Aslinda pek yaptigim bir is degil ama bir kaç dakikadir kahkahalara boguldugum için buraya tasima ihtiyaci duydum. The Guardian'in her hafta derledigi youtube videolarindan birisi Ankaragücü taraftarlarinin Darius Vassell'i karsilamasi ile ilgili. Ama beni asil yerlere yeksan eden youtube'dan videoyu izleyen ingilizler ve diger ülkelerdeki insanlarin yorumu. Buraya almak lazim bir kaçini.
"Why aren't all these Turks at work?" (Neden hiç bir Türk iste degil) - Belirteyim beni en çok güldüren bu oldu.
"Looks like they've signed Messi" (Messi'yi transfer etmis gibiler)
"Looks like they have signed God"(Tanri'yi transfer etmis gibiler)
"I wonder what would they do if Lionel Messi would signed for Ankaragucu?" (Messi'yi alsalardi ne yaparlardi merak ediyorum)
"Fucking unreal!! An its only Darius Vassell!" (Bunu çevirmeyeyim)
"3 weeks into the season Darius is going be sitting at home and thinking "What the fuck have I done". At the same time, 20.000 Ankaragucu fans are going to be sitting at home and thinking "What the fuck have we done" (Lig basladiktan 3 hafta sonra Vassell evinde düsünüyor olacak. Aklimi si.eyim ben ne yaptim. Ayni anda 20.000 Ankaragücü taraftari da evlerinde düsünüyor olacak. Aklimizi si.eyim biz ne yaptik")
Flying Dutchman
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
erdem_ceydilek
Site Admin
Kayıt: Oct 03, 2003
|
Tarih: 2009-08-19 23:19:25
Mesaj konusu:
|
|
|
http://www.uzunpaslar.com/2009/08/ivan-radeljic.html
Gençlerbirligi, yamali bohça görüntüsü veren kadrosuna kaliteli bir takviye yapti. Geçtigimiz sezon Çagdas'la birlikte tandemde oynayan Bosnak stoper Ivan Radeljic, Energie Cottbus'dan ayrilarak Gençlerbirligi'ne transfer oldu.
Hazir diyorum, Ankaragücü ile Ankaraspor birlesmisken Gençlerbirligi de birlesme yoluna mi girse; 3 takim birlikte 80 futbolculu bir kadro kursa ve Melih Gökçek'in deyimiyle TSL'de sampiyonluklar için oynasa!
Gençlerbirligi, geçtigimiz hafta ilhan Eker-Aykut Demir tandemiyle oynadi. Aykut, çok yetenekli, genç bir futbolcu ama stoper olmak için fizik anlaminda yetersiz. Onu sag bek ya da ön liberoda degerlendirmek çok daha mantikli görünüyor.
Radeljic, geçtigimiz sezon Bundesliga'da parlama yapamadi aslina bakarsaniz. Onunla yan yana oynayan Çagdas Atan, Türkiye'ye degil de isviçre'nin marka degeri en yüksek kulübü Basel'e transfer oldu. Bu kisa karsilastirmadan anlayabilecegimiz tek sey, Radeljic'e çok büyük umutlar baglamamak. Vasat ya da vasat üstü demek, Ivan için yeterli.
Gençlerbirligi'nin geçtigimiz sezon büyük ümitlerle transfer ettigi Bruce Djite'yi yolladigi söyleniyor. Bu da demek oluyor ki Gençler'de Avustralya sayfasi kapanmak üzere titresime geçmis belki de bu yaziyi yazarken kapanmistir bile. Avrupa ülkelerinden transfer yapmak her zaman daha mantikli TSL sinirlari içerisinde; Gençlerbirligi, bu karariyla bir yanlisindan dönmüs oldu.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
erdem_ceydilek
Site Admin
Kayıt: Oct 03, 2003
|
Tarih: 2009-08-19 23:21:25
Mesaj konusu:
|
|
|
adasimiz, isviçreden young boys takiminin kurulus gününün de bizim gibi 14 mart oldugunu biliyor muydunuz?
http://vliegendenederlander.blogspot.com/2009/08/isvicredeki-genclerbirligi-yukseliyor.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
serkan_gungordu
Site Admin
Kayıt: Aug 08, 2002
|
Tarih: 2009-08-20 03:05:01
Mesaj konusu:
|
|
|
"erdem_ceydilek"]adasimiz, isviçreden young boys takiminin kurulus gününün de bizim gibi 14 mart oldugunu biliyor muydunuz?
http://vliegendenederlander.blogspot.com/2009/08/isvicredeki-genclerbirligi-yukseliyor.html
Süpermis sahiden... Aramizda tam çeyrek asir yas farki var, bizim takim daha "young boys" ;)...
Bu arada ilk rakiplerinin old boys olmasi da güzel. bana göre yazinin en önemli tarafi su;
"1951'de Almanya'da taninmamis bir hoca iken isviçre'ye gelen Albert Sing'in 13 yil boyunca basta kaldigi yillar kulüp tarihinin bugüne kadar gördügü en basarili dönem. Tam 4 sampiyonlugun ve 2 isiçvre Kupasi'nin kazanildigi dönemde , Young Boys 1958-59 sezonunda Avrupa sampiyon Kulüpler Kupasi'nda yari final oynayarak bugüne kadar Basel'le birlikte bir isviçre takiminin Avrupa kupalarinda elde ettigi en büyük basariya imza atti."
Albert Sing yerine neden Doll olmasin?
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-11-12 19:53:26
Mesaj konusu:
|
|
|
Aceto ünlü konuklarla 'kis söylesileri' adinda söylesiler yapmaya basladi.Okurlar soruyor haftanin konugu cevapliyor.ilk konuk Okay Karacan'di.Bu hafta ise Mehmet Demirkol sorulari cevapladi, tamamini okumak isteyen surdan bakabilir.
http://acetobalsamico.blogspot.com/2009/11/ks-soylesileri-2-mehmet-demirkol_11.html
Ancak asil mesele Mehmet Demirkol'a sorulan sorunun cevabi.Gençlerbirligi'ne sempati duydugunu bilsem de Fenerbahçe'li sonuçta bu adam fakat bu soruya Fenerbahçe'nin sampiyonlar Ligi finali gibisinden bi cevap vermek yerine asagidaki cevabi vermesi Gençlerbirligi'nin gönlündeki yerinin çok özel oldugunu gösteriyor.Çok hosuma gitti dogrusu.
Berk: Hayatinin sonuna kadar sadece son bir maç izleme hakki olsa, hangi takimlarin maçini hangi stadta canli olarak izlemek ister?
Güzel soru. Gerçekten mi? Sadece 1 mi? O zaman, Gençlerbirligi bir büyükle oynuyor. Kazanan sampiyon olacak!
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
fatih_salman
Site Admin
Kayıt: Jul 14, 2006
|
Tarih: 2009-11-12 20:58:47
Mesaj konusu:
|
|
|
"ozhan_yuksel"]Aceto ünlü konuklarla 'kis söylesileri' adinda söylesiler yapmaya basladi.Okurlar soruyor haftanin konugu cevapliyor.ilk konuk Okay Karacan'di.Bu hafta ise Mehmet Demirkol sorulari cevapladi, tamamini okumak isteyen surdan bakabilir.
http://acetobalsamico.blogspot.com/2009/11/ks-soylesileri-2-mehmet-demirkol_11.html
Ancak asil mesele Mehmet Demirkol'a sorulan sorunun cevabi.Gençlerbirligi'ne sempati duydugunu bilsem de Fenerbahçe'li sonuçta bu adam fakat bu soruya Fenerbahçe'nin sampiyonlar Ligi finali gibisinden bi cevap vermek yerine asagidaki cevabi vermesi Gençlerbirligi'nin gönlündeki yerinin çok özel oldugunu gösteriyor.Çok hosuma gitti dogrusu.
Berk: Hayatinin sonuna kadar sadece son bir maç izleme hakki olsa, hangi takimlarin maçini hangi stadta canli olarak izlemek ister?
Güzel soru. Gerçekten mi? Sadece 1 mi? O zaman, Gençlerbirligi bir büyükle oynuyor. Kazanan sampiyon olacak!Yillar önce Bülent bürosunda söylemisti bize Mehmet Demirkol'un facebook'unda kocaman Gençlerbirligi logosu var diye. Tanil abi biraz daha bastirirsa hepimizden fanatik olacak vb.
Demek ki Tanil Hoca islemi tamamlamis.
Müsait oldugu bir gün tribünde agirlasak Demirkol'u. Acaba bu mümkün mü Bülent. Sen istediginde yapamayacagin bisey yoktur. Demirkol'un verdigi cevap beni çok etkiledi. Sonuçta hepimizin kurdugu hayali o da kuruyormus.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
adem_erkocak
Site Admin
Kayıt: Apr 22, 2008
|
Tarih: 2009-11-12 21:09:10
Mesaj konusu:
|
|
|
"fatih_salman"]"ozhan_yuksel"]Aceto ünlü konuklarla 'kis söylesileri' adinda söylesiler yapmaya basladi.Okurlar soruyor haftanin konugu cevapliyor.ilk konuk Okay Karacan'di.Bu hafta ise Mehmet Demirkol sorulari cevapladi, tamamini okumak isteyen surdan bakabilir.
http://acetobalsamico.blogspot.com/2009/11/ks-soylesileri-2-mehmet-demirkol_11.html
Ancak asil mesele Mehmet Demirkol'a sorulan sorunun cevabi.Gençlerbirligi'ne sempati duydugunu bilsem de Fenerbahçe'li sonuçta bu adam fakat bu soruya Fenerbahçe'nin sampiyonlar Ligi finali gibisinden bi cevap vermek yerine asagidaki cevabi vermesi Gençlerbirligi'nin gönlündeki yerinin çok özel oldugunu gösteriyor.Çok hosuma gitti dogrusu.
Berk: Hayatinin sonuna kadar sadece son bir maç izleme hakki olsa, hangi takimlarin maçini hangi stadta canli olarak izlemek ister?
Güzel soru. Gerçekten mi? Sadece 1 mi? O zaman, Gençlerbirligi bir büyükle oynuyor. Kazanan sampiyon olacak!Yillar önce Bülent bürosunda söylemisti bize Mehmet Demirkol'un facebook'unda kocaman Gençlerbirligi logosu var diye. Tanil abi biraz daha bastirirsa hepimizden fanatik olacak vb.
Demek ki Tanil Hoca islemi tamamlamis.
Müsait oldugu bir gün tribünde agirlasak Demirkol'u. Acaba bu mümkün mü Bülent. Sen istediginde yapamayacagin bisey yoktur. Demirkol'un verdigi cevap beni çok etkiledi. Sonuçta hepimizin kurdugu hayali o da kuruyormus.
geçen sezon oynadigimiz ve 1-0 kazandigimiz fenerbahçe maçi için mehmet demirkol ve bagis erten'i davet etmistim ama gelememislerdi... yalniz benimkisi kisisel bir girisimdi, belki alkaralar olarak yaparsak bir sonuç elde edebiliriz... ayrica demirkol artik sadece gençlerli benim bildigim kadariyla...
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
onurnazliaka
Site Admin
Kayıt: Non 0, 0000
|
Tarih: 2009-11-12 21:18:27
Mesaj konusu:
|
|
|
"adem_erkocak"]ayrica demirkol artik sadece gençlerli benim bildigim kadariyla...
iyi. O da Helal Yola girmis anlasilan. O cenahtan kimi yanimiza çeksek bu memleket adina kardir. :)
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2009-11-17 23:59:22
Mesaj konusu:
|
|
|
Krampon Yoksa Tas Var
"15 yil önce sag açigin kestigi ortayi hatirlarsiniz degil mi, 8 numaranin vurdugu kafayi, hani düsük konçlu bir futbolcunuz vardi, inceceydi, 5 yil önce o hakemin çikardigi kirmizi kart haksizdi." Sohbet konusu oyunsa; severiz biz degil mi eski maçlari? Futbol hafizalarina en çok güvenenler o muhabbetlerin krali olurlar masada. "Söyle lan Mehmet kim yaptirmisti o penaltiyi, hakemi kimdi 95'deki derbinin." sip diye verirler cevabi. Ya kendimize ait oyun hikayelerimiz. En son ne zaman vurduk topa? Ne zaman astik doksana? Kimin çelmesiyle dizimiz kanadi? Kim basti bilegimize tekmeyi?
itiraf edeyim kafa karistiran bir anketti. "Kramponunuz var mi?" sorusu ve "var/yok/vardi/hiç olmadi" siklari... Basit olan evet/hayir'di. Mantik aramayin zaten. Ben bir resmi görmek istedim. Bu oyunu seven her 3 insandan birinin hiç kramponu olmamis. Yine yaklasik her üç insandan biri o "vardi" sikkini seçerken; bize "Yahu bizden geçti, göbeklendik, evlendik, çoluk cocuga karistik" diyor ya da "Saha mi kaldi kardesim, uzun yillar oldu, hali sahalara geçtik" diye fisildiyor. Ve %27 "kramponum var" diyor. Bu; "Oynuyorum, vidalarin topraga, çime nasil tutundugundan, betona geçtiginde çikan sesten haberim var diyor" ya da "Bu oyunu çok sevdigimden bir çift aldim, bir gün lazim olur diye attim köseye"... Kimbilir... Elbette ki oy kullananlarin yasi, yasadigi yer de etkilemistir ama dedim ya sadece basit resmi görmekti amacim..
Lakin hepimizin bir formasi var, renkleri babadan, amcadan, kuzenden, mahalledeki çogunluktan, yasadigimiz sehirden, semtten vs. emanet. "Taraftarim" diyen kendi maçini oynuyor. Yillardir bu memleketin stadyumlarinda, salonlarinda ter döküp, maç kazaniyoruz. Biz kazandigimizi, bizim kazandirdigimizi düsünüyoruz. Sahadakilerin bir bok yedigi yok! Spor yapmayan bir ülkenin sporsever insanlari her hafta sonu makosenlerle doksana çakiyor, turnikeden bos dönmüyor. Siyah takimlarla penalti kurtariyor, blok yapiyor.
***
Mevsimi de cografyayi da degistireyim. Hollanda'ya çok gittim geldim son on yilda. Girdigim spor magazalarina bir daha, bir daha girdim. Reyonlarin arasinda kayboldum. O 2-3 katli devasa magazalarda agzim açik dolastim. Almanya'da, Fransa'da farkli miydi? Degil. insanlar spor yapiyorlardi orada. 80 yasinda bisikletin üzerinde alisverise gidenlere, babasini 59'unda ugurlamis bir ogul olarak imrenerek baktim. "Kalsa; biz de bir viraji beraber döner miydik iki teker üstünde?" diye hayal ettim. Olmayinca, bu hayali çocuklarima terk ettim. Onlara raket aldim, top aldim. Dagcilik malzemelerine, çesit çesit bisikletlere, çadirlara, futbol toplarina, kramponlara, basket potalarina, tenis raketlerine imrenerek baktim. Alacagim belli bile olsa, tek tek fiyatlarini inceledim. Hafta sonlarinda issizlasan ufak kasabalardan geçtim o ülkelerde. Yanyana dizilmis 5-6 futbol sahasi görünce, durdum izledim. Alisveris merkezlerini Pazar günü kapali tutan ülkelerin insanlarinin dagda, bayirda, çimde, suda, spor yaptigini gördüm...
Dönelim bizim buralara. Yakin zamanda Yigiter agabey ile Erenköy'de daldik bir sokaga, sahile dogru yürüyoruz. Alimli mi alimli bir bisiklet magazasi gördük. "iflas etmez mi agabey bu dükkan buralarda" oldu ilk lafim. Onca restoranin, Starbucks'un oldugu o semtlerde kaç spor magazasi var? Hiç düsündünüz mü? Ya da bu istanbul'da spor magazasi mi çok ;yoksa üç büyüklerin resmi ürünlerini satan magazalar mi?
***
Aranizda adale agrisi nedir bilmeyen var mi? Hani o ilk spora gittigimizde "Elim, ayagim tutmuyor" dedigimiz agri. Hani o hali saha maçindan sonra yanan bacaklar var ya! Hani o 5 km kostuktan sonra derman kalmayan ayaklar var ya! iste ondan. Derim ki; spor yapmayan, adale agrisindan bir kez olsun sabaha kadar uyumayan bir ülkenin insanlari ancak saldirir, taslar, zarar verir o sporculara.
Kim neyi hangi tribünden atmis, kim önce vurmus, kim kimi tahrik etmis? Önemi var mi? O adale agrisini çekmeyen; o çok hayran oldugumuz, duvarlarimiza posterlerini astigimiz sporculara saygi duyar mi? Anlar mi hallerinden? Baglari kopan bir dizden gelen sesi onlarin ömür boyu unutmadiklarini bilir mi?
simdi dün olanlara, yarin olacaklara hesabi kessinler. Suçlu dediklerine istedikleri cezayi versinler. Birileri içeride yatsin hatta. Bu memlekette vatandasina spor yapacak alan, zaman, akil ve huzur birakmayan ve de yaratmayan politikacilardir asil suçlu olan. Demokrasi nutuklari atip ülkeyi meydansiz birakan, "Yanyana iki futbol sahasi yaparsak, yarin burada miting yaparlar" diyen yönetenlerdir o suyu da, tasi da atan. Gidin bakin semtinizde futbol sahasi var mi? Mesela gidin Kalamis'taki spor sahalarinin kapisindaki asma kilitleri görün. Evet ben dahil çoklarimiz, o kosu bantlarinin üzerinde tik nefes kalirken neden dagda, bayirda kos(a)madigimiza ve o fitness salonlarina kucak dolusu para ödedigimize basalim aci kahkahayi. Kimse "Neden kramponun yok?" diye soramaz kimseye bu ülkede. Hakki yok kimsenin sormaya...
***
Bu sabah De Nigris öldü. Biri diyor ki: "Çok severdim. Hep takimima alirdim. Finishing'i 20 idi oyunda."
Sormadim "Kramponun var mi?" diye...
http://acetobalsamico.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
serkan_gungordu
Site Admin
Kayıt: Aug 08, 2002
|
Tarih: 2009-11-20 01:44:19
Mesaj konusu:
|
|
|
"ozhan_yuksel"]Krampon Yoksa Tas Var
"15 yil önce sag açigin kestigi ortayi hatirlarsiniz degil mi, 8 numaranin vurdugu kafayi, hani düsük konçlu bir futbolcunuz vardi, inceceydi, 5 yil önce o hakemin çikardigi kirmizi kart haksizdi." Sohbet konusu oyunsa; severiz biz degil mi eski maçlari? Futbol hafizalarina en çok güvenenler o muhabbetlerin krali olurlar masada. "Söyle lan Mehmet kim yaptirmisti o penaltiyi, hakemi kimdi 95'deki derbinin." sip diye verirler cevabi. Ya kendimize ait oyun hikayelerimiz. En son ne zaman vurduk topa? Ne zaman astik doksana? Kimin çelmesiyle dizimiz kanadi? Kim basti bilegimize tekmeyi?
itiraf edeyim kafa karistiran bir anketti. "Kramponunuz var mi?" sorusu ve "var/yok/vardi/hiç olmadi" siklari... Basit olan evet/hayir'di. Mantik aramayin zaten. Ben bir resmi görmek istedim. Bu oyunu seven her 3 insandan birinin hiç kramponu olmamis. Yine yaklasik her üç insandan biri o "vardi" sikkini seçerken; bize "Yahu bizden geçti, göbeklendik, evlendik, çoluk cocuga karistik" diyor ya da "Saha mi kaldi kardesim, uzun yillar oldu, hali sahalara geçtik" diye fisildiyor. Ve %27 "kramponum var" diyor. Bu; "Oynuyorum, vidalarin topraga, çime nasil tutundugundan, betona geçtiginde çikan sesten haberim var diyor" ya da "Bu oyunu çok sevdigimden bir çift aldim, bir gün lazim olur diye attim köseye"... Kimbilir... Elbette ki oy kullananlarin yasi, yasadigi yer de etkilemistir ama dedim ya sadece basit resmi görmekti amacim..
Lakin hepimizin bir formasi var, renkleri babadan, amcadan, kuzenden, mahalledeki çogunluktan, yasadigimiz sehirden, semtten vs. emanet. "Taraftarim" diyen kendi maçini oynuyor. Yillardir bu memleketin stadyumlarinda, salonlarinda ter döküp, maç kazaniyoruz. Biz kazandigimizi, bizim kazandirdigimizi düsünüyoruz. Sahadakilerin bir bok yedigi yok! Spor yapmayan bir ülkenin sporsever insanlari her hafta sonu makosenlerle doksana çakiyor, turnikeden bos dönmüyor. Siyah takimlarla penalti kurtariyor, blok yapiyor.
***
Mevsimi de cografyayi da degistireyim. Hollanda'ya çok gittim geldim son on yilda. Girdigim spor magazalarina bir daha, bir daha girdim. Reyonlarin arasinda kayboldum. O 2-3 katli devasa magazalarda agzim açik dolastim. Almanya'da, Fransa'da farkli miydi? Degil. insanlar spor yapiyorlardi orada. 80 yasinda bisikletin üzerinde alisverise gidenlere, babasini 59'unda ugurlamis bir ogul olarak imrenerek baktim. "Kalsa; biz de bir viraji beraber döner miydik iki teker üstünde?" diye hayal ettim. Olmayinca, bu hayali çocuklarima terk ettim. Onlara raket aldim, top aldim. Dagcilik malzemelerine, çesit çesit bisikletlere, çadirlara, futbol toplarina, kramponlara, basket potalarina, tenis raketlerine imrenerek baktim. Alacagim belli bile olsa, tek tek fiyatlarini inceledim. Hafta sonlarinda issizlasan ufak kasabalardan geçtim o ülkelerde. Yanyana dizilmis 5-6 futbol sahasi görünce, durdum izledim. Alisveris merkezlerini Pazar günü kapali tutan ülkelerin insanlarinin dagda, bayirda, çimde, suda, spor yaptigini gördüm...
Dönelim bizim buralara. Yakin zamanda Yigiter agabey ile Erenköy'de daldik bir sokaga, sahile dogru yürüyoruz. Alimli mi alimli bir bisiklet magazasi gördük. "iflas etmez mi agabey bu dükkan buralarda" oldu ilk lafim. Onca restoranin, Starbucks'un oldugu o semtlerde kaç spor magazasi var? Hiç düsündünüz mü? Ya da bu istanbul'da spor magazasi mi çok ;yoksa üç büyüklerin resmi ürünlerini satan magazalar mi?
***
Aranizda adale agrisi nedir bilmeyen var mi? Hani o ilk spora gittigimizde "Elim, ayagim tutmuyor" dedigimiz agri. Hani o hali saha maçindan sonra yanan bacaklar var ya! Hani o 5 km kostuktan sonra derman kalmayan ayaklar var ya! iste ondan. Derim ki; spor yapmayan, adale agrisindan bir kez olsun sabaha kadar uyumayan bir ülkenin insanlari ancak saldirir, taslar, zarar verir o sporculara.
Kim neyi hangi tribünden atmis, kim önce vurmus, kim kimi tahrik etmis? Önemi var mi? O adale agrisini çekmeyen; o çok hayran oldugumuz, duvarlarimiza posterlerini astigimiz sporculara saygi duyar mi? Anlar mi hallerinden? Baglari kopan bir dizden gelen sesi onlarin ömür boyu unutmadiklarini bilir mi?
simdi dün olanlara, yarin olacaklara hesabi kessinler. Suçlu dediklerine istedikleri cezayi versinler. Birileri içeride yatsin hatta. Bu memlekette vatandasina spor yapacak alan, zaman, akil ve huzur birakmayan ve de yaratmayan politikacilardir asil suçlu olan. Demokrasi nutuklari atip ülkeyi meydansiz birakan, "Yanyana iki futbol sahasi yaparsak, yarin burada miting yaparlar" diyen yönetenlerdir o suyu da, tasi da atan. Gidin bakin semtinizde futbol sahasi var mi? Mesela gidin Kalamis'taki spor sahalarinin kapisindaki asma kilitleri görün. Evet ben dahil çoklarimiz, o kosu bantlarinin üzerinde tik nefes kalirken neden dagda, bayirda kos(a)madigimiza ve o fitness salonlarina kucak dolusu para ödedigimize basalim aci kahkahayi. Kimse "Neden kramponun yok?" diye soramaz kimseye bu ülkede. Hakki yok kimsenin sormaya...
***
Bu sabah De Nigris öldü. Biri diyor ki: "Çok severdim. Hep takimima alirdim. Finishing'i 20 idi oyunda."
Sormadim "Kramponun var mi?" diye...
http://acetobalsamico.blogspot.com/
Süper ya, ikna oldum, herseyin nedeni bu yazinin içinde...
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2010-04-02 21:22:34
Mesaj konusu:
|
|
|
"EV YEMEgi", "ÜÇGENLER" ve "GALATASARAY"
Simon Kuper'in gecenlerde Financial Times'da FC Barcelona'nin basarisinin kaynagina isaret ettigi bi yazisi vardi. Anlamini bozmadan tercüme etmeye calistim.
Bir sistemin nasil kuruldugu, edinilen yetinin kulüpte hangi süreclerden gectigi konusunda önemli noktalara deginiliyor yazida.
http://www.ft.com/cms/s/2/30569ebe-c003-11de-aed2-00144feab49a.html
Barca'nin muzaffer gencleri icin "Ev Yemegi" ve "Ücgenler"
"Sokaktan iceri girebiliyorsun. Futbolun en iyi altyapisinin evi tuglalardan yapilmis eski bi ciftlik evi olarak Barcelona'nin sehir merkezinde. Iceride kahve servisiyle dostca karsilaniyorsunuz. Masia - FC Barcelona'nin altyapi akademisi, Katalan dilinde ciftlik evi demek - AC Milan'in efsane idman tesisleri Milanello'yu andiriyor. Iki tesis de insanlarin arkadaslariyla sürekli takildigi basit mahalle kahvesi(kantin tercümesi bize uymuyor) gibiler. Fakat Masia'yi tek yapan bi sey var: Su anda bitisikteki kapi olan Nou Camp'da oynayan Dünya'nin en iyi takiminin yarisi onlarin üretimi. Lionel Messi, Xavi, Iniesta ve Puyol bu ciftlik evinden geliyorlar. Aynen Liverpool kalecisi Reina'nin, Arsenal'li Fabregas'in, Everton'lu Mikael Arteta'nin oldugu gibi. Beraber dünyanin en iyi 11'lerinden biri olabilirler. Sansima, Barcelona altyapi akademisinin 3 görevlisiyle (Alpert Capellas, Ruben Bonastre ve Scout ekibinin CEO'su Pep Boade) Masia'nin basarisinin sirrini benimle paylasmalari icin ayni masaya oturuyoruz.
Ciftlik evinin ayaga kalkisi Johan Cruyff'un Barcelona'yi calistirdigi dönemde1990'da basliyor. Büyük futbolcu olan Cruyff'un belki de asil yetenegi genc futbolculari yetistirmesiydi. O dünyanin en iyi 3 futbol akademisinin 2'sini Ajax'in ve Barcelona'nin altyapi akademilerini (3. olarak sayilan Sao Paulo altyapi akademisi herseyden bagimsiz bi fenomendir) kurmustur. Cruyff Barcelona'da futbolcularin paslasma eksersizleri yaptigi kisa idman programlari baslatmisti. Ona göre futbol saha icinde ücgenler kurarak paslasma saglamaktan ibaretti. Eger bi futbolcu bunu becerebiliyorsa, Cruyff onu takimina aliyordu. Bu Cruyff'la ve onun döneminden sonra da Barcelona'nin temel prensibi oldu. Capellas tekrar vurguluyor:
"Futbolcular sürekli ücgeni bulmak zorundalar".
Masia sadece iyi futbolcular üretmekten ziyade, iyi cocuklar, iyi insanlar üretmenin de cabasinda. "Bizler altyapimizdaki 50 cocugumuzla aile gibiyiz, onlara ailemizden birileri gibi davraniyoruz" diyor Boade ve bu gercekten de yapmacik, laf olsun diye söylenilen bir sey degil. Bir cok altyapi akademisi militer kurallara göre isliyor, fakat Barca altyapi koclari cocuklarini iyi yetistirmeye calisan Katolik anneler gibiler. Barca ailesinde cocuklar ev yemegi yerler, derslerine cok calisirlar, ve tavir ve davranislarina dikkat ederler. Altyapidaki bi baska oyuncu akademiden ayrilmak zorunda kalirsa, bir digeri ondan daha iyi olmasini suc kabul edip aglayabilir bile.
Bu cocuklar dünya yildizi olduklarinda bile bu ciftlik evine gelirler. Boade "Messi ve Iniesta yemek yemeye gelirler. Anne babalarina yaptiklari gibi bizlere problemleriyle gelirler." diyor ve Bonastre ekliyor: "Messi, Iniesta, Valdes normal cocuklar. Biz onlarin zaferlerini de, sefaletlerini de biliyoruz."
FC Barcelona A Takimi ailenin bi ucu. Masia'nin yemek salonunun beyaz duvarinda 1988 yilindan bi foto var. 20 tane uzun sacli cocuk. En inceleri, Josep Guardiola, Barcelona'nin su anki teknik direktörü. Digerlerinden ikisi de Aureli Altimira ve "Tito" Vilanova, Guardiola'nin su anki yardimcilari. "Cember yuvarlak" diyor Capellas. Burada yetisenler burada ise girip, burayi yönetiyorlar, diyerek ekliyor ve devam ediyor Capellas, "Guardiola Masia'daki her cocugun kaliteleri hakkinda bilgi sahibi. Simdiden 3 yil sonra kimin A takimda oynayabilecegini düsünüyor"
"Guardiola'nin kapisi Akademi koclarina her zaman acik" diyor Capellas ve bu siki isbirligi cok meyve veriyor. "Her teknik direktör Messi'yi kendi takimina koyardi, cünkü o bir futbol dehasi. Fakat Pedro bi star degildi. Guardiola onu cok iyi biliyordu. Bu onun sansiydi." Barcelona'nin kendine koydugu hedef A takiminin yarisini Masia'dan cikan oyunculardan olusturmak, bu kisa süre icerisinde yüzde 60'a da cikabilir.
Eger yeni bi genc yildiz Barca A takimina katiliyorsa, Masia'nin altyapi koclari Iniesta'ya "Ona iyi bak" diyebilir ve Iniesta da "Merak etmeyin, kendisi emin ellerde" diye cevap verebilir. "Bu yüzden yetistirdigimiz oyuncularimiz A takimda oynamayi daha kolay buluyorlar, cünkü orada Xavi veya Iniesta'yla oynamak altyapidaki oyuncularla oynamaktan daha kolay." diye Bonastre. Belki de Nou Camp'i yakindan bilmeleri de Masia cocuklarinin sirridir: "Yatakhaneleri bile Nou Camp'in icinde"
Bir kac büyük takim daha belki kendi genclerine bu sansi sunma cesaretini gösteriyorlardir. Mesela Barca genc takimi Real Madrid genc takimiyla karsilastiginda, her iki takimin oyuncularinin esit kalitelerde oldugunu söyleyebilirsiniz ama Real Madrid altyapisindaki bi gencin A takima cikmasi cok ender rastlanilan bi durum. Bütün bunlar FC Barcelona'nin propagandasi gibi duruyor, ama gercek: Masia'nin daha iyi isledigi.
Bunun ispati her hafta Nou Camp'da: "Ücgenler ve kendi üretimi olan futbolcularla kazanilan galibiyetler, zaferler"
http://vliegendenederlander.blogspot.com
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
gokhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Feb 05, 2008
|
Tarih: 2010-04-06 18:24:34
Mesaj konusu:
|
|
|
Gerginligi ve stresi devam eden Messi sonunda Xavi'nin baskilarina dayanamaz ve psikologa gider. O psikologa Fabregas'i sikayet ederken Henry de babasina tavir koymak için evi terk etmistir. Terapi seanslari sirasinda Iniesta'nin evlilikle ilgili sorunlari oldugu da ortaya çikar. Bu durum iliskisine yansimaya baslayacaktir.
Puyol ise Valdes'i maça götürüp pankart açarak sürpriz evlilik teklif etmeyi planlamaktadir. Bunu ögrenen Guardiola, evlilik teklifinden kaçmak için bahaneler uydurmaya baslar. Wenger kariyerine devam etmek için ise baslayinca bebek Song'a kalir. Kafeyi canlandirmak isteyen Pedro ve Bojan ise hafta sonlari açik büfe brunch düzenlemeye karar verir fakat ilk müsterileri sinirsiz yeme gücüne sahip Pique ve ailesidir.
http://acetobalsamico.blogspot.com/2010/04/papatyam.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
necdet_ozkazanci
Site Admin
Kayıt: Apr 22, 2003
|
Tarih: 2010-04-06 20:48:27
Mesaj konusu:
|
|
|
Barcelona-Arsenal maçi Star TV'de yayinlanmayacagi için D-Smart abonesi olmayanlar bu maçi izleyemeyecekler. Ama maçi yayinlayan kanallar arasinda Türksat 3A uydusundan yayin yapan Rustavi 2 de var. Ben, bu maçi Rustavi 2'den izlemeyi deneyecegim. Rustavi 2 açik bir kanal degil ama sanirim uydu alicilarina güncel yazilimlarini bilgisayardan yükleyerek açilabiliyor.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
erdem_ceydilek
Site Admin
Kayıt: Oct 03, 2003
|
Tarih: 2010-04-06 20:49:54
Mesaj konusu:
|
|
|
maçi izlemek isteyen ve kotasiz interneti olanlar maçs aatinde http://www.atdhe.net sitesini ziyaret edebilirler..
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2010-04-06 20:58:21
Mesaj konusu:
|
|
|
"erdem_ceydilek"]maçi izlemek isteyen ve kotasiz interneti olanlar maçs aatinde http://www.atdhe.net sitesini ziyaret edebilirler..
Atdhe'de terslik çikmasi durumunda www.fromsport.com ve www.rojadirecta.org'da alternatifler olsun.
Kotali neti olup yine de izlemek isteyenler için de 90 dakika 400 mb civari ediyor diye biliyorum ona göre hesabi yapabilirler.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
necdet_ozkazanci
Site Admin
Kayıt: Apr 22, 2003
|
Tarih: 2010-04-06 22:43:55
Mesaj konusu:
|
|
|
Uydu alicisini ayarlayana kadar Barcelona'nin ve Arsenal'in birer golünü kaçirdik. Bu aksam futbola doyacagiz gibi... ilk devre Barcelona'nin 3-1 galibiyetiyle kapandi. Messi hattrick yapti. Dörtrick, Bestrick ve ardindan da hösttricke dogru gidiyor... :wink:
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
halil_fide
Site Admin
Kayıt: Dec 24, 2009
|
Tarih: 2010-04-06 23:02:43
Mesaj konusu:
|
|
|
"necdet_ozkazanci"]Uydu alicisini ayarlayana kadar Barcelona'nin ve Arsenal'in birer golünü kaçirdik. Bu aksam futbola doyacagiz gibi... ilk devre Barcelona'nin 3-1 galibiyetiyle kapandi. Messi hattrick yapti. Dörtrick, Bestrick ve ardindan da hösttricke dogru gidiyor... :wink:
Necdet Agabey birakiniz Messi yapsin Birakiniz etsin ..samp Ligi fantezi takimimin kaptani.. :wink:
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
necdet_ozkazanci
Site Admin
Kayıt: Apr 22, 2003
|
Tarih: 2010-04-06 23:50:56
Mesaj konusu:
|
|
|
"halil_fide"]"necdet_ozkazanci"]Uydu alicisini ayarlayana kadar Barcelona'nin ve Arsenal'in birer golünü kaçirdik. Bu aksam futbola doyacagiz gibi... ilk devre Barcelona'nin 3-1 galibiyetiyle kapandi. Messi hattrick yapti. Dörtrick, Bestrick ve ardindan da hösttricke dogru gidiyor... :wink:
Necdet Agabey birakiniz Messi yapsin Birakiniz etsin ..samp Ligi fantezi takimimin kaptani.. :wink:
Tabii Halil. Biz bunlara bir sey demiyoruz. Neticede Messi bizim Polatlispor'un kaptani ayni zamanda... Bu arada Bentder de bir gol atti. Böylece Polatlisporlu iki topçu maçin 5 golünü atmis oldu. Daha ne olsun! Ah bir de ikinci yarida Bentder'in o kafa sutu direkten dönmeseydi ve Messi topla beraber ceza sahasina daldigi bir pozisyonda çalim yaparkene topu ezmeyip de gol yapsaydi dadindan yenmeyecekti... :wink:
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
Baris_Ugurlu
Site Admin
Kayıt: Oct 27, 2007
|
Tarih: 2010-04-10 02:47:49
Mesaj konusu:
|
|
|
[img:131ccd2263]http://2.bp.blogspot.com/_ItnzyFwIX24/S7-ukMf47CI/AAAAAAAABxw/uq3KItY74w4/s1600/afrika+modasi.jpg[/img:131ccd2263]
http://www.scugnizzi.org/2010/04/futbolda-afrika-modas.html
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
fatih_salman
Site Admin
Kayıt: Jul 14, 2006
|
Tarih: 2010-04-10 13:15:35
Mesaj konusu:
|
|
|
"Baris_Ugurlu"][img:2f4143d6a6]http://2.bp.blogspot.com/_ItnzyFwIX24/S7-ukMf47CI/AAAAAAAABxw/uq3KItY74w4/s1600/afrika+modasi.jpg[/img:2f4143d6a6]
http://www.scugnizzi.org/2010/04/futbolda-afrika-modas.html
Muhtesem...
Karabüksporlular hariç hepsini izledim ve net hatirliyorum.
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2010-04-10 19:11:24
Mesaj konusu:
|
|
|
Olaylari farkli bir açidan sorgulayan ve üzerine düsündüren bir Daghan Irak yazisi.
Barcelona neden tehlikelidir?
Barcelona’nin rengini seviyor olabilirsiniz, Beguiristain’in ismi hosunuza gidiyor olabilir, stadini begeniyor olabilirsiniz. Sevdiginiz biri Barcelonalidir, sevdiginiz biriyle Barcelona’da tanismissinizdir. Messi’nin futboluna bayiliyorsunuzdur, Guardiola’nin yelegini seviyorsunuzdur. Küçükken simsek Santrafor’daki Kai’ye, forvetteki uzun yeleli arkadasi Bettaga’ya özenmissinizdir, veyahut Pablitolar’dan biri olmak istemissinizdir. Ya da hiçbir nedeni yoktur, bir gün “haydi ben de Barcelona’yi tutayim” demissinizdir. Bu yazida anlatacaklarimin sizinle hiçbir alakasi yok.
Çogumuz takim tutmaya küçükken basliyoruz, o zaman hangi takimi neden tuttugumuzun çok da mantikli nedenleri olmayabiliyor. Mesela ben Besiktas’i tutmaya basladim, çünkü benim bütün ailem Besiktasli; onlar Besiktasli çünkü benim rahmetli dedem Diyarbakir’da top oynarken oynadigi takimin rengi siyah-beyazmis. Eger sari-lacivert bir takimda oynasaymis belki de hepimiz Fenerli olacakmisiz. Evet, bizim ailemiz emekçi ailesidir, altmis bes yil Besiktas’a çok yakin bir semtte oturmustur ama Besiktasli olmamizin tek nedeni dedemizin oynadigi Diyarbakir’daki siyah-beyazli takimdir.
Büyüyünce destekledigimiz takimlar ise çogu kez o kadar tesadüfi olmuyor, özellikle de belli bir hayat durusunu korumaya çalisiyorsak. Mesela ben AEK’liyim. Çünkü AEK, benim sehrimden olan ama benim sehrimden sürülmüs insanlarin takimi. AEK’i seviyorum çünkü beni istanbul’dan gönderseler delirmemi belki bir tek futbol engellerdi, AEK’i kuranlari, ilk taraftarlarini o yüzden anliyorum. Üstelik Atina’dayken de kendimi evimde hissetmeyi seviyorum. Neden PAO ya da Olympiakos degil de AEK, çünkü kim oldugumu biliyorum ve kendimi oraya ait hissediyorum.
Benim Barcelona’yla ve Barça’yi sonradan tutmaya baslayanlarla sorunum da tam burada basliyor. Barcelona, Franko döneminde yasadigi baskilardan kalma bir aliskanlikla bir muhalif kulüp olarak taniniyor. Eh, bizim ülkemizde de Franko yoksa bile, Frankettin’lerin (esprinin orijinali Pinochettin’dir ve Ferhan sensoy ustamiza aittir) oldugunu düsünürsek, insanlarin Barcelona’nin Franko’ya karsi koyusuna sempati duymasi anormal degil. Ben de Barcelona’yi sevmeyen biri olarak o sempatiyi en az Barça taraftarlari kadar duyuyorum. Ancak…
1930′larda yasanmis bu olay nedeniyle Barcelona’yi hâlâ özgürlükçülügün bayragi olarak görüp, Real’den de sirf Franko’nun dümen suyuna girdi diye hâlâ nefret etmek, benim algi sinirlarimin disina düsüyor. Öncelikle tarihi baglantilari saglamlastirarak baslayalim. Her seyden önce ispanya’nin eli kanli diktatörü Franko’nun el attigi ilk kulüp Real Madrid degildi. Büyük ihtimalle 1934′te Benito Mussolini’nin italya Millî Takimi’ni propaganda araci olarak kullanmasindan etkilenen diktatör, ilk olarak devletle organik baglari bulunan Atletico Aviacion’a, yani Atletico Madrid’e yönelmisti. Ancak Atletico, Madrid’te azinlik kulübüydü ve böylelilkle daha popüler olan Real Madrid’e yönelmesi gerekti. Bu noktada Real’in gönüllü olup olmamasi çok da önemli degildi, tipki Hitler isçi kulübü Schalke’yi ele geçirdiginde mavi-beyazlilarin gönüllü olmamasinin önemli olmadigi gibi. Bugün Schalke’nin Nazi kulübü olarak geçirdigi yillar çok fazla dile dolanmiyor, Real’in Franko yandasligi ise sonradan Barça’li olanlarin dilinden düsmüyor. Bunun nedenlerine az sonra deginecegim.
Tarihi perspektife oturturken, anakronizmden de uzaklasmak gerekiyor. Eger bugün gözümüzü kapadigimizda Real’i Franko’nun kulübü, Real’lileri Frankist, Barcelona’yi da 1930′lardaki direnis kulübü olarak görmek anlamsiz, çünkü ne Real 70-80 yil öncesinin Real’i, ne Barça 30′larin Barça’si, ne de dünya 1930′larin dünyasi. Üçüncü dünyanin kenarindaki ülkemizde Real ve Barça taraftarlarinin 1930′larda olanlar nedeniyle birbirlerini girtlaklamalari, bu iki kulübün günümüzde hem kimlik, hem de çikar ortakliklari içinde olmalarini engellemiyor. Çünkü artik ne Real, ne de Barça yalnizca bir futbol kulübü. Tipki Barcelona’nin sloganindaki gibi FCB bir kulüpten çok daha fazlasi; o bir holding, bir ekonomik varlik ve serbest piyasanin tahakkümünün yarattigi endüstri futbolunun bir devi. Real de öyle. Türkiye’deki, Romanya’daki, Macaristan’daki FCB ve Real taraftarlari birbirleriyle atisirken, bu iki kulüp endüstriyel futbolun çikarlarini savunmak için çogu platformda beraber çalisiyor, küçük ülkelerin takimlarinin önünü beraber kesiyor. G-14′ün iki kurucu üyesinin çikar ortakligini görmemek için kapitalizmi gerçekten hiç anlamamis olmak gerekiyor.
Türkiye’de “El Classico”nun pesinden kosulmasinin tarihi özel televizyonlarin ispanya Ligi yayin haklarini almasina dayaniyor. Ne zaman ki ispanya Ligi, Türkiye’ye girdi, El Classico’su, Pichichi’si, Frankist Real’i, direnisçi Barça’si da birer metâ hâline geldi burada. Bu dünyanin hemen her yerinde böyle. Endonezya’da da Franko’ya dis bileyen Barça’lilar, FCB’yi Katalan milliyetçiligiyle suçlayan Realliler var. Bunlar destekledikleri kulübü kendi hayat görüsleriyle uyumlu hâle sokmak için çatismayi katilastirdikça, ironik bir sekilde bundan iki kulüp de kazaniyor. Bugün Türkiye’de televizyon programinda gençlerin “Real Franko’cudur” diye Katalanlar’dan bile fazla köpürmesi, ispanya Ligi’nin ülkedeki pazar degerini arttiriyor. Bundan Barça kadar Real de kazaniyor. Real’in bundan gocunacagini hiç sanmam. Schalke’nin Nazi geçmisini, Real’in Franko’yla iliskisi kadar takmayisimiz da bundan. Bundesliga o kadar “prezantabl” degil çünkü. Bir gün Alman Ligi de La Liga gibi agresif bir endüstriyelligin içine girerse yarin öbür gün de birbirimizi Schalke-Dortmund diye yeriz.
Takim tutmak, maçi takim tutarak izlemek güzeldir. Ama sirket tutmak tehlikelidir. Siz iki sirketlesmis endüstriyel futbol yapisindan birini ütopiklestirip, öbürünü seytanlastiriyorsaniz, sonunda yine endüstri futboluna hizmet edersiniz, hangisinin melek, hangisinin seytan oldugunun da önemi yoktur. Onlarca sponsoru olan, biri senede 400, öbürü 350 milyon Avro kazanan iki kulübün, kurallari tamamen serbest piyasa kosullari tarafindan belirlenen bir futbol ortamindaki rekabeti romantik olmanin çok ötesindedir. Ancak bunun romantik olarak algilanmasi sayesindedir ki, bu kulüpler bu paralari kazanabiliyorlar. Yani, Real’le Barça, Fiji’de, Çad’da, Türkiye’de, Kore’de insanlar El Classico diye birbirilerini yedigi için dünyanin en çok kazanan iki takimi.
Barça’yi ya da Real’i tutabilirsiniz, benim için hiçbir sakincasi yok. Ama bunu endüstriyel futbol, kapitalizm ya da tahakküm karsiti bir baglama oturtmak faüllü. Barcelona dedigimiz 1930′larin direnis kulübü degil, bundan iki sene önce Messi’ye “Olimpiyat’a gidemezsin, burada ön eleme oynayacaksin, sen benim malimsin” diyen kulüp. Kaldi ki 1974′te Franko’ya “onur madalyasi” takan tek kulüp olma onuruna erisen (!) Barcelona’nin direnis hikayesinin tutarliligi da epeyce tartisilir. Ayni sey baska kulüpler için de geçerli. Manchester United’in maça gidebilen zengin azinliginin stadyumlarda Newton Heath atkilari takmasi kadar sinir bozucu çok az sey var, çünkü Newton Heath’i kuran isçiler bugün o stadyuma adimlarini bile atamazlardi. Newton Heath taraftarlarinin bugünkü karsiligini olusturan FC United taraftarlarini hainlikle suçlayanlarin, bugün yesil-sari renklere bürünmesi biraz iki yüzlülük degilse nedir, bilemiyorum. ispanya ve ingiltere’nin büyük kulüpleri ruhlarini sermayeye satali çok oldu. Üstelik simdi o sirtlarini döndükleri tarihlerinin parçalarini pazarlamaktan da çekinmiyorlar. Barcelona’nin muhalifliginin, United’in emekçiliginin artik nakte tahvil edilen bir etiketten baska bir gerçekligi yok. Hatta Real’in, Chelsea’nin, City’nin daha dürüst oldugunu bile söylemek mümkün. Onlar hiç degilse mazlum olduklarini hiçbir zaman iddia etmediler.
Dedigim gibi, herkes istedigi takimi tutmakta özgür. Ama bunu anti-kapitalistligimizin bir nisanesi gibi açik etmeye niyetliysek o zaman biraz dürüst olalim. Endüstri futbolunun yol açtigi adaletsizligi bilirken, büyük kulüplerin on yasinda çocuklari sömürgeci mantigiyla toplayip getirmesini elestirirken, endüstriyel futbolun en büyük yapilarini olmadiklari seylerle mesrulastirmaya çalismak dogru degil. Çünkü endüstriyel futbolu romantiklestirdigimizde, aslinda kapitalizmi romantiklestiriyoruz. Bu çok tehlikeli ve bizden yapmamizi istedikleri sey tamamen bu.
Daghan Irak
http://www.daghanirak.com/?p=454
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2010-05-02 23:47:53
Mesaj konusu:
|
|
|
Asiydi Kral oldu: Eric Cantona
Amazon'dan rahatlikla bulabileceginiz bir kitap: Cantona The Rebel Who Would Be King. Acayip Cantona hikayeleri var. Internetten babam çiksa yerim ama kitap almayi sevmiyorum. Kitaba dokunmak lazim almadan önce! Neyse ki ibrahim Altinsay, Fransa'dan So Foot getirdi. Bana yazmak, size okumak düsüyor!
Canto 17 yasinda
1983-84 sezonu Auxerre'in rezerv takimi Cournon-Le-Cendre diye amatörlerden olusan bir takimla oynuyor. Efsane teknik adam Guy Roux da maçi izliyor. Stoperlerden biri Cantona'ya bir pozisyonda çok sert giriyor. Biraz sonra bir 'kasap' müdahelesi daha.... Hakemde de çit yok. Bu sefer Cantona rakibine yanit veriyor ve o oyuncu maça devam edemiyor! Diger futbolcular Cantona'ya acayip gicik oluyor. Maçtan sonra soyunma odasini basiyorlar ve kapiya Roux çikiyor.
- Ne bekliyorsunuz?
- Cantona'yi...
- Bakin beni iyi dinleyin ona zarar verirseniz sizi polise sikayet ederim ve geceyi karakolda geçirirsiniz. Ha o size zarar verirse aglamayin sakin.
- Biz 10 kisiyiz.
- Peki görürsünüz...
O sirada Cantona kapidan çikar polemige girmeden çantasiyla birine geçirir. Diger ikisine yumruk atar. Kavga baslamistir. O sirada Roux güçlü bir ses tonuyla "Durun" diye bagirir ve ekler: "simdi yaralananlar varsa onlari tedavi edecegiz." Herkes soyunma odasina girer. Roux elini inciten Cantona dahil gerekli müdahaleleri yapar. 'Kral' sanki iki dakika önce kimseyle kavga etmemis gibi adamlarla yan yana oturmaktadir!
Canto Polonya'da
Auxerre 1985 yilinda Polonya'da bir turnuvaya katiliyor. Mielec kentindeki maçta Cantona müthis bir gol atiyor ama taraftarlar acayip kil oluyor. Tam takim soyunma odasina gidecekken tribünden biri yumurtta atiyor. Cantona'nin delirecegini anlayan Roux oyuncusunu tutuyor ama nafile! Roux, Cantona'nin sirtinda kendini bir anda tribünde buluyor. Cantona tribündekilere -madenciler bu arada!- tek tek kim atti diye soruyor. Roux: "Allahtan bulamadi yoksa oradan çikamazdik."
Canto PSG görüsmesi
22 yasindaki Eric bir gün o zamanki PSG baskani Francis Borelli'nin ofisine gider. Transfer görüsmesi baslayacakken Cantona, Borelli'ye "Bu tablo acayip güzel" der. Borelli'de nezaketen "istersen senin olsun" der. Görüsmenin ardindan Cantona kolunun altinda tabloyla kapidan çikar! O yaz da imzayi Marsilya'ya atar!
Canto'dan Jacquet'ye
Euro 96'in birkaç ay öncesi Cantona'nin kung-fu cezasi yeni bitmis. Fransizlar dönemin hocasi Aime Jacquet'ye büyük baski yapiyorlar yildizi takima alsin diye. Jacquet de kazanan takimi bozmak istemiyor. ikili bir görüsme yapiyor Manchester'da.
AJ: Takimda forvet arkasi bos orada oynamak ister misin?
EC: Hayir.
AJ: Bu cevabinin bazi sonuçlari olacak.
EC: ... (sessizlik)
AJ: Zidane veya Djorkaeff sakatlanirsa sana güvenebilir miyim?
EC: Tamam ama bu konuyu tartismadan önce beni bir arayin!
http://antoniobenerrivo.blogspot.com/
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2010-08-24 18:39:07
Mesaj konusu:
|
|
|
Süpürenler-Süpürülenler
Sporla hayati birlestiren baglari didiklemeye niyetliyseniz eninde sonunda - ama mutlaka- "yeni icat çikarmakla" suçlanirsiniz. Sporun hayatin farkli alanlarindaki kökleri istedigi kadar aleni ve hayati olsun, birileri çikar ve "cik cik cik" ritmi esliginde ayni sarkiya baslar. Bazen karsinizdakinin o kadar rahatsiz oldugunu hissedersiniz ki, aslinda bir damara basmakta oldugunuzu ister istemez fark edersiniz. "Bir kadin çikardiniz, olmaz bayandir o" diyen kaslarini çatan federasyon baskaninin ya da veteran spor yazarinin öfkesi, "dünyanin en saskin penaltisi, bayandan" diye baslik atan spor sitesinin "oh bayan yapmis, oh kadinlar futbol oynayamaz" minvalli isteri krizi, "spora politika sokmayin arkadasim" diye söylenen anonim kardesler korosunun hiddeti bu rahatsizligin kaynagini merak ettirir.
Hayatta sinif çeliskisini görmeden çok az seyi anlayabilirsiniz, spor da bu anlayabilecekleriniz arasinda degildir. Modern sporlarin tarihi, aslinda ezenlerin ve ezilenlerin tarihidir. 19. yüzyil sonunda keyfi için spor yapan zengin amatörlerin, ekmek parasi için spor yapan isçi sinifi profesyonelleri spor alanlarindan kovma çabasini, Olimpiyatlar'daki profesyonel sporcu yasaginin sirf bu yüzden konulmus olmasini baska neye dayanarak açiklayacaksiniz? Ya da bugün yillik ücreti bir asgari ücret olan o sifreli kanallarda agizlarinda cips kirintilariyla Premier Lig izlerken "spora siyaset sokmayin" diye söylenenler, o izledikleri Manchester United'in, Arsenal'in, West Ham'in isçiler spor yapmasin diye üyelik aidatlarini isçi maaslarinin alti katina yükselten ingiliz burjuvazisine karsi kuruldugunu nasil yadsiyacaklar?
Haydi tarihi birakalim, günümüze bakalim. Günümüzde sporun, özellikle de futbol gibi popüler dallarin tamamen bir güç iliskisi üzerine kuruldugunu nasil görmezden gelebiliriz? Son yirmi yilda iflas eden, kapanan köklü kulüpleri; arkasina siyasileri, zenginleri alip palazlanan baskalarini, her geçen yil çarpiklasan gelir dagilimini ve açilan makasi görmemek mümkün mü? Kaldi ki tek mesele bu da degil, paraya dayanan bu çarpik düzene en çok direnmesi gereken taraftar da artik baskalasmis durumda. Yillarca kulübü için top kosturmus futbolcusunun jübilesini doldurmazken iki tane yildiz transferin imza töreninde tribünleri tiklim tiklim dolduran taraftar, daha geçen sene korumalarini üstüne salan baskana "yetmez, çildirt bizi" diye cilve yaparken o harcanan paralarin eninde sonunda kendi cebine yansiyacaginin farkinda bile degil. O "millî gurur" saydigimiz "futbolumuzun marka degeri"nin futbolu sonunda yalnizca zenginlerin satin alabildigi bir "ürün" hâline getirmekte oldugunu göremiyoruz. Zira güce taparlik gözümüzü kör etmis vaziyette.
Güce taparlik kültürünün tek sakincasi ekonomik de degil. Aslinda daha önemli ve vahim olan sonucu, hepimizin spor algisina kapitalizmin "yalnizca güçlü olanin yasama hakki var" amentüsünü kazimasi. Birilerini "beslenme zinciri"nin en tepesinde görüyoruz ve onun digerlerini yok etme hakki olduguna inanmaya basliyoruz. Altta kaldigimizda yasadigimiz krizler de ondan, yukaridakinin bizi yok edecegini saniyoruz. Basari ölüm-kalim meselesi oluyor. Bunu yalnizca sporla, sahadakiyle açiklayabilmek mümkün degil.
Yalnizca "güçlü olan yasasin" algisi, spor dünyasini bir avuç egemenin keyfince yönetmesinin de önünü açiyor. "Kadinlar denmez ulen, bayanlar denecek" diyen de bu kafa, "götürün su Semanya'yi bakalim kiz miymis, erkek miymis" diyen de bu kafa. Bunun spor disindaki örneklerini görmek ve benzerligi tespit etmek de çok zor degil. Geçtigimiz hafta Taraf'ta çikan ve her satirindan homofobi damlayan o tüyler ürpertici Murat Kapkiner yazisindaki escinsellere yönelik "gayri fitrî" nefret ile escinsel oldugu söylenen Guti Besiktas'a geldiginde bir spor spikerinin yaptigi"bakalim otoyol kenarindan nasil uzak tutacaklar" göndermesi farkli kaynaklardan beslenmiyor. ikisinden de buram buram "bizim gibi olmayani ezelim" kaygisi yayiliyor. iste bu yüzden artik maç biletine parasi yetmeyen adamla direnisteki iSKi ve UPS isçilerinin derdi bir, iste bu yüzden sokak ortasinda katledilen travestiyle kardes olup, Guti'ye dil uzatana "kapa çeneni" demek gerekiyor. Çünkü bir avuç egemen kendileri gibi olmayan herkesi disari süpürmeye kalktiginda bu yalnizca spor sahalarinda olmuyor. En çok süpürülenler arasinda olmadiginizi sandiginizda süpürülüyorsunuz.
Daghan Irak
|
|
Başa dön
|
|
|
|
Yazar |
Mesaj |
ozhan_yuksel
Site Admin
Kayıt: Mar 29, 2007
|
Tarih: 2010-09-21 00:54:37
Mesaj konusu:
|
|
|
Schalke'ye bakmak degil, Schalke olmak...
Gelsenkirchen bir zamanlar 600 kisilik bir kasabaydi. 1840′ta bir gün Kuzey Ren- Westfalya’nin bu kösesinde kömür madeni bulundu ve her sey degisti. insanlar buraya yerlesip hayatlarini “siyah altin”dan kazanmaya basladilar. 1904′te kurulan Schalke’nin kaderi bu madenlerden fiskirdi. Ekmegini yerin dibinden çikaran adamlar ve aileleri lacivert-beyazli bir sevdayi yarattilar ve etrafinda kenetlendiler. O günden bugüne, kömür madenleri Schalke’nin hep kalbinde yer aldi.
Baslangiçta, Schalke’nin oyuncularinin birçogu da maden isçisiydi. Örnegin, kulübün formasini tam 23 yil giyen efsanevi Ernst Kuzorra’nin, yorulmasin diye maçtan önceki vardiyalarinin diger isçiler tarafindan paylasildigi söylenir. Günümüzde de maden vurgusu sembolik olsa da devam ediyor. Gelsenkirchenliler, su anki teknolojik stadyumlarini, Raul gibi büyük oyuncularin transferini 600 kisilik kasabayi dev bir endüstri sehrine dönüstüren madencilere borçlu olduklarini çok iyi biliyorlar. Kulüp yönetimi madencilere saygi göstermeyi ve onlari takimla bulusturmayi ihmal etmiyor. Geçtigimiz yil geleneksel takim fotografi bir madende çekilmis, fotograf kataloguna oyuncularin madencilerle çektirdigi resimler de eklenmisti. Bu yil da Raul, basina tanitilirken, madencileri temsil eden iki isçi ispanyol yildiza sans getirmesi için bir kömür parçasi armagan etmisti.
Schalke 04, isçi sinifinin bagrindan dogan kulüplerin geldikleri yeri unutmamasi açisindan iyi bir örnek. Ama bu kendi kendine olan bir sey degil. Taraftarlarin örgütlülügünün ve kendi çikarlarini savunmalarinin bir sonucu. Almanya’da da ingiltere’deki gibi stadyumlar modernlesiyor ancak kimse sadik taraftarlarin yillarca oturdugu tribüne loca yapamiyor. Bilet fiyatlari yükseldiginde taraftarlarla yönetimler arasinda müthis bir mücadele basliyor. Burada anahtar nokta taraftarin kendi çikariyla yönetimin çikarinin bir olmadigini bilmesi. Taraftar, kulüp üzerindeki hakkini bizde oldugu gibi yönetime hediye etmiyor. Aksine bunu baski araci olarak kullanip, taraftarin çikarina bir yönetim anlayisini zorluyorlar. Bu noktada tabii kritik olan, taraftarlarin maç saatlerinin disina tasan bir örgütlülüge, adeta bir kader birligine sahip olmasi ve taraftar gruplarinin ekonomik bagimsizligi.
Schalke 04, Liverpool, St. Pauli, Celtic, Marsilya ve digerleri… Türkiye’de bunlara duyulan romantik bir hayranlik var. Ancak bunun ötesine geçmek lazim. Avrupa’da taraftarlarin yönetimde söz sahibi oldugu kulüplere tabii ki saygi duymak boynumuzun borcu ama biraz da orada neler yapildigina bakip, burada da bir seyler denemek gerek. Türkiye’de yönetimler kendi çikarlarinin taraftarinkinden farkli oldugunu çok iyi biliyorlar. Bu anlamda, ciddi bir sinif bilincine sahipler. Taraftar ise bunun farkinda degil, çünkü bir çesit kulüp milliyetçiligiyle gözleri kör edilmis. Nasil ki milliyetçiligin amaci patronla isçiyi ayni çikari paylasiyormus gibi gösterip isçiyi baska bir ülkedeki isçiyle savas meydanlarinda karsi karsiya getirmekse, kulüp milliyetçiliginin hedefi de taraftari taraftara kirdirip yönetim sultalarini güçlendirmek. Bu yüzden kendileri vergi cezalarinin affi söz konusu oldugunda can ciger olurken, is derbilere geldiginde atesin altini harliyorlar. Taraftarlar birbirlerini girtlaklarken, aslinda ayni pahali kombine fiyatlarini, ayni fahis yayin paketlerinin kurbani olduklarinin farkina bile varmiyorlar. Kendi çikarlarini unutup yönetim için savasiyorlar ve bunun kulübe fayda getirdigini saniyorlar.
Türkiye’de her ne kadar kulüpler Bati’daki gibi alt kesimler tarafindan kurulmamis olsa da taraftarlarin ezici çogunlugu emekçi. Üstelik taraftarliklarini giderek agirlasan ekonomik kosullarda devam ettiriyorlar. Maça gitmek hatta evde maç izlemek giderek zorlasiyor. Diger taraftan kulüplerin yönetiminde söz sahibi olma sanslari, hatta kulübe üye olma sanslari da neredeyse hiç yok. Her sey bir mücadelenin gerekliligini isaret ediyor. Taraftarlarin kendilerine dayatilan gündemi reddedip, kendi gündemlerini spor yönetimine kulüp bazinda ve ulusal ölçekte dayatmalari gerekiyor. Bunun da anahtari tabii ki örgütlülük. Türkiye’de taraftar dernekleri kulüplerin iç iktidar kavgalarinda piyon olmayi ve yönetimlerin dümen suyunda gitmeyi biraktiklari, diger kulüplerin taraftar dernekleriyle oturup ortak çikarlari konustuklari zaman bu ülkede çok sey degisecek. Ve biz ne Schalke’lere özenmek zorunda kalacagiz, ne de var olan düzene “ya sabir” çekmek…
Daghan Irak
|
|
Başa dön
|
|
|
|
|