Ziya Adnan
Site Admin
Kayıt: May 06, 2003
|
Tarih: 2005-12-02 15:07:40
Mesaj konusu: GÖREViMiZ KÜFÜR...
|
|
|
Çocukluk günlerimizin en ilgi çeken televizyon dizilerinden biriydi “Görevimiz Tehlike”…
Sürükleyici bir müzik esliginde yakilan bir kibrit ile baslar, ve bir bond çantasi içinde kahramanlarimiza yeni görevleri verilirdi. Her yeni macera, yeni bir görev demekti.
Görev kendilerine bir kasetten anlatilir, ve cümlelerin sonuna gelindigi zaman kaset kendi kendini yok ederdi.
Bu baslangiç, her macera da ayni idi…
Yakilan bir kibrit, günes gözlüklü ajanlar, ve bir süre sonra kendini yok eden kaset…
Görevi veren her kimse, kasette ki konusmanin sonuna, “Görevi kabul edecek olursaniz…” cümlesini eklemeyi asla ihmal etmezdi…
Teknoljinin simdi ki gibi ars-i alaya ermedigi zamanlardi, ve dizide en çok ilgimizi kendi kendini yok eden kaset çekerdi…
***
simdilerde ne ‘Görevimiz Tehlike’ kaldi, ne gizemli ajanlar, ne de kendini yok eden kaset, onlarin yerini parlak gençlerin oynadigi gicir diziler aldi…
Ama kanimca Türk toplumu olarak, “kendini yok eden kaset” in etkisinden hiç bir zaman kurtulamadik, hatta muhtemel, bir zaman sonra o kasete benzedik, yasam felsefemiz cümlelerin bitigini sandigimiz noktada kendimizi imha etme üzerine kuruldu…
Avrupa Birligine girme adina sayisiz reformlari kisacik bir sürede gerçeklestirmis iken, kendimizi türban kavgalarinin, yeni Susurluklar’in, Malatya’da dövülen çocuklarin perisan görüntülerinin içinde bulduk. Dügünlerde havaya kursun sikan, kazandigimiz bir maç sonrasi tabancali tüfekli kutlamalarda kaza kursunlari ile can veren nicelerimiz oldu, bayram zamanlari kara yollarimizi mezarliklara çevirdik, bir taraftan Avrupa’ya uyum saglayacagiz derken diger taraftan töre yasalarina gençlerimizi kurban ettik.
Velhasil ne Avrupa sevdasindan, ne de sarkliliktan vazgeçebildik…
Çetin Altan’in deyimi ile “Doguya dogru giden bir gemide batiya dogru yürümek…” ten ibaretti yasam…
***
Dünya kupasi elemelerinde, kötü basladigimiz gurup maçlarinda, inanilmasi güç bir final yaparak gurupta ikinci olduk, kimsenin bize sans tanimadigi zamanlarda gurup birincisi Ukranya’yi kendi evlerinde devirdik…
Sonra kendini imha eden kaset yeniden çikti ortaya, baraj maçlarinda isviçre’ye elendigimiz yetmezmis gibi, 2010 dünya kupasindan ihraç tehlikesi ile karsi karsiya kaldik, mahkeme salonlarinda sorgulanirken endise ile verilecek cezalari beklemeye basladik…
Zaten elli seneden sonra katildigimiz 2002 Dünya kupasinda üçüncü olmayi basarmamis miydik, sasirtmak bizim için yabanci bir duygu degildi…
***
Ben Besiktas taraftari degilim…
Daha dogrusu, üç istanbullu’dan birinin taraftari degilim…
Ama Türk takimlarinin Avrupa kupalarinda oynadiklari maçlarda, sahada oynayan takimimizi cani gönülden desteklerim, gönlüm her zaman onlarin kazanmasindan yanadir…
8 - 0 lik ingiltere maglubiyetlerini yasamis bir Türk evladi olarak, o bahtsiz günlere dönmek, alayci bakislarin muhattabi olmak istemem…
Çarsamba aksami oynanan Besiktas – Zenit maçini bir gurup arkadasimla izliyoruz, kimi Besiktas, kimi Fenerbahçe, kimi Galatasaray taraftari…
Ama onlar da, benim gibi Besiktas’in kazanmasini istiyorlar, hiç degilse ülke puanimizi yükselterek Avrupa kupalarina daha fazla takimla katilma adina…
Ilk yarida Besiktas tribünlerinden yükselen “Kartal Gol Gol Gol” tezahuratinin hemen arkasindan Besiktas golü buluyor. Sonra tüm Türk takimlarinin kronik “duran toplardan gol yeme” hastaligi nüksediyor ve devreyi 1 – 1 kapatiyor Besiktas.
Ama görünen gerçek, sahanin hakiminin Besiktas oldugu…
Ikinci yari ayni tempoda basliyor, Besiktas gol için yüklendikçe Zenit kapaniyor ve Siyah Beyazli takimimiz firsat üstüne firsat yakaliyor ama son vuruslari yapacak oyuncusu yok…
Ve 1 – 1 lik sonucun Besiktas taraftarini tedirgin etmeye basladigii dakikalarda, tribünlerden o garip tezahürat, daha dogrusu küfür yükseliyor, önce anlamiyorum, sonra…
“Besiktas’li Olunmaz Besiktas’li Dogulur…
Besiktas’li Olmayan O***** Çocugudur…”
Besiktas’li Olunmaz Besiktas’li Dogulur…
Besiktas’li Olmayan O***** Çocugudur…”
Besiktas taraftari, takiminin destege en ihtiyaci oldugu dakikalarda, oyuncularini atesleyecek tezahüratlar yerine, yakasi açilmadik küfüre basliyor, kendilerinden olmayan herkese, en fasisthane, en efkarlisindan…
O an aklim kaset geliyor, kendi kendini yok eden kaset…
Benimle maçi seyreden Galatasarayli bir arkadasim, “Biz onlarin kazanmasi için dua ediyoruz, onlar ölmüs anamiza küfür ediyorlar… “ diyor…
Gürünen o ki, saha da küfür etmeye deger bir rakip bulamiyorsak, diger takimlarimiza küfür etmeyi yegliyoruz, agizlardan akan salyalar esliginde, avazimiz çiktigi kadar….
Ne kadar belden asagi ve kafiyeli olursa o kadar iyi…
Kendi takimimiza destek vermek degil amac, zira biz millet olarak maçlarda tezahürat yapmayi bilmiyoruz, önemli olan digerlerini rencide edebilmek, orada olmayanlari mümkün oldugu kadar fazla incitmek…
Ve dün aksam, koro halinde o küfürleri haykiranlar, baska takimlarin maçlarinda, o küfürlerin muhattabi oluyorlar, velhasil sahalarimizda bu küfür devri-daimi sürüp gidiyor kesintisiz…
Cennet vatanda futbol sahalarinda küfür, oynanan futbolun her daim önüne çikiyor…
Ve bir takimimizin daha Avrupa kupalarinda tepetaklak oldugu maçtan aklima kalan, yalnizca o çirkin tezahürat oluyor…
“Küfür, söyleyecek hiçbirseyi olmayanlarin siginagidir…” cümlesi geliyor aklima…
Kendini yok eden kaseti düsünuyorum…
Ziya Adnan
|
|